“Kadın sarışınmış.”
Peters’in kolları yanına düştü. “Louise Åkerblom mu?”
“Bilmiyorum. Adamın doğru söyleyip söylemediğini bile bilmiyorum.”
“Wallander’i ara,” dedi Peters. “Hemen şimdi.”
Ystad emniyetindeki polisler Walpurgis Gecesi’nin sabahında saat sekizde toplantı odasında günlük toplantılarına başlamışlardı. Björk hiç zaman yitirmeden yapılacakları özetlemişti. Böylesi bir günde kayıp bir kadını düşünmenin yanı sıra düşünecek başka önemli işleri de vardı. Bu, yılın en özgür günlerinden biriydi ve akşam oynanacak oyunların hazırlığıyla da ilgilenmeleri gerekiyordu.
Tüm toplantı Stig Gustafson’a ayrılmıştı. Wallander ekibini, perşembe öğle sonrasında ve bütün bir akşam, eski vapur makinistini bulmaya sevk etmişti. Papaz Tureson’la yaptığı konuşmayı anlattığında odadakiler artık gerçeğin eşiğinde durduklarını düşünmüştü. Hepsi de kesik parmakla havaya uçurulan evin bir süre daha beklemesi gerektiğinde görüş birliğine varmışlardı. Martinson da bu olayların Louise Åkerblom’la bir ilgisi bulunmadığını, yalnızca zamanlama açısından bir rastlantı olduğunu ileri sürdü.
“Bu tür şeyler hep olur,” dedi. “Yolu sormak için girdiğimiz evde yasa dışı bir şeyler bulduğumuz çok olmuştur.”
Cuma sabahı Stig Gustafson’un nerede oturduğunu henüz bulamamışlardı.
“Bunu bugün bir sonuca ulaştırmalıyız,” dedi Wallander. “Belki onu bulamayacağız. Ama adresini bulabilirsek hiç olmazsa onun telaşla oradan ayrılıp ayrılmadığını öğrenmiş oluruz.”
Tam o sırada telefon çaldı. Björk telefonu açtı, dinledikten sonra ahizeyi Wallander’e uzattı.
“Norén,” dedi. “Kentin dışında bir yerde trafik kazası olmuş, oradan arıyor.”
“Başka biri ilgilensin,” dedi Wallander sinirli bir sesle.
Ama yine de uzatılan ahizeyi aldı, Norén’in söylediklerini dinledi. Wallander’in tepkilerine alışık olan Martinson’la Svedberg, komiserin konuşmasından çok önemli bir şey olduğunu anlamışlardı.
Wallander ahizeyi yavaşça yerine koydu ve meslektaşlarına baktı. “Norén, çöplüğe giden yolun köşesinde,” dedi. “Önemsiz bir kaza olmuş ancak kazayı yapan adam bir kuyunun dibinde kadın cesedi gördüğünü söylemiş.”
Toplantı odasındakiler soluklarını tutmuş Wallander’in bundan sonra söyleyeceklerini bekliyorlardı.
“Eğer doğru anlamışsam,” dedi Wallander. “Bu kuyu Louise Åkerblom’un görmeye gideceği evden beş kilometre ötede. Ve onun arabasını bulduğumuz göle çok yakın.”
Odada kısa bir sessizlik oldu. Sonra da sanki sözleşmişçesine hepsi birden ayağa fırladı.
“Hemen bir arama ekibi oluşturmamı ister misin?” diye sordu Björk.
“Hayır,” dedi Wallander. “Öncelikle emin olmamız gerek. Norén aşırı heyecan yaratmamızı istemiyor. Kazayı yapan adamın kafasının iyice karışık olduğunu söyledi.”
“Onun yerinde olsaydım benim de kafam karışırdı,” dedi Svedberg. “Eğer kuyuda bir ceset bulduktan sonra araba kullanmak zorunda kalsaydım ben de bu kazayı yapardım.”
“Ben de aynı şeyi düşünüyorum,” dedi Wallander.
Polis araçlarına binerek Ystad’dan ayrıldılar. Svedberg’le Wallander aynı arabada, Martinson da başka bir arabada gidiyorlardı. Otoyolun kuzey çıkışına geldiklerinde Wallander sireni açtı.
