verdi Martinson.
İki dakika sonra Wallander sahil yoluna doğru yola çıkmıştı bile. Peters’le Norén önündeki polis arabasındaydılar. Sirenler çalıyordu.
Wallander dondurucu soğukta buz gibi dalgaların kıyıya çarptığını görünce birden ürperdi. Dikiz aynasından ambulansı ve ikinci polis aracındaki Martinson’u gördü.
Mossby Strand terk edilmiş gibiydi. Wallander arabasından inerken soğuk rüzgâr yüzüne bir tokat gibi çarptı. Kıyıdaki küçük dükkânın kepenkleri sert rüzgârda gıcırdayıp duruyordu. Kumsala inen yolun başında duran bir kadın sinirli bir tavırla kollarını sallayıp duruyordu. Köpeğiyse onu çekiştiriyordu. Wallander adımlarını hızlandırdı, her zamanki gibi yine korku içindeydi; ceset görmeye nedense bir türlü alışamamıştı. Ölüler de canlılar gibiydi. Her zaman birbirlerinden farklı oluyorlardı.
“Burada,” diye bağırdı kadın. Wallander, onun gösterdiği tarafa baktı. Kırmızı lastik bir kurtarma botu dalgaların arasında iskeleye çarpıp duruyordu.
“Siz orada kalın,” diye seslendi Wallander, kadına.
Koşarak tepeden aşağıya indi, kumların üstünden atlayarak iskeleye koştu ve lastik bota baktı. Botun içinde birbirlerine sarılmış iki adam yatıyordu, yüzleri de bembeyazdı. İlk gördüğü şeyi kafasına iyice kazımaya çalıştı. Yılların deneyimi ona ilk izlenimin her zaman çok önemli olduğunu öğretmişti. Ceset, genellikle uzun ve karmaşık olaylar zincirinin son halkasıydı ve bazen bu zincir hakkında en baştan bir fikir edinmek mümkün olabilirdi.
Martinson botu kıyıya çekmek için suya girdi. Wallander cesetleri incelemek için çömeldi. Peters’in kadını sakinleştirmeye çalıştığını gördü. O anda da bu botun kumda oynayan ve denizde yüzen yüzlerce çocuğun olmadığı bir zamanda kıyıya vurduğu için ne denli şanslı olduklarını fark etti. Gördükleri hiç de hoş değildi ve sert rüzgâra rağmen cesetlerin kokusu burnunu yakıyordu.
Parkasının cebindeki lastik eldivenleri giyerek cesetlerin ceplerini dikkatle araştırdı. Ne var ki hiçbir şey bulamadı. Cesetlerden birinin ceketini açtığında beyaz gömleğin üstündeki koyu kırmızı lekeyi gördü. Başını kaldırıp Martinson’a baktı.
“Bu bir kaza değil,” dedi. “Cinayet. Bu adam tam kalbinden vurulmuş.”
Doğruldu, Norén’in botun fotoğrafını çekmesi için kenara kaydı.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu Martinson’a. O da başını iki yana salladı.
“Bilemiyorum.”
Wallander gözlerini cesetlerden ayırmadan botun etrafında dolaştı. Her ikisi de sarışındı, büyük olasılıkla otuz yaşlarında olmalıydılar. Ellerinden ve üstündeki giysilerden işçi olmadıkları anlaşılıyordu. Acaba kimdiler? Neden cepleri boştu? Martinson’la fikir alışverişi yaparak botun etrafında dolaşmayı sürdürdü. Yarım saat sonra da artık öğrenecek bir şey olmadığına karar verdi. Bu arada da adli tıp ekibi gelmiş, çalışmalarına başlamıştı. Botun üstüne plastik bir çadır kurulmuştu. Norén fotoğraflamayı bitirmişti. Buz gibi esen rüzgârın altında herkes çok üşümüştü ve bir an önce oradan gitmek istiyordu. Wallander, Rydberg’in ne düşünebileceğini merak ediyordu. Acaba Rydberg kendisinin göremediği bir şeyi görebilir miydi? Arabasına bindi, ısınmak için motoru çalıştırdı. Deniz griydi ve Wallander’in kafasının içi bomboştu. Bu adamlar da kimdi?
Wallander’in ambulans görevlilerine cesetleri kaldırmaları için onay vermesi zaman almıştı. Wallander soğuktan hâlâ titriyordu. Birbirlerine sarılmış bu iki cesedi ayırmak için kemiklerinin kırılmasından başka seçenek yoktu. Cesetler kaldırıldığında Wallander bota bir kez daha baktı ama hiçbir ipucu bulamadı. Çözüm sanki ufuktaymışçasına bakışlarını denize çevirdi.
