Celil Oker

GENÇ YAZARLAR IÇIN HIKAYE ANLATICILIGI KILAVUZU


Скачать книгу

iyi yapmak zorundadırlar. İyi yerine kötüyü seçerlerse bir süre sonra kurumları, dolayısıyla kendileri zarar görür. Sırtlarında yumurta küfesi vardır yani.

      Eleştirmenler de aynı işlevi, okurlara sunulmuş yazılar için yaparlar. İyiyi atlarlarsa, kötüye hangi nedenle olursa olsun prim verirlerse, uzun vadede kötü eleştirmenlere dönüşürler. Onlar da sırtlarında yumurta küfesi taşırlar.

      Okurlara gelince. Okurlar yazdığın yazıya zaman ve çoğunlukla para vermeyi kabul etmiş kimselerdir. Onunla kuracağın bağın olumlu ya da olumsuz olması kararı okurundur. Ya ikinci kitabını bekleyecektir heyecanla ya da kütüphanesinin ve aklının uzak bir köşesine atıp unutacaktır seni ve yazdıklarını.

      Bu üçünün dışında bir kimsenin, yazdıklarına ilişkin görüşlerine ihtiyaç duyma; zayıf bir ânında iktidarlarına sığınmışsan, söylediklerine inanma. Kendisi yazar olanın başka bir yazarı (bak sana da yazar diyorum) objektif ölçülerle değerlendirmesi olanaksızdır.

      2

      Peki, nedir bu yaratıcılık?

      Doğuştan gelen bir şey değilse, o zaman nedir yaratıcılık?

      Müjde: Hayatınızı kolaylaştıracak, kullanışlı, sizi bütün o “yaratıcı deha” ideolojisi baskısından kurtaracak bir tanım geliyor.

      Yaratıcılık, işe yarayan yeniliktir.2

      Sondan başlayalım. Yeni olmayan bir düşüncenin, fikrin, uygulamanın yaratıcı olamayacağında hemfikiriz herhalde. Her fikrin yeni olmasına gerek yok ama her yaratıcı fikrin yeni olması zorunlu. Bu gerçek bizi şu soruya götürüyor:

      Fikrimizin “yeni” olduğunu nereden bileceğiz?

      Yeni bir yemek tarifinin yeni olduğunu nereden bileceğiz? Yeni bir kafiye uydurduğumuzu? Yeni bir anlatım tekniği geliştirdiğimizi? İnsanlığın özüne ilişkin yeni bir düşünce bulduğumuzu? Yeni bir kitap fikri bulduğumuzu? Yeni bir kopya çekme yöntemi yarattığımızı?

      Cevap basit: O alanın tarihini iyi bileceğiz. Aklımıza gelenin yeni olup olmadığına ancak o alanın tarihini iyi çalışmışsak karar verebiliriz.

      Bir üstteki paragrafta yaratıcı bir kimse olmanın ilk koşulunu, sihirli sözcüğünü çaktırmadan verdim. Şimdi üstteki paragrafı bir kez daha okuyup bulun o sihirli sözcüğü.

      Buldunuz mu? Hayır mı? Bir daha okuyun.

      Evet, şimdi buldunuz. “Çalışmak.” Bir alanın tarihi ancak çalışarak öğrenilir. Demek ki o meşhur ve yanıltıcı inançta olduğu gibi, “içinden gelenleri hiçbir kısıtlama olmadan” dışarı vurmak değil.

      Tarifin ikinci ayağına bakalım şimdi. “İşe yaramak.” Ne demek?

      Hayatta – yazmak dahil – yaptığımız hemen her şeyi, tarif edilmiş ya da edilmemiş bir jüri için yaparız.

      Sabah ne giyeceğimizi seçerken, berbere-kuaföre giderken, espri yaparken, üniversite seçerken, temelde o her an yanı başımızda olan jüriyi memnun etmek için karar veririz.

      Ben bu kitabı yazarken, hayatın bir alanına ilişkin görüşlerimi size “satmak” için uğraşıyorum.3 Öteki kitaplarımı da insanlar beğensin diye yazdım. Bütün yazarlar böyle yapar. İşin başlarında olan çoğunluk gibi, “Kendim için yazıyorum,” derseniz, kendinizi kandırırsınız sadece. Kimse yalnızca kendisi için yazmaz.

      O zaman yarattığınız her ne ise işe yaraması lazım. Jürinizden, her kimse onlar, olur alması lazım. Şu ya da bu ölçüde. Bir yarışmaya giriyorsanız, seçici kurulun kararını kabullenmelisiniz.

      İnsanlık tarihinin bütün yaratıcı kimseleri, kendileri yaşarken ya da öldükten sonra, o muhteşem jüriden onay almış insanlardır. Yaptıkları, buldukları, getirdikleri yenilikler işe yaramıştır. Analarından yaratıcı doğdukları için değildir başarıları.

      Öyleyse nereden geliyor bu, “Yaratıcılık bir kimsede varsa vardır, yoksa yoktur” safsatası?

      Ben söylemeyeceğim. Siz bulacaksınız. Size yalnızca aranızdaki meraklıların peşine düşmesi için bir anahtar sözcük vereceğim.

      “Romanticism” akımı.

      Bilerek İngilizce yazdım. Çünkü Türkçesi yaygın başka bir hatalı kullanımı işaret ediyor. Gerisi size kalmış. İnternetten mi ararsınız, Wikipedia’ya mı bakarsınız, bilenlere mi sorarsınız, bir yolunu bulun öğrenin. Ne göreceksiniz? Romantizm insanoğlunun yaratıcı etkinliğinde kısa bir süre egemen olmuş, aslında Endüstri Devrimi ve Aydınlanma çağının normlarına bir tepki olarak doğmuş ve sanatın kaynağını gem vurulmamış duyguların dışavurumu olarak tarif eden edebi, felsefi, mimari vb. bakış açısıdır. Bahçe tanziminden çocuk eğitimine kadar birçok alanda egemen olmuş bir düşünce ve pratik akımıdır. En çok vurguladığı alan şu yaratıcılık meselesidir.

      Buraya kadar tamamsa, çoğunuzun mutlaka yaşadığına inandığım şu duruma bakalım: “Yaratıcılık içten gelen bir şeydir, varsa vardır yoksa yoktur” inancına sahip birisi, yaratıcı olması gereken bir işi yaptığında ve jürisinden olumsuz karşılık aldığında ne yapar?

      “Demek ki bende iş yokmuş,” der ve yıkılır. Küser, kızar, ağlar, jüriyi suçlar, yaratıcı birinin asla söylememesi gereken şu sözleri söyler: “Beni anlamadılar!” Yaptığı işten vazgeçmekten, depresyona düşmeye kadar varır bu yıkılış.

      Tersine inanan, “Yaratıcılık işe yarayan yeniliktir” tarifini geçerli bulan birisi ne yapar?

      Gider, jürisini olumlu karar vermeye zorlayacak “yeni” bir iş daha yapar. Olmadı bir daha. Daha olmadı, jürisini değiştirir mümkünse. (Yazarlık işinde jürinizi değiştirmek o kadar kolay değildir, ülkenizin insanlarına yazıyorsunuz, o insanları başka bir ülkenin insanlarıyla değiştirmeyeceksiniz ya.)

      Yeniden, o şahane kavram bütün görkemiyle çıktı karşımıza. Yaratıcılığa ulaşmak için sihirli sözcük “fıtrat” değil, “çalışmak”tır.

      Bırakın kendilerini “seçilmiş insan” olarak gören yazarlar öyle görmeye devam etsinler. Bırakın kendilerini yukarıdan gelen mesajları okurlarına ulaştırmakla görevlendirilmiş olarak hisseden yazarlar öyle hissetmeye devam etsinler. Bırakın yazarlığı içten gelen samimi duygularını ifade etmekle başlatanlar öyle yapmaya devam etsinler.

      Siz çalışın. Yaratıcılığa ulaşmak için çalışmak dışında başka bir yol olmadığına inanmaya devam edin.

      Buraya kadar söylediklerim size bir anlam ifade etmediyse, elinizdeki kitabı kaldırıp atın. Yok, daha iyisi, ilgilenebileceğini düşündüğünüz bir arkadaşınıza verin.

      3

      Hikâye anlatmak

      İnsanoğlunun en iyi bildiği işlerden birinin hikâye anlatmak olduğunu söylemiştim başta. Öyledir.

      Adına masal deriz, mitoloji deriz, destan deriz, kıssa deriz. Bugünlerde roman diyoruz, oyun diyoruz, film diyoruz, kısa öykü diyoruz.

      Neler anlatıyorlar bize? İnsan olmak, cesaret, korku, arkadaşlık, sevgi, kader, kadere karşı çıkmak, isyan, zafer, yenilgi, sınav, merak, hırs, dayanışma, haksızlık, zenginlik, fakirlik, nereden geldik, nereye gidiyoruz, aslında kimiz