Steve Taylor

Çöküş


Скачать книгу

doluydu,”44 dedi. Benzer bir şekilde, Robert Lawlor da hâlâ avcı-toplayıcı olarak yaşayan Avusturyalı Aborijinler’in günde sadece dört saat yemek aradığını ve günün geri kalan kısmında müzik ve sanatla ilgilendiklerini, hikâye anlattıklarını ya da aileleri ve arkadaşlarıyla vakit geçirdiklerini belirtiyor.45

      Araştırmalar -kulağa garip gelse de- avcı-toplayıcıların beslenme alışkanlıklarının bizimkine kıyasla çok daha sağlıklı olduğunu da gösteriyor. Çok az yedikleri et dışında (günlük yiyecek tüketimlerinin sadece %10-20’si), aslında neredeyse günümüzdeki veganlar gibi besleniyorlardı. Süt ürünleri tüketmiyor; çoğunlukla meyve, sebze, kök ve kabuklu yemiş yiyorlardı. Üstelik hepsini çiğ tüketiyorlardı (günümüzdeki beslenme uzmanlarının en sağlıklı beslenme şekli olarak tavsiye ettiği gibi). Bu durum, keşfedilen avcı-toplayıcı iskeletlerinin, neden şaşırtıcı derecede büyük ve sağlam olduğunu ve neredeyse hiç hastalık ya da diş çürüğü belirtisi göstermediğini de kısmen açıklıyor. Antropolog Richard Rudgley şöyle yazıyor: “Yediklerinden ve iskeletlerinin durumundan, avcı-toplayıcıların genel olarak sağlıklı olduğunu biliyoruz.”46 Fizyolog Jared Diamond’ın çalışmaları, günümüzdeki Yunanistan ve Türkiye topraklarında yaşamış avcı-toplayıcı erkeklerin ortalama 1.77, kadınların ise ortalama 1.67 metre boya sahip olduğunu gösteriyor. Ancak tarıma geçilmesinin ardından bu rakamlar sırasıyla 1.59 ve 1.54’e düştü.47 ABD’deki Illinois Vadisi’nde yapılan arkeolojik kazılar ise insanların mısır ekmeye başlaması ve yerleşik hayata geçmesiyle birlikte bebek ölümlerinin arttığını, boylarının kısaldığını ve kötü beslenmeye dayalı birçok hastalığın ortaya çıktığını gösteriyor.48

      Bunun bir diğer nedeni de avcı-toplayıcıların daha sonraki insanlara kıyasla hastalıklara daha dayanıklı olması. Aslına bakarsanız tarihte hastalığa en az yakalanan insanların, modern tıbbın geliştiği ve sağlık koşullarının düzeldiği 19. ve 20. yüzyıllara kadar onlar olduğu söylenebilir. Bugün yakalandığımız hastalıkların çoğu, hayvanları evcilleştirdiğimizde ve dolayısıyla onlarla daha yakın temasa geçtiğimizde ortaya çıktı. Hayvanlardan bize birçok hastalık geçti: domuz ve ördekten grip, attan soğuk algınlığı, inekten çiçek hastalığı ve köpekten kızamık. Süt ürünleri tüketmeye başladığımızda ise en azından otuz yeni hastalıkla daha tanıştık.49

      Bu kitabın ana fikri açısından daha da ilginç olan, son birkaç bin yıldır insanlığı etkileyen sorunlara dair avcı-toplayıcılarda hiç iz olmaması. İlk insanlarla ilgili en yanlış varsayım, onların ağzı öfkeden köpüren ve ellerinde sopalarla ortalıkta dolaşıp sürekli birbirlerine saldıran vahşi yaratıklar oldukları efsanesi. Gerçek, bundan daha farklı olamaz diye düşünülüyordu.

      Arkeolojik çalışmalar avcı-toplayıcılğın sürdüğü dönemde savaşa dair neredeyse hiçbir kanıta rastlamadı; yani, insan ırkının ortaya çıkmasından MÖ 8000’e kadar dönemde. Aslında, onbinlerce yıl boyunca yaşandığı kesin olan sadece iki olay tespit edildi. Nil Vadisi çevresindeki bazı alanlarda, MÖ 12.000’den itibaren yaşanmış şiddet olaylarına ilişkin bir takım belirtiler görülüyor. Örneğin Jebel Sahaba’da vahşi bir şekilde öldürülmüş elliden fazla insan cesediyle dolu toplu bir mezar bulundu. Avustralya’nın güneydoğusundaki bazı kazı alanlarında ise kabileler arası kavgaya -ve çocukların kafataslarının parçalanması gibi başka toplumsal şiddet örneklerine- ait MÖ 11.000 ve 7000’e ait birkaç ize rastlandı.50 Lawrence Keeley’nin War Before Civilization (Medeniyetten Önce Savaş) kitabı da tarihöncesine ait birçok şiddet ve savaş örneği veriyor gibi gözüküyor. Ancak bunların hiçbiri güvenilir değil; dolayısıyla diğer bilim insanları tarafından reddedildiler. Örneğin Keeley, insan kemiklerindeki kesik izlerini yamyamlığın kanıtı olarak sunuyor; ancak muhtemelen bu kesikler tarihöncesi dönemdeki cenaze törenlerine ait kemikleri etten temizleme geleneğinin bir sonucu olarak oluştu. Keeley, Avustralya’daki mağaralarda yer alan oldukça soyut çizimleri de savaş resimleri olarak yorumluyor; fakat bu çizimleri pek çok başka açıdan yorumlamak da mümkün. Antropolog R. Brian Ferguson’un da dediği gibi, “Savaşın insanlık kadar eski olduğunu ima ederken Keeley maksadını fazlasıyla aşıyor.”51

