Frank Henry Brooksbank

Antik mısır


Скачать книгу

ve bazen aylarca geri dönmüyordu. Onun yokluğunda Thebes halkı tekrar huzura kavuşuyordu. Birçok insan, bu devin kendi kardeşine karşı bir komplo kurduğunu ve bu sözde av aşkını da aslında kötü planlarını saklayacak bir kılıf olarak kullandığını düşünüyordu.

      Osiris uzaklardayken İsis o kadar ihtiyatlıydı ki, Tifon kötülük edecek fırsat bulamıyordu. Osiris’e kıyasla çok daha dikkatli davranan İsis, tüm yaptıklarını izlemesi ve kendisine bildirmesi için güvenilir bir hizmetkârını adamın peşine takmadan, düzenbaz herifin şehri terk etmesine katiyen izin vermiyordu.

      Yıllar bu şekilde gelip geçti. İsis ve Osiris, tebaalarının yazgısını daha iyi bir hale getirmek ve huzurunu artırmak için didiniyorlardı. Tifon ise bu hoş toprakları kendi eline geçirmek için bekliyor ve fırsat kolluyordu, kardeşine karşı kalbinde hissettiği nefret gitgide büyüyordu.

      V – Osiris’in Katli

      Hükümdar’ın kardeşi, günler boyunca odasından çıkmadı. Kapısına gelen herkese kaba bir üslupla yalnız kalmak istediğini söylüyordu, yakın arkadaşlarını bile yanına sokmuyordu. Bu adamlar, zamanlarını hırgür çıkarmak için harcayan adamlardı; bir gün muhafız yüzbaşı, bunlardan bir düzinesini yakalayarak zindana attı. O günden sonra, her ne kadar o edepsiz eğlenceleri kontrol edilmese dahi, bu eğlenceleri çok daha gizli bir biçimde düzenlemeye başladılar. Tifon ise içine kapanıktı. Bazen servis edilen yemeğe dokunmuyordu bile; hizmetliler böylesi günlerde onun zalim öfkesinden kaçınmanın en doğrusu olacağını öğrenmişti. Bir gün oturduğu yerden hızla ayağa fırladı. “Bunu yapabilirim, yapacağım da…” dedi.

      Ahşaptan yapılma ağır bir sandığın yanına gitti ve sandığın içinden uzun bir kumaş rulosu çıkardı. Bu kumaş, Mısırlıların kullandığı kumaşlara pek benzemiyordu. Daha hoş ve daha yumuşaktı, güneş ışığında tıpkı gökkuşağı gibi parlıyordu. Düzenbaz Tifon bu ruloyu yanına alıp Osiris’i bulmaya gitti.

      Şans o ya, Osiris yalnızdı. “Nasılsın kardeşim?” diye nazikçe sordu. “Umarım hastalığını atlatmışsındır.”

      “Epey iyileştim,” diye cevap verdi Tifon; sanki bambaşka biri gibiydi, sesi ve tavrı işte o kadar nazik, o kadar uysaldı. “Epey iyileştim, kardeşçe ilgin için teşekkür ederim. Bu teşekkürümün bir nişanesi olarak sana küçük bir hediye hazırlamak isterim. Bu kumaş hakkında ne düşünüyorsun?” dedi ve kumaş topunu Hükümdar’a uzattı.

      “Gerçekten de çok güzel,” diye cevap verdi Osiris. “Bu topraklarda böylesi yok.”

      “İşte bu yüzden bu kumaş bir hükümdar için kullanılmalı,” dedi Tifon. “Eğer kardeşim kabul ederse, bu kumaşla onun krallara yaraşır bedeni için bir kaftan dikmek isterim.”

      “Cömertliğin için teşekkür ederim,” diye cevap verdi Osiris, hiçbir şeyden şüphelenmemişti. “Eğer sen öyle arzuluyorsan, kumaşı kabul edeceğim, ama sana daha fazla dert olmasın. Saray terzilerine bırakabilirsin. İlgilenmeleri için emir veririm.”

      “Bunu yapmak, kumaşın güzelliğinin yarısını bozmak olur ama,” dedi Tifon. “Ben çok becerikli bir zanaatkâr tanıyorum. İşini öylesine iyi yapıyor ki, onunla saray terzilerini kıyaslamak, bu kumaşla şu giydiğin çaputları kıyaslamak gibi olur. İzin ver gerekli ölçüleri alayım, hem kaftanını diktirmek benim için bir zevk olur.”

      “Pekâlâ, eğer öyle diyorsan, öyle olsun,” diyerek kabul etti Hükümdar. Ayağa dikildi, Tifon da kumaşı kullanarak başından topuklarına kadar ölçü aldı.

      Firavun gülerek, “Hoppalaa! Kaftan başımı da kapatmayacak herhalde, öyle değil mi?” diye sordu.

