Wallander sözlerini tamamladığında. “Ya da Doğu Bloku’na ait ülkelerden birinden. Mörth bu konuda çok emin konuştu.”
“Dışişleri’yle bağlantı kursam iyi olacak,” dedi Björk. “Rus polisiyle ilişki kurmak onların işi. Ya da Polonya polisiyle. Veya Doğu Bloku’ndan diğer polislerle!”
“Onlar İsveç’te yaşayan Ruslar da olabilir,” dedi Wallander. “Ya da Almanya’da veya Danimarka’da!”
“Öyle olsa bile Rusların büyük bir bölümü hâlâ Sovyetler Birliği’nde,” dedi Björk. “Hiç zaman kaybetmeden Dışişleri’yle bağlantı kuracağım. Böylesi durumlarda ne yapılması gerektiğini onlar çok daha iyi bilir.”
“Cesetleri kurtarma botuna geri koyup sahil güvenlikten botu uluslararası sulara çıkarmasını isteyebiliriz,” dedi Wallander. “Sonra da rahat bir şekilde nefes alıp arkamıza yaslanabiliriz.”
Björk bu sözleri duymamış gibiydi.
“Kimliklerini saptamak için dışardan yardım almalıyız,” dedi. “Fotoğraflar, parmak izleri, giysiler.”
“Ve de dövme. Pala dövmesi.”
“Pala mı?”
“Evet, pala.”
Björk başını iki yana sallayarak telefona uzandı.
“Dur bir dakika,” dedi Wallander. Björk elini ahizeden çekti.
“Telefon eden adamı düşünüyorum da,” dedi Wallander. “Martinson’a göre adamın yerel bir aksanı varmış. Onu bulmalıyız.”
“Elimizde ipucu var mı?”
“Yok. Zaten ben de bu yüzden onu aradığımızı belirten yasal bir şey yapmak istiyorum. Bu, bir çağrı olabilir. Kırmızı kurtarma botunu görenlerin polisi aramalarını belirten bir ilan gibi.”
Björk onaylarcasına başını salladı. “Her hâlükârda benim basınla konuşmam gerekiyor. Gazeteciler telefon etmeye başladılar bile. Tenha bir sahilde olanlar hakkında nasıl bu kadar çabuk haber alabiliyorlar bir türlü anlayamıyorum. Yarım saat içinde her şeyi öğrenmişlerdi.”
“İçimizden birilerinin bunu yaptığını hepimiz biliyoruz,” dedi Wallander, Lenarp’taki çifte cinayeti anımsayarak.
“Ne demek istiyorsun?”
“Polis. Ystad polisi.”
“Sızdıran kim?”
“Bunu nereden bilebilirim? Adamları basiretli davranmaları ve profesyonel gizliliğe önem vermeleri konusunda uyarmak senin görevin olmalı.”
Björk yumruğunu sert bir şekilde masaya indirdi. Ama yine de Wallander’in sözlerine doğrudan bir karşılık vermedi.
“Çağrıda bulunmalıyız,” dedi yalnızca. “Haberlerden önce, öğle vakti. Basın toplantısında senin de hazır bulunmanı istiyorum. Hemen şimdi Stockholm’ü arayıp onlardan yardım isteyeceğim.”
Wallander ayağa kalktı. “Bunu yapmak zorunda kalmasaydık çok daha iyi olacaktı.”
“Neyi yapmak zorunda kalmasaydık?”
“Kurtarma botundaki adamları kimin vurduğunu öğrenmek!”
“Bakalım Stockholm bu konuda ne diyecek,” dedi Björk başını iki yana sallayarak.
Wallander odadan çıktı. Martinson’la Svedberg’in odaları hâlâ boştu. Saatine baktı, dokuz buçuğa geliyordu. Kurtarma botunun emniyet binasında ahşap bir sehpanın üstünde durduğu bodrum kata indi. Büyük bir el feneriyle botun kenarında hangi ülkede imal edildiğine ilişkin bir yazı bulma ümidiyle onu tepeden tırnağa inceledi ama hayrete düşerek hiçbir şey bulamadı. Tatmin edici bir açıklama bulamamanın tedirginliği içindeydi. Botun etrafında bir kez daha dolandığında bu kez kısa bir halat parçası gözüne ilişti. Bu, tahta zemini tutan halattan farklıydı. Bıçakla kesilmişti. Rydberg olsaydı bundan ne tür bir sonuç çıkarabilirdi, diye düşünmeye çalıştı ama kafasının içi bomboştu.