Svedberg şaşkınlıkla baktı.
“Trafik yok ki,” dedi.
“Olsun,” diye karşılık verdi Wallander.
Çöplüğe giden köşede durdular, yüzü kireç gibi olmuş Peter Hansson’u arabaya alarak kuyunun bulunduğu eve doğru gittiler.
“Ben yapmadım,” dedi Peter Hansson defalarca.
“Neyi sen yapmadın?” diye sordu Wallander.
“Onu ben öldürmedim,” dedi.
“Peki, orada ne arıyordun?” diye sordu Wallander.
“Ben yalnızca su tulumbasını çalacaktım.”
Wallander ile Svedberg bakıştılar.
“Dün gece Morell telefon edip dört tulumba istedi,” diye mırıldandı Hansson. “Ama onu ben öldürmedim.”
Wallander adamın söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordu. Birden Svedberg’in jetonu düştü ve durumu açıklamaya koyuldu. “Ben galiba ne demek istediğini anladım,” dedi. “Malmö de herkesin tanıdığı Morell adında bir sahtekâr var. Bizim çocuklar onu bir türlü iş üstünde yakalayamadılar.”
“Peki ama neden tulumba?” diye sordu Wallander.
“Antika değerleri var da onun için,” diye cevap verdi Svedberg.
Arabayı terk edilmiş evin bahçesinde durdurdu Wallander. Havanın tatilde iyi olacağı görülüyordu. Gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Rüzgâr da durmuştu. Saat henüz dokuz olmasına karşın sıcaklık yirmi dereceyi bulmuş olmalıydı.
Kuyuya ve yanı başında duran kırık tulumbaya baktı. Sonra da derin bir soluk alarak kuyuya yaklaşıp içine baktı.
Martinson’la Svedberg, Peter Hansson’la birlikte bir kenarda durmuş bekliyorlardı.
Wallander cesedin Louise Åkerblom’a ait olduğunu hemen anladı. Cesedin yüzünde donup kalmış bir gülümseme vardı. Birden kendini çok kötü hissetti. Midesi bulanmaya başlamıştı. Kuyudan hızla uzaklaştı ve yere çömeldi.
Martinson ve Svedberg kuyuya yaklaştılar. Aşağı bakar bakmaz da dehşetle geri çekildiler.
“Lanet olsun,” dedi Martinson.
Wallander yutkundu ve derin soluklar almaya çalıştı. Louise Åkerblom’un kızlarını düşündü. Ve Robert Åkerblom’u. Genç kadının öldürülüp bir kuyuya atıldığını öğrendiklerinde mutlak güce sahip Tanrı’ya yine eskisi gibi inanıp inanmayacaklarını merak etti.
Yerinde doğrularak yeniden kuyuya yaklaştı.
“Bu o,” dedi. “Hiç kuşkum yok.”
Martinson arabasına koşup Björk’ü arayarak tam teçhizatlı acil yardım ekibinin derhâl gönderilmesini istedi. Louise Åkerblom’un cesedinin kuyunun dibinden çıkarılması için itfaiye gerekiyordu. Wallander kırık dökük verandada Peter Hansson’la oturdu, anlattıklarını dinledi. Ara sıra soru sordu ve Peter Hansson bu soruları yanıtladığında da başını onaylarcasına salladı. Hansson’un yalan söylemediğinden emindi. Aslında polisin, Peter Hansson’a eski tulumbaları çalmak için o sabah işe koyulmasına teşekkür etmesi gerekiyordu. Eğer işe koyulmasaydı Louise Åkerblom’un cesedini bulmaları çok daha uzun sürebilirdi.
Wallander, Peter Hansson’la konuşması bittiğinde Svedberg’e, “Adresini al,” dedi. “Sonra da gitmesine izin ver. Ama Morell de aynı şeyleri söylerse tabii.”
Svedberg başını evet dercesine salladı.
“Nöbetçi savcı kim?” diye sordu Wallander.
“Björk galiba Per Åkeson’un olduğunu söylemişti,” diye yanıtladı Svedberg.
“Onu ara,” dedi Wallander. “Kadınının cesedini bulduğumuzu söyle. Bugün öğleden sonra raporumu yazıp ona göndereceğim.”
“Stig