      “Ah! Elbette kapatmayacak,” diye haykırdı düzenbaz, güya kafası karışmıştı. Kumaşı omuz hizasından yere kadar işaretledi. Aynı şekilde diğer ölçüleri de aldı, en sonunda da ölçülerin tamam olduğunu söyledi.

      “Hemencecik hazır olur,” dedi. “Hiç vakit kaybetmeden bahsettiğim ustaya götüreceğim.”

      Kendi meskenine geri döndüğünde yandaşlarını yanına çağırdı, bir saat geçmemişti ki hep birlikte büyük bir hızla güneye doğru gitmeye başladılar. Akşam vaktine doğru bir bataklığa vardılar, bataklığın kıyılarında küçük bir kulübe görülüyordu.

      “Burada bekleyin,” dedi Tifon. Kolunun altındaki kumaş rulosuyla, kulübeye doğru yürüdü. İşin hallolması uzun sürdü, üstelik eğer yakınlarda biri olsaydı verilen talimatların sürekli tekrar edilmesine hayret eder, verilen talimatların kendilerini ise çok daha büyük bir şaşkınlıkla karşılardı. Oyma, kaplama ve kaydırma sözcüklerinin kaftan dikimiyle hiçbir ilgisi yoktu, fakat konuşmaların asıl kısmını bu türden sözcükler oluşturuyordu. Dahası, Tifon kulübeden tekrar çıktığında kumaş hâlâ yanındaydı.

      Grup tekrar yola koyuldu, gecenin çoğunu at sırtında geçirdiler. İki gün sonra başka bir ıssız kulübeye vardılar, gerekli talimatlar verildikten sonra kumaş işte buraya bırakıldı. Bir kez daha yola koyuldular, on yedi gün sonra da Etiyopya’nın başkentine geldiler.

      Tifon, kente varır varmaz doğrudan saraya giderek giriş izni istedi. Hiç vakit kaybetmeden içeri alınıp esmer kraliçenin huzuruna çıkarıldı.

      “Ee, başarılı oldun mu?” diye sordu bu Kraliçe Aso.

      “Henüz değil,” diye cevap verdi Tifon. “Sürekli gözetliyorlar. Kraliçe İsis’in şüphelendiğinden korkuyorum, kim bilir, belki de planlarımla ilgili bir şeyler biliyordur.”

      “Henüz değilmiş…” diye tekrarladı Aso, adamın son kelimelerinin hepsini duymazdan gelmişti. “Hep aynı hikâyeyle geliyorsun. Geçen sefer de başaracağından emin konuşuyordun.”

      “Sevgili Aso,” dedi Tifon. “Hiç kimse benim kadarını yapamazdı. Evvela güce değil, hileye başvurmalıyız. Gücü sonrasında da pekâlâ kullanabiliriz.”

      “Yani?” diye kısaca sordu kadın, Tifon duraksayınca.

      “Bir planım var,” dedi Tifon. “Buraya bu yüzden geldim. Osiris’i tedbiri elden bırakmayan eşinden uzağa çekebilirsek, bu plan mutlaka işe yarayacaktır. Birliklerin bana yardım etmeye hazır mı?”

      “Sözüm hâlâ geçerli,” diye cevap verdi Aso.

      “Öyleyse yarın yola koyuluruz, bu kez zafer benim olacak.”

      Ertesi gün geri dönüş yolculuğu başladı. Artık yanında yetmiş iki yoldaşına ek büyük bir asker birliği de vardı. Yedinci günde yanına bir düzine adam alarak önden gitmeye başladı, arkada kalanlara olanca hızlarıyla devam etmelerini söyledi.

      Gece gündüz at sürdüler, öğle ve gece yarısı vakitleri yalnızca birkaç saat dinleniyorlardı. Kumaşın bırakıldığı kulübeye varınca Tifon durdu ve içerideki adamı kapıya çağırdı.

      “Bitirdin mi?” diye sordu.

      “Hazır,” diye cevap verdi adam. “Efendi hazretleri kaftanı görmek ister mi?”

      “Gerek yok, eminim güzel olmuştur,” diye cevap verdi dev. “Hadi ver de yoluma gideyim.”

      Tekrar yola koyuldular. Bataklığın yanındaki kulübeye vardıklarında, güneş tanrısı gökyüzünde iki tur atmıştı. Tifon, içeri yine tek başına girdi ve münzevi bir yaşam süren işçiyle yalnız kaldı. Ardından kapıya çıkıp dostlarını yanına çağırdı.

      “Yolun bundan sonrasına nehirden devam edeceğiz,” dedi. “Bunu alın ve bataklığın girişinde saklı halde bulacağınız kayığın içine koyun.”

      İşaret ettiği nesne,