Saat onda odasına geri döndü. Ne Martinson’u ne de Svedberg’i yerinde buldu. Not defterini önüne çekerek öldürülen iki adamla ilgili bildiklerini yazmaya başladı. Bu adamlar Doğu Bloku’ndan gelmişlerdi, kalplerinden vurulmuşlar, daha sonra da ceketleri giydirilmiş ve hâlâ ne malı olduğu anlaşılamayan bir kurtarma botuna konularak denize bırakılmışlardı. Adamlara ayrıca işkence de yapılmıştı. Birden aklına bir şey geldi, not defterini kenara itti. İşkence edilip öldürülen insanların cesetleri saklanır, çukurlara gömülür ya da ayak bileklerine ağırlık bağlanarak denize atılırdı. Ama onları bir kurtarma botuna koyuyorsan o zaman bu, cesetlerin bulunması istendiği anlamına geliyordu.
Bunu istiyor olabilirler miydi? Bulunmaları mı istenmişti? Kurtarma botu cinayetin gemide işlenmediğini mi gösteriyordu? Not defterine yazdıklarını yırtarak buruşturup çöp sepetine attı. Bu konuda yeterli bilgim yok ki, diye geçirdi içinden. Rydberg olsaydı bana sabırlı olmamı öğütlerdi.
Telefon çaldı. Saat 10.45’di. Babasının sesini duyar duymaz, onu görmeye gideceğine söz verdiğini hatırlamıştı. Saat 10.00’da babasının Löderup’taki evinde olacaktı. Tuval ve boya almak için de birlikte Malmö’ye gideceklerdi.
“Neden gelmedin?” diye sordu babası öfkeyle.
Wallander, babasına dürüst davranmaya karar verdi.
“Çok özür dilerim,” dedi. “Unuttum.”
Uzun bir sessizlik oldu.
“Hiç olmazsa dürüst davranıyorsun,” dedi babası sonunda.
“Yarın gelirim.”
“O zaman yarın gel,” dedi babası ve telefonu kapattı.
Wallander bir not yazarak telefonun yanına koydu. Ertesi gün babasına gitmeyi unutmamalıydı.
Svedberg’in odasına telefon etti ama cevap veren olmadı. Martinson emniyete gelmişti. Wallander, onu görmek için koridora çıktı.
“Bugün ne öğrendim biliyor musun?” diye sordu Martinson. “Kurtarma botunu tanımlamak neredeyse imkânsızmış. Farklı modeller, farklı imalatçılar tarafından yapılıyor ama hepsi de birbirinin aynı. Yalnızca işin uzmanları aradaki farkı saptayabiliyormuş. Ben de bu yüzden Malmö’ye giderek birçok ithalatçı firmayla görüştüm.”
Kahve içmek için kantine gittiler. Martinson bir paket bisküvi aldı ve sonra da Wallander’in odasına gittiler.
“Demek şimdi kurtarma botuyla ilgili her şeyi öğrendin,” dedi Wallander.
“Birçok şey öğrendim ama bu botun nerede imal edildiğini henüz bilmiyorum.”
“Botun üstünde nerede imal edildiğini ya da hangi ülkeye ait olduğunu gösteren bir logo olmaması çok garip doğrusu,” dedi Wallander. “Cankurtaran ekipmanlarında genellikle bu tür bilgiler olur.”
“Haklısın. Malmö’deki ithalatçılar da aynı şeyi söyledi. Ama bir olasılık daha var: sahil güvenlik. Tüm yaşamını gümrük teknelerinde çalışarak geçiren emekli Kaptan Österdahl on beş yıl Arkösund’da, on yıl da Gryt takımadalarında çalışmış. Daha sonra Simrishamn’a gelerek emekli oluncaya dek de orada çalışmış. Yıllar içinde de lastik botlar ve kurtarma botları konusunda uzmanlaşmış.”
“Sana bunları kim anlattı?”
“Sahil güvenliği aradığımda şansım yaver gitti. Telefona çıkan adam Österdahl’ın kaptanlığını yaptığı gümrük teknelerinden birinde çalışmış.”
“Güzel,” dedi Wallander. “Belki bize yardım eder.”
“O