Steve Taylor

Çöküş


Скачать книгу

bir şekilde ele alacağız). Kuzey Amerika’nın ortasındaki düzlük alanlarda yaşayan Yerliler (Plains Indians – Ova Yerlileri) gibi pek çok avcı-toplayıcı ise Avrupalılarla sorun yaşamaya başlayınca şiddete başvurmak zorunda kalmıştı. Son birkaç on yılda ise Afrika’nın güneyinde yaşayan !Kung halkı da benzer bir süreçten geçti. !Kunglar bir zamanlar son derece barışseverdi; ancak -kültürel yozlaşma sonucunda- artık birçok Batı ülkesinden çok daha yüksek bir cinayet oranına sahipler.59 “Savaş insanlık kadar eski” sözüne inananlar genellikle bu tür örneklere dikkat çekerek savaşın doğal olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Ancak R. Brian Ferguson’un deyişiyle, “ilkel ya da yerli savaşlarının, Batı ile temas sonrasında tüm dünyada genel olarak dönüşüme uğradığı, sıklaşıp yoğunlaştığı ve kimi zaman da hızlandığı”60 gerçeğini gözardı ediyorlar. Lenski’nin de dediği gibi, günümüzde hâlâ “[avcı ve toplayıcı gruplarda] savaşa çok az rastlanıyor. Modern çağda bile ayakta kalabilen kabileler çok ender savaşıyor; grup-içi şiddet nadiren görülüyor.”61

      Örneğin, Avustralyalı Aborijinler için bu genellikle geçerli bir tespit. Antropolog Elman R. Service Aborijin kabilesi Arunta için şunları söylüyor:

      Kabileler arasında savaş yok. Yaşanan çatışmalar, savaştan ziyade adli bir nitelik taşıyor. Bir grup ya da aile, bir birey tarafından kendisine yanlış yapıldığına inanıyorsa bu yanlışı düzeltmek ve intikam almak adına keşfe çıkıyor. Ancak bu süreç, genelde muharebe yerine anlaşmayla son buluyor.62

      Eski bir antropolog olan William Graham Sumner bildiği hiçbir yerli topluluğun (örneğin, Aborijinler veya Hindistan, Alman Melanezyası ve Papua Yeni Gine’de yaşayan kabileler gibi) savaşmadığını ifade etmişti. Özetlediği gibi, “En az uygar insanlara dair gerçeklere baktığımızda, savaşçı olmadıklarını ve ellerinden geldiğince savaştan kaçındıklarını görüyoruz.”63 Bir diğer kadim antropolog Branislav Malinowski ise pek çok yerli halkın, hiddet belirtisi gösterdiği zamanlarda bile “bunun gerçek bedensel şiddete dönüşmesinin istatistiki olarak önem verilemeyecek derecede nadir olduğunu”64 belirtiyor.

      Elbette bu topluluklarda da kimi zaman çatışma gerçekleşiyordu. Ancak mümkün olduğunca az şiddetli geçmesini sağlamak için sürece müdahale ediliyor ve çatışma törenselleştiriliyordu. Gruplar arasında kavga çıktığı zaman antropologların “turnuva savaşları” (tournament fights) dediği yola başvurularak düşmanca duyguların dışa vurulması sağlanıyordu. Örneğin, ünlü Eskimo şarkı yarışmalarının amacı buydu. Diğer kabilelerse güreş, mızrak ve kafa atma turnuvaları düzenliyordu.65 Bu “törensel saldırganlığın” bir örneği, W. Divale tarafından War in Primitive Society (İlkel Toplumda Savaş) adlı kitapta tasvir ediliyor.66 “İleri” kabile kültürlerinde, “savaşçı” gruplar önceden kararlaştırılmış bir alanda buluşuyor ve topluca savaşmak yerine çiftlere ayrılarak düello düzenliyorlardı. Aynı anda düzinelerce düello vuku buluyordu. Bir “savaşçı” rakibine hakaret ediyor ve ardından mızrak ya da ok atıyordu. Ancak bireyler arasında oldukça uzun bir mesafe bulunduğu ve “savaşçılar” oktan kaçmakta oldukça yetenekli olduğu için bu süreç neredeyse hiçbir seferinde ölümle sonuçlanmıyordu. Divale’nin de dediği gibi, “Eğer bir kişi ağır bir şekilde yaralanır ya da ölürse o gün muharebeye ara veriliyordu.”67