“Botu gören kadınla konuşsan iyi olacak,” dedi Martinson’a.
“Konuştum,” diye karşılık verdi Martinson.
“Ciddi bir şekilde konuş, demek istiyorum,” diye karşılık verdi. “Bu soğukta ciddi ciddi konuşamazsın. Onu emniyete götür. Norén de botu bulduğumuz gibi emniyete getirsin.”
Daha sonra da arabasına bindi.
Rydberg hayatta olsaydı böyle davranırdı, dedi kendi kendine. Acaba neyi göremedim? Rydberg olsaydı acaba ne düşünürdü?
Wallander, Ystad Emniyet Müdürlüğü’ne geri döner dönmez hiç zaman kaybetmeden polis şefi Björk’ün yanına giderek ona Mossby Strand’da gördüklerini anlattı. Björk, onu kaygıyla dinledi. Wallander kendi bölgelerinde ne zaman bir cinayet işlense Björk’ün bu olayı sanki kendisine yapılmış bir saldırı gibi değerlendirdiğini biliyordu. Wallander ona her zaman saygı duyardı. Memurların işlerine asla karışmaz ve işler çığırından çıktığında bile onları yüreklendirmekten vazgeçmezdi. Bazen kendine hâkim olamayarak çok sinirlenirdi ama Wallander artık buna alışmıştı.
“Bu soruşturmayla senin ilgilenmeni istiyorum,” dedi Björk, Wallander sözlerini tamamladığında. “Martinson’la Hansson sana yardım ederler. Bu soruşturma için birkaç kişiyi daha görevlendirebiliriz.”
“Hansson geçen akşam tutukladığımız tecavüzcüyle ilgileniyor,” dedi Wallander. “Svedberg’i kullanmamız daha iyi olmaz mı?”
Björk karşı çıkmadı. Wallander her zamanki gibi işi istediği gibi çözümlemişti.
Björk’ün odasından çıkarken karnının acıktığını fark etti. Kilo almaktan korktuğu için genellikle öğle yemeklerini atlardı ama bottaki cesetler canını çok sıkmıştı. Arabasıyla şehir merkezine gitti, her zamanki gibi Stick Caddesi’ne park etti, sonra da Fridolf’un Kafesi’ne giden dar sokağa saptı. Kendisine bir sandviçle bir bardak süt söyleyerek olayları bir kez daha gözden geçirmeye koyuldu. Bir akşam önce, saat 18.00 civarında bir adam emniyete telefon ederek polisi uyarmıştı. Artık bu kimliği bilinmeyen adamın gerçeği söylediğini biliyorlardı. İçinde iki ceset olan kırmızı lastik bir bot sahile vurmuştu. Kalbinden vurulduğu için adamlardan birinin öldürüldüğü açıkça ortadaydı. Kimliklerini saptayabilecek herhangi bir şey bulunmamıştı.
Hepsi bu kadardı.
Wallander kalemini çıkararak kâğıt peçetenin üstüne not aldı. Yanıtlanması gereken birçok soru vardı kafasında. Bir yandan da kafasının içinde Rydberg’le konuşuyordu. Doğru yolda mıyım, acaba gözden kaçırdığım bir şey var mı? Rydberg’in verebileceği yanıtlarla tepkilerini hayalinde canlandırmaya çalıştı. Zaman zaman bunda başarılı olsa bile ölüm döşeğinde yatan Rydberg gözünün önünden gitmiyordu bir türlü.
15.30’da emniyete geri döndü. Martinson’la Svedberg’i odasına çağırdı, kapıyı kapattı ve santrale de telefon bağlamamasını söyledi.
“Bu kolay bir dava değil,” diye söze başladı. “Otopsi sonuçları ve kurtarma botuyla giysileri inceleyen adli tıp ekibinin vereceği raporu beklemek zorundayız. Ama bu arada yanıtlanmasını istediğim birkaç soru var.”
Svedberg elindeki not defteriyle duvara yaslanmış duruyordu. Saçları hafifçe dökülmeye başlamıştı. Kırk yaşlarındaydı. Ystad’da doğmuştu ve söylentilere kulak verilecek olursa Ystad’dan ayrıldığı dakika memleketini özlemeye başlıyordu. İlk bakışta insanlara oldukça yavaş hareket eden, ilgisiz biri gibi bir izlenim veriyordu ama son derece dikkatli biriydi ve Wallander, onun bu özelliğinden çok memnundu. Martinson birçok açıdan Svedberg’in tersiydi: Otuz yaşına yaklaşıyordu, Trollhättan’da doğmuştu ve polislik mesleğinde bir kariyer yapmaya kararlıydı. Ayrıca Halk Partisi üyesiydi ve Wallander’in