etmeniz gerekecek. Bugün yapılması şart değil. Papaz Tureson da bunu yapabilir.”
Åkerblom ifadesizce bakmaya devam etti.
Wallander dikkatli bir sesle, “Kızlarınız evde mi?” diye sordu. “Bu durum onlar için çok zor olacak.”
Yardım etmesini beklercesine Papaz Tureson’a döndü.
“Elimizden geleni yapacağız,” dedi Tureson.
Robert Åkerblom birden, “Haber verdiğiniz için teşekkür ederim,” dedi. “Tüm bu belirsizliklere dayanmak çok güçtü.”
“Olayların bu şekilde gelişmesine çok üzüldüm,” dedi Wallander. “Hepimiz karınızın kaybolmasının basit bir açıklaması olmasını ümit ediyorduk.”
“Kim öldürdü?” diye sordu Åkerblom.
“Bilmiyoruz,” diye yanıtladı Wallander. “Ama inanın, öğrenmeden asla peşini bırakmayacağız.”
“Öğrenemeyeceksiniz,” dedi Robert Åkerblom.
Wallander şaşkınlıkla baktı.
“Neden böyle düşünüyorsunuz?”
“Kimse Louise’i öldürmek istememiştir de ondan,” dedi Åkerblom. “Onun için de suçluyu bulmanız olanaksız!”
Wallander ne diyeceğini kestiremedi. Robert Åkerblom en büyük soruna parmak basmıştı.
Birkaç dakika sonra ayağa kalktı. Papaz Tureson da onunla birlikte hole gitti.
“Birkaç saat içinde tüm yakın akrabalarıyla bağlantı kurmanızı istiyorum,” dedi Wallander. “Onları bulamazsanız bana haber verin. Bu sırrı sonsuza dek saklayamayız.”
“Anlıyorum,” diyerek başını salladı Tureson.
Sonra da sesini alçalttı. “Stig Gustafson’u buldunuz mu?”
“Hayır, arıyoruz,” dedi Wallander. “Yine de katilin o olduğundan emin değiliz.”
“Başkası olabilir mi?”
“Olabilir,” diye cevap verdi Wallander. “Ama ne yazık ki bu sorunuzu yanıtlayamam.”
“Teknik nedenlerden ötürü mü?”
“Evet.”
Wallander, Tureson’un bir soru daha sormak istediğini görüyordu. “Evet,” dedi. “Sorun.”
Papaz Tureson, Wallander’in bile güçlükle duyabileceği kadar alçalttı sesini. “Tecavüze uğramış mı?”
“Henüz bunu da bilmiyoruz,” dedi Wallander. “Ama elbette bu da olanak dışı bir şey değil.”
Wallander, Åkerblom’ların evinden ayrıldığında içinde açlık ve tedirginlik karışımı garip bir eziklik hissetti. Österleden karayolunun üstündeki hamburgercide durarak bir şeyler yemek için kendini zorladı. En son ne zaman yemek yediğini hatırlamıyordu bile. Sonra da hiç zaman kaybetmeden merkeze geri döndü. Kapıda kendisini karşılayan Svedberg, Björk’ün basın toplantısı yapmak zorunda kaldığını haber verdi. Wallander ’in Louise Åkerblom’un kocasına acı haberi verdiğini bildiğinden ve onu rahatsız etmek istemediğinden Martinson’dan kendisine yardım etmesini istemişti.
“Haberi kimin sızdırdığını tahmin edebilir misin?” diye sordu.
“Evet,” diye yanıtladı Wallander. “Peter Hansson?”
“Hayır! Bir kez daha dene.”
“Bizden biri mi?”
“Bu kez değil. Morell’miş. Eğer sızdırırsa akşam gazetelerinden para alabileceğini fark edince haber vermiş. Gerçek bir baş belası o adam. Malmö’deki çocukların hiç olmazsa artık onu izleyebilecek bir nedenleri var şimdi. Tulumba çalması için birini görevlendirmek bir suçtur.”
“Bir süreliğine gözaltına alınır, o kadar,” dedi Wallander.
Kantine giderek birer fincan kahve aldılar.
“Haberi Robert Åkerblom nasıl karşıladı?” diye sordu Svedberg.
“Bilmem ki,” diye cevap verdi Wallander. “İnsana yaşamının yarısı elinden alınmış gibi gelir, herhâlde. Kimse böylesi bir şeyi yaşamadıkça nasıl bir duygu olduğunu bilemez. Ben tahmin bile edemiyorum. Basın toplantısı biter bitmez toplantı yapmamız gerektiğini düşünüyorum. O vakte kadar da odamda olup çalışacağım.”
“Cuma günü Louise Åkerblom’u Stig Gustafson’la birlikte gören birileri vardır belki,” dedi Svedberg. “Elimizdeki ipuçlarını yeniden gözden geçirmek istiyorum.”
“Tamam,” dedi Wallander. “Adam hakkında bildiklerini toplantıda en ince ayrıntısına dek dinlemek istiyorum.”
Basın toplantısı bir buçuk saat sonra bitti. O vakte kadar Wallander düşüncelerini farklı başlıklar altında toplamış ve araştırmanın bundan sonra nasıl yürütülmesi gerektiğine ilişkin bir plan çizmişti.
Björk ile Martinson, Björk’ün odasındaki toplantıya geldiklerinde çok yorgundular.
“Şimdi senin nasıl hissettiğini çok daha iyi anlıyorum,” dedi Martinson, bir sandalyeye çökercesine otururken. “Gazetecilerin sormadığı kadının iç çamaşırının rengi kaldı.”
Wallander hemen tepkisini gösterdi. “Zaten bu toplantıya hiç gerek yoktu,” dedi.
Martinson özür dilercesine kollarını iki yana açtı.
“Sana olanları kısaca anlatacağım,” dedi Wallander. “Olayın nasıl başladığını hepimiz biliyoruz, onun için biraz kısa geçeceğim. Her neyse, Louise Åkerblom’u buldum. Öldürülmüş, alnından vurulmuş. Benim tahminim, kadına yakından ateş edildiği doğrultusunda. Bu, daha sonra kesinlik kazanacak. Cinsel saldırıya uğrayıp uğramadığını bilmiyoruz. İşkence yapılıp yapılmadığını, bir odaya hapsedilip edilmediğini de. Nerede, ne zaman öldürüldüğünü de bilmiyoruz. Ama kuyuya öldükten sonra atıldığını biliyoruz. Arabasını da bulduk. Hastanenin bir an önce otopsi raporunu göndermesi çok önemli. Hiç olmazsa tecavüze uğrayıp uğramadığını öğrenmiş oluruz. Böylece bu konudaki sabıkalıları araştırmaya başlarız.”
Wallander sözlerine devam etmeden önce uzanıp kahvesinden bir yudum aldı.
“Katile gelince, şimdilik elimizde yalnızca bir aday var,” diye sürdürdü konuşmasını. “Uzunca bir zamandan beri genç kadının peşine düşen, ona umutsuzca âşık olan mühendis Stig Gustafson. Henüz onu bulamadık. Svedberg, sen bu konuda bazı şeyler öğrendin. Bize ayrıca elimizdeki ipuçlarına ilişkin bilgi de verebilirsin. Bu araştırmadaki diğer bilgiler kesik parmakla bir evin havaya uçurulması. Nyberg küllerin arasında gelişmiş bir telsiz cihazının bazı parçalarıyla, daha çok Güney Afrika’da kullanılan bir tabancanın kabzasını buldu. Bir bağlamda kesik parmakla tabanca arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum ama bunun da araştırmamıza bir yararı olacağını sanmıyorum. İki olayın birbiriyle ilişkisi olup olmadığını da hâlâ bilmiyoruz.”
Wallander sözlerini tamamlamıştı, önündeki kâğıt yığınını karıştıran Svedberg’e baktı. “İpuçlarıyla başlayacağım,” dedi. “Polise Yardım Etmek İsteyen İnsanlar başlıklı bir kitap yazmayı düşünüyorum bugünlerde. Bu kitap sayesinde çok zengin olabilirim. Her zamanki gibi elimizde karmaşık duygular, hayaller, itiraflar, teşekkürler ve küfürler var. Şimdilik ilginç olan tek bir şeye rastladık. O da Rydsgård arazisinin bekçisi cuma günü öğleden sonra Louise Åkerblom’u gördüğünden emin. Verdiği zaman da elimizdekilere uyuyor. Böylelikle kadının