      Burada önemli olan nokta, avcı-toplayıcıların genellikle kendilerini bir toprak parçasına ait hissetmiyor olması, dolayısıyla bölgelerine yaklaşanlara da saldırmıyorlardı. Burch ve Ellanna’nın da dediği gibi, “Avcı-toplayıcılarda hem toplumsal hem de mekânsal sınırlar oldukça esnekti; üyeleri ve benimsedikleri coğrafya sık sık değişiyordu.”68 Sınır kavramını bilmedikleri için, bir toprak parçasını ya da üzerindeki doğal kaynakları korumak adına savaşmalarına da gerek kalmıyordu. Aksine, Margaret Power’ın deyişiyle, “yemek kaynakları konusunda endişelenmiyor, onlara sahip olmaya çalışmıyorlardı.”69 Bu tez, arkeolojik kanıtlarla da uyumlu. Antropolog Haas’ın tarihöncesi Kuzey Amerika hakkında yazdığı gibi,

      İlk avcı ve toplayıcıların sınırları korumak adına harekete geçtiğine dair elde hiç arkeolojik kanıt yok. Tam aksine, bütün kıtaya yayılmış açık bir iletişim ve etkileşim ağı kurmuşa benziyorlar.70

Ataerkillik ve Eşitsizlik?

      Ataerkillik ve toplumsal katmanlaşma da avcı-toplayıcı gruplarda yok gibi gözüküyor. Antropolog Knauft, avcı-toplayıcıların en önemli özelliğinin “en üst düzeyde siyasi ve cinsel eşitlikçilik”71 olduğunu söylüyor. Kabilenin yiyecek kaynaklarının çoğunu sağlamaları, kadınların erkeklerle en azından eşit toplumsal mevkide olduğunu gösteriyor -bu kadar önemli bir iktisadi göreve sahipken düşük bir mevkide olduklarını varsaymak zor. Avcı-toplayıcıların insan bedenine ve cinselliğe karşı takındıkları sağlıklı ve açık tavır da -günümüzde yaşayan Aborijinler’den bazılarının çıplak dolaşması ya da cinsellik hakkında samimi olmaları gibi- bunu gösteriyor. Çünkü daha sonra da göreceğimiz gibi kadınlara yönelik baskı, insanın bedenine yabancılaşmış hissetmesi ve içgüdüleri ile bedensel işlevlerine karşı takındığı olumsuz tavırla yakından alâkalıydı.

      Günümüz avcı-toplayıcılarında da ataerkilliğe rastlanmıyor. Antropolog M. A. Jaimes Guerrero şunları söylüyor: “Araştırmalarım, hepsi değilse bile neredeyse bütün yerli halkların Avrupa işgali ve sömürgecilik öncesinde anasoylu olduğunu gösteriyor.”72 Yani, neredeyse bütün yerli halklarda soy ve miras baba değil anne tarafından geçiyordu ki bu da kadınların yüksek bir mevkiye sahip olduklarının açık göstergesiydi. Ingold ve çalışma arkadaşlarının da öne sürdüğü gibi “ânında tüketen” (immediate return) avcı-toplayıcılarda (yani topladıkları yiyecek ve diğer kaynakları sonraya saklamadan hemen kullanarak yaşayan toplumlarda) erkeklerin kadınlar üzerinde hâkimiyeti yoktu.73 Kadınlar eşlerini genelde kendileri seçiyor, ne iş yapmak istediklerine kendileri karar veriyor ve istedikleri zaman çalışıyorlardı. Eğer evlilik yürümezse velayet hakkı kadınındı (yerli kültürlerde ataerkilliğin olmadığını gösteren başka kanıtları Dördüncü Bölüm’de sunacağız).

      Eski avcı-toplayıcıların eşitlikçi olduğuna ve toplumsal mevki farklılıklarını bilmediklerine dair de bazı arkeolojik deliller mevcut. Arkeolojide toplumsal tabakalaşmanın en açık göstergelerinden biri olarak mezarlarda gözlemlenen farklılıklar kabul edilir -büyüklükleri, konumları ve içlerine konulan eşyalar gibi. İleriki sayfalarda da göreceğimiz gibi sınıflara ayrılmış toplumlarda daha “önemli” insanlar için büyük, merkezi ve içinde birçok eşya bulunan mezarlar vardır. Ancak eski avcı-toplayıcıların mezarları çarpıcı bir biçimde aynı. Ya tamamen aynılar ya da aralarında çok az fark var.

      Günümüzdeki avcı-toplayıcılara bakarak da atalarının eşitlikçi olduğu sonucuna varmamız mümkün. Günümüzün neredeyse bütün avcı-toplayıcıları, toplumsal eşitsizlikle özdeşleştirdiğimiz niteliklerden hiçbirine sahip değiller. Antropolog James Woodburn, ânında-tüketen