      Savaşa dair kanıtların yokluğu oldukça çarpıcı. Örneğin 1999’da dünyanın farklı bölgelerine ait arkeolojik kanıtlar üç kez gözden geçirildi ve üst Paleolitik döneme (yani, MÖ 40.000-10.000 yılları arasına) ait savaşla ilgili hiçbir delil bulunamadı.52 Vahşi bir şekilde ölümden ya da savaşın neden olduğu zarar ve ziyandan hiç iz yoktu. Üstelik alet ve çanak çömlek gibi çok sayıda tarihi eser bulunmuş olmasına rağmen hiç silaha rastlanmadı. Ferguson’un da dediği gibi, “Savaşın bu dönemde o kadar yaygın olup da bu şekilde görünmez kalmış olmasını anlamak çok zor.”53 Arkeologlar, Paleolitik döneme ait üç yüzün üzerinde mağara “sanat galerisi” de keşfetti. Hiçbirinde savaşa, savaşçılara ya da silahlara dair çizim yoktu.54 Bu gibi kanıtlardan yola çıkarak arkeolog W. J. Perry şu sonuca vardı: “Toplayıcı insanların savaşçı olduğunu düşünmek çok yaygın ve büyük bir hata… Aksine elimizdeki bütün kanıtlar toplayıcı dönemin tarihin son derece barış dolu bir dönemi olduğunu gösteriyor.”55 Bir başka antropolog Richard Gabriel, bu durumu daha açık bir dille ifade ediyor:

      Taş Devri başladıktan doksan beş bin yıl sonrasına (MÖ 4000 yılına) kadar insanın bırakın savaş yapmayı, örgütlü grup şiddeti uyguladığına dair bile hiçbir delil yok. Başkasının canına kıymayla ilgili genel olarak çok az kanıt var.56

      Bunun doğru olduğunu, günümüzde hâlâ avcı-toplayıcı olarak yaşayan ya da çok kısa süre öncesine kadar böyle yaşamış gruplara baktığımızda da görüyoruz. Bazı antropologlar haklı olarak günümüzdeki yerli topluluklarını geçmiş kültürlerin temsilcisi olarak görmenin yanlış olacağını belirtiyor. Günümüzde var olan yerli topluluklar “uygar” halklar tarafından yozlaştırıldığı; hatta çoğu kez tamamen ortadan kaldırıldığı- için bu fikre katılmamak mümkün değil. Dünyada, tamamen yerli ve ilkel kültür muhtemelen kalmadı. Ancak yine de bu insanlara, en azından Avrupalılarla ilk temasa geçtikleri zamanlar (ve bunu takip eden dönemde) oldukları haliyle, tüm insan ırkının geçmişine açılan bir pencere olarak bakabileceğimize inanıyorum. Bu insanlar, binlerce yıl boyunca değişmeyen kültürlere sahipti. Örneğin, antropolog Robert Lawlor bunu şöyle ifade ediyor:

      Geleneksel arkeolojik kanıtlar, Aborijinlerin Avustralya’da 60.000 yıldır varolduğunu gösteriyor; ancak yeni kanıtlar bu rakamı 120.000, hatta 150.000’e çıkardı. Aborijinlerin törensel adetleri, inançları ve kozmolojisi insan türünün en derin toplumsal hafızasını temsil ediyor olabilir.57

      Günümüzün ve eski dönemlerin avcı-toplayıcı grupları arasında pek çok benzerlik mevcut. Örneğin, bildiğimiz kadarıyla eski avcı-toplayıcılar da günümüzdekiler gibi animist dünya görüşüne sahip, doğaya saygılı ve eşitlikçi bir toplumsal düzende yaşıyordu. Aslında birçok bilim insanı, geçmişe ait arkeolojik ve günümüze ait etnografik kanıtların birbirini desteklediğini kabul