Хеннинг Манкелль

Karanlık Yüz


Скачать книгу

Kurt Wallander çabucak gece için bir nöbet programı hazırladı.

      “Bu gerçekten gerekli mi?” diye sordu Hansson. “Bir ses kayıt cihazı koy gitsin. Cihazı, yaşlı kadın kendine geldiği an herhangi bir hemşire çalıştırabilir.”

      “Bu gerekli,” diye karşılık verdi Kurt Wallander. “Gece yarısından sabah altıya kadar nöbeti ben alabilirim. O zamana dek nöbet tutmaya gönüllü var mı?”

      Rydberg başıyla onayladı.

      “Başka yerde oturabildiğim kadar hastanede de bekleyebilirim,” diye açıkladı.

      Kurt Wallander çevresindekileri süzdü. Tavandaki neon ışığı altında hepsi kireç gibi bembeyaz görünüyordu.

      “Biraz ilerleme kaydedebildik mi?” diye sordu.

      “Lenarp’taki işler tamamlandı,” dedi civar evlerde oturanların sorgulamasını yürütmüş olan Peters. “Kimse bir şey görmemiş. Ama insanların olayı düşünüp hatırlamaları genelde birkaç günlerini alır. Bunun yanı sıra oradakiler korku içindeler. Bu neredeyse inanılmaz bir durum. Hemen hemen hepsi yaşlı. Bir de Polonya’dan buraya büyük olasılıkla yasa dışı sığınmış, korkmuş genç bir aile vardı. Ama onlarla uğraşmadım. Yarın devam edeceğiz.”

      Kurt Wallander başıyla onaylayıp Rydberg’e döndü.

      “Bir sürü parmak izi var,” dedi Rydberg. “Belki işimize biraz olsun yarar. Fakat esas ilgimi çeken şey düğümdü.”

      Kurt Wallander ona soran gözlerle baktı.

      “Düğüm mü?”

      “Kadının boğazındaki ipe atılmış düğümü diyorum.”

      “Ne olmuş?”

      “Bu öyle sıradan bir düğüm değil. Böylesini daha önce hiç görmemiştim.”

      “Sanki daha önce böyle bir ilmik gördün de?” diye atıldı, kapıda gitmek üzere sabırsızca bekleyen Hansson.

      “Evet,” diye yanıtladı Rydberg. “Evet, gördüm. Neyse, bakalım bu düğümden ne çıkacak, göreceğiz.”

      Kurt Wallander, Rydberg’in o anda konu hakkında daha fazla konuşmak istemediğini biliyordu. Ancak düğüm onu ilgilendirmişse bir anlam taşıdığı da kesindi.

      “Sabah erkenden komşulara tekrar gideceğim,” dedi Kurt Wallander. “Lövgren’in çocuklarına haber verildi mi?”

      “Bunu Martinson yapacaktı,” diye yanıtladı Hansson.

      “Martinson hastanede değil miydi?” diye atıldı Kurt Wallander hayretle.

      “Onun nöbetini Svedberg devraldı.”

      “Kahretsin, peki nerede şimdi?”

      Martinson’un nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Kurt Wallander santrali aradığında Martinson’un bir saat erken çıkmış olduğunu öğrendi.

      “Onu evden ara,” dedi Kurt Wallander. Sonra saatine baktı. “Sabah onda toplanıyoruz. Bugünlük bu kadar.”

      Santral Martinson’un telefonunu bağladığında odasında yalnızdı.

      “Üzgünüm,” dedi Martinson. “Toplantıyı tamamen unutmuşum.”

      “Çocuklar ne oldu?”

      “Hiç sorma, Rickard suçiçeği mi çıkarıyor nedir.”

      “Lövgren’in çocuklarını kastediyorum. İki kızını.”

      Martinson’un sesi yanıt verirken şaşırmış gibiydi.

      “Haberimi almadın mı?”

      “Yok, almadım.”

      “Haberi merkezdeki kızlardan birine vermiştim.”

      “Bakarım. Ama sen anlat hele.”

