Frank Henry Brooksbank

Antik mısır


Скачать книгу

söylenene göre Güney Orduları Yüzbaşısı olarak elinde tuttuğu yetkiyi kullanarak ordu birliklerinde itaatsizlik çıkarmak ve askerleri kendi kötü işleri için kullanmak istemiştir.”

      Görevli okumayı bitirince, “Bu suçlamalara ne diyorsun?” diye sordu firavun.

      “Bana bu suçu atanlar kimler?” diye usulca sordu Hotep.

      Hükümdarın kaşları yine çatıldı. “Fark etmez,” diye çıkıştı sinirle. “Suçlamaları duydun. Verecek cevabın