George Thomas Bettany

Charles Darwin


Скачать книгу

olduğuna inanmaları için sebepleri vardı. Güney Amerika’ya özgü devekuşları ve birçok diğer hayvan, önemli gözlemlerin yapılmasını sağladı.

      Buenos Aires’e giderken kayalık beyaz kuvarstan bir dağ olan inişli çıkışlı Sierra de la Ventana önlerinde uzanıyordu. 20 Eylül 1833’te Buenos Aires’e varıldı, hiç zaman kaybetmeden Parana’nın yaklaşık beş yüz kilometre kuzeyindeki Santa Fe’ye yapılacak bir keşif gezisi ayarlandı. 3 Ekim’de Santa Fe’ye ayak basıldı ve bölge civarında çok sayıda nesli tükenmiş büyük memeli kalıntısı bulundu. Diğer fosillere benzer bir durumda olan ata ait bir fosilin bulunması kâşifimizi çok şaşırttı, çünkü Güney Amerika’da nesli tükenen bu kocaman hayvanların yanında, Güney Amerika’ya özgü at gibi bir canlının hayatta kalmış olması çok şaşırtıcıydı. Üstelik bu at cinsi, sömürgeci İspanyollar tarafından kıtaya getirilen diğer at sürüleriyle yaşama şansını kaybetmiş, diğer hayvanlarla beraber tarihe karışmıştı. Memelilerin Amerika’daki dağılımıyla ilgili öğrendiği garip bilgiler sonucunda Darwin, anlamlı bazı çıkarımlarda bulundu. Nehir ağızlarındaki doğal yığıntılarda çok miktarda gömülü kemik kalıntısı bulunmasının ardından, gerçekler açığa kavuşmaya devam ediyordu ve sonunda Darwin, Pampa46 bölgesinin tamamının gömüt olduğu sonucuna vardı.

      Ne yazık ki kötüye giden sağlık durumu kâşifi geri dönmeye mecbur bıraktı, 12 Ekim günü küçük bir gemiye binerek Buenos Aires’e dönüş yolculuğuna başladı. Dönüş yolculuğunda çamurlu Parana’nın, jaguarların kol gezdiği, hareketli ve değişken adalarını inceleme şansı eline geçmişti. Las Conchas’a varıldığında bir isyan patlak verdi ve Darwin bir süre gözetim altında tutuldu. General Rosas’ın ismi olumlu bir etki yarattı, rehberiyle atları geride bırakması şartıyla Darwin’in nöbetçileri geçmesine izin verildi, nihayetinde Buenos Aires’e sapasağlam vardı. İki haftalık bir gecikmeden sonra kararlaştırıldığı gibi bir kez daha Montevideo’ya gidildi. Buraya varıldığında Beagle’ın bir süre daha yola çıkamayacağı anlaşıldı, tez canlı araştırmacı yerinde duramayarak bu kez de Uruguay ve Rio Negro’ya olmak üzere bir keşif gezisine başladı. Mola verilen yerlerden biri, geniş arazileri olan bir toprak sahibininkiydi. Toprak sahibinin Buenos Aires’ten kaçan yüzbaşı arkadaşı, gezginin Buenos Airesli hanımlar hakkındaki düşüncelerini öğrenmek için çok hevesliydi ve içine sinen güvenceler sonrasında, tamamen yabancı birine gönüllü olarak yatağını verdi! Yolculuk boyunca şaşılacak kadar çok sayıda kocaman devedikenleri görüldü; kengerotları atların, pampaotlarıysa at binicilerinin boyu kadar uzundu. Yoldan bir metre dışarı doğru at sürebilmek sözkonusu bile değildi. Yeri gelmişken yazar, Gauchoların biniciliği ve bölgedeki kasaba halklarının durumunun canlı bir resmini çizmektedir.

      Bu yolculuk sırasında, niata denilen küçük, sıradışı bir öküz cinsiyle de karşılaşıldı, fakat Journal’ın ikinci basımı yayımlanana kadar bu cinse dair ayrıntılı bilgi verilmedi. Sıradan bir öküzle karşılaştırıldığında kuraklığın, bu küçük öküz cinsinin aleyhine olması garipti. Alt çene kemiği, üst çeneye göre daha çıkıntılıydı ve dudakları birbirine değmediğinden bu hayvanlar otlayamıyorlardı. “Bu, bir cinsin günlük alışılagelmiş alışkanlıklarından yola çıkılarak, uzun bir zaman diliminde neslinin hangi şartlar altında tükendiğine dair bir saptama yapılabilmesinin ne kadar da zor olduğuna dair bir örnektir,” diye yazmıştı Darwin. Bu notu 1845 yılında ortaya çıktığında, yazar çoktan büyük incelemesine başlamıştır.

      6 Aralık 1833 tarihinde Rio de la Plata’dan47 ayrıldılar ve Patagonya kıyılarında bulunan Port Desire’ye48 doğru yelken açıldı. San Blas koyundan on altı kilometre uzaklıktayken bir akşam, sayılamayacak kadar çok kelebek havada uçuşmaya başlayınca denizciler, “Gökten kelebek yağıyor,” diye haykırdılar. Kelebekler kendi iradeleriyle uçuyor gibi görünüyorlardı. Bir başka akşamsa en yakın kara parçasından yirmi yedi kilometre uzaklıktayken denizde yüzen canlı kınkanatlı böcekler görüldü. Ama tüm bunlar, büyük bir çekirgenin Beagle’ın güvertesine sıçrayışı yanında hiçbir şeydi, çünkü bu olay yaşandığı sırada rüzgâr Yeşil Burun Adaları49 tarafına doğru esiyordu, en yakın kara parçası ise neredeyse altı yüz kilometre uzaktaydı, hem de oraya ulaşmayı zorlu hale getiren alize rüzgârı da cabasıydı. Karadan çok uzaktayken örümceklerin hayret verici ortaya çıkışları da kayda geçirilmişti. Bir gün karadan neredeyse yüz kilometre uzaktayken güvertede ağ ören çok sayıda örümcek görüldü. Bu hayvanlar işlerini havada görürdü. Önce küçük bir iplik oluşturup sonra bir anda kendilerini hava boşluğuna bırakırlardı. Ardından yatay bir şekilde ağ örmeye başlarlardı.

      Beagle gemisi 23 Aralık 1833’te Port Desire’ye demirledi, ne var ki Patagonya, hayvanbilimcinin dikkatini kuzey ülkeleri kadar çekmedi. Bir sonraki durak 9 Ocak 1834’te varılan, yüz altmış kilometre güneydeki Puerto San Julián’dı. Burada bulunan kanıtlar, Patagonya’nın yükseldiği görüşünü kuvvetle pekiştirdi, bununla beraber hayvan kalıntılarının temel özellikleri incelendiğinde, Türlerin Kökeni’nde meyvesini veren fikirlerden biri olan “var olan hayvanlar ile nesli tükenen hayvanların beden biçimleri arasında pek çok benzerlik” olduğu fikri de burada oluştu. Darwin, onca muhteşem türün neden yok olduğuna dair düşüncelere sürüklenmişti, bununla ilgili ve imalı açıklamalar yapmıştı: “Türlerin eninde sonunda birbirine üstün gelmesinin, iklim ve besin çeşitliliği, düşmanlarla karşılaşma veya diğer türlerin sayısının artması gibi sebeplerle açıklanabileceğini düşünmeden edemiyorum.” Diğer yandan bu fikir üzerinde çok fazla durmamaktadır. Görüşlerini şu gözlemle tamamlar: “Elimizdekileri göz önüne aldığımızda emin olarak söylenebilecek tek şey, bireyler için hayat nasıl bir yerde son buluyorsa türler için de bunun böyle olduğudur; yaşanır ve bir noktada biter.”

      Journal’ın ikinci basımında filozof, kayda değer bir ilerleme kaydetmiştir. Değişen koşulların etkisi fikrini daha da geliştirmişti. Sonsuz çoğalmanın sorgulanması üzerinde ısrar edilirken, tüm türlerin geometrik artış gösterdiğine açıkça dikkat çekiliyordu. Bir önceki sonuç cümlesinin yerine şu cümlenin geldiğini görüyoruz: “Türlerin nesli tükenmeden önce, genellikle sayılarının azaldığı kabul edilebilir. Bir türün, diğer bir türe kıyasla daha ender rastlanır olmasına hayret etmemenin, üstüne üstlük bir de bu türün neslinin tükenmesinde olağandışı bir faktör veyahut bir mucize olduğunu ileri sürmenin, bir bireyin hastalığının kendisinin ölümünden önce var olduğunu (ama kimse hastalığın varlığına hayret etmez) ve hasta birey öldüğünde kendisinin bir vahşet sonucu öldüğünü düşünüp buna inanmaya benzediğini düşünüyorum.”

      Bu dönem süresince genç doğabilimcinin zihnini besleyen tek şey, Güney Amerika’nın karasal bölgesindeki gözlemleri değildi. Aralık 1832 ve Ocak 1833’te, Tierra del Fuego’ya hesapta olmayan bir ziyaret gerçekleştirildi ve buradaki yerliler büyük bir dikkatle gözlemlendi. Yaşadıkları şartları gören Darwin, hayretler içinde kalmıştı: “Aynı türe mensup insanlar olarak bu dünyada birlikte yaşadığımıza inanmak çok zor.” Buna rağmen buradaki perişan yerlilerin, kıtaya gelen misyonerler tarafından yetiştirildiklerini öğrendiğinde Darwin, bu başarıyı muhteşem olarak nitelendirmiş ve South American Missionary Society’ye (Güney Amerika Misyonerler Birliği) bağış yapmıştır.

      Hem 1833 hem de 1834 yılında Falkland Adaları’nda keşfe çıkıldı ve özellikle Macellan Boğazı dikkatle incelenerek birçok önemli jeolojik bulgu kayda geçirildi. Kıtanın güney kesimleri,