      “Kızlardan biri, elli yaşında, Kanada’da yaşıyor. Winnipeg’de, her neredeyse işte. Onu telefonla aradığımda oralarda gece yarısı olduğunu tamamen unutmuşum. Önce ne dediğimi bir türlü anlamadı. Ancak kocası telefona gelince neler olduğunu anladılar. Bu arada kocası polis. Basbayağı Kanadalı, atlı polislerden. Yarın onları tekrar aramamız gerekiyor. Ama kızın uçağa atlayıp eve geleceği kesin. Diğer kızı bulmaksa zor oldu, hem de İsveç’te yaşamasına rağmen. Kırk yedi yaşında, Göteborg’daki Rubinen’de büfe sorumlusu. Öyle görünüyor ki şimdi Norveç, Skien’de bir hentbol takımının antrenörlüğünü yapıyor. Ama ona durumu bildireceklerine söz verdiler. Ayrıca Lövgren’lerin diğer akrabalarının bir listesini de verdim santrale. Epey akrabaları var. Çoğu Skåne’de yaşıyor. Belki yarın gazeteyi okuduktan sonra daha çok kişi arar.”

      “Bunlar iyi haberler,” dedi Kurt Wallander. “Nöbetimi yarın sabah altıda hastaneden devralabilir misin? Tabii kadın o saate kadar ölmezse.”

      “Alırım. Ama bu nöbeti senin tutman şart mı? Bunun iyi bir fikir olduğundan emin misin?”

      “Neden olmasın?”

      “Soruşturmayı yürütecek olan sensin. Sen de biraz dinlensen iyi olur.”

      “Bir gece dayanabilirim,” dedi Kurt Wallander ve konuşmasını bitirdi.

      Kıpırdamadan yerinde oturmuş önüne bakıyordu.

      Bunu başarabilecek miyiz, diye düşündü.

      Yoksa bizimle aralarını çoktan açtılar mı?

      Paltosunu giydi, masa lambasını kapatarak odadan çıktı. Giriş salonuna giden koridor bomboştu. Santral memurunun gazete okuduğu camlı bölmeye kafasını uzattı. Okuduğu sayfanın yarış programı olduğunu gördü. Acaba buradaki herkes son zamanlarda at yarışlarına mı merak sarmış, diye düşündü.

      “Martinson buraya benim için birkaç evrak bırakmış olmalı,” dedi.

      Santral memurunun adı Ebba’ydı ve otuz yılı aşkın süredir emniyette çalışıyordu. Başını dostça sallayıp masanın üzerini işaret etti.

      “Gençlere iş bulma kurumundan yeni bir kızımız var burada. Çok tatlı ve sevimli fakat son derece deneyimsiz. Acaba sana evrakı vermeyi unuttu mu?”

      Wallander başıyla onayladı.

      “Ben çıkıyorum,” dedi. “Birkaç saate kadar evde olurum. Bir şey olursa beni babamdan bulursun.”

      “Hastanedeki zavallı kadıncağızı düşünüyorsun, değil mi?”

      Kurt Wallander evet anlamında başını salladı.

      “Korkunç bir olay.”

      “Evet,” diye yanıtladı Kurt Wallander. “Bazen kendime soruyorum, bu ülkede şu sıralar neler oluyor böyle, diye.”

      Emniyetin cam kapısından çıkarken onu rüzgâr karşıladı. Soğuk ve iliklerine işleyen rüzgâra karşı Wallander park yerine giderken büzüldü. Biz şu Lenarp’a gelenleri yakalamadan kar yağmaz umarım, diye düşündü.

      Arabaya bindi ve uzun bir süre torpido gözünde sakladığı kasetleri karıştırdı. Doğru düzgün karar veremeden Verdi’nin “Requiem”ini teybe koydu. Arabaya pahalı amfiler taktırmıştı, amfilerden çıkan kuvvetli ses kulaklarını çınlatıyordu. Direksiyonu sağa kırıp Dragon Caddesi’nden aşağıya, doğu çevre yolu yönünde ilerlemeye başladı. Yolda yapraklar uçuşuyor ve bir bisikletli rüzgârla mücadele ediyordu. Arabanın saati altıyı gösteriyordu. Yine acıkmış olduğunu hissederek OK kafeteryasında durdu. Beslenme alışkanlıklarımı yarından itibaren değiştiririm, diye düşündü. Babama bir dakika dahi gecikirsem, her zamanki gibi onu unuttuğum vaazını dinlemek zorunda kalırım.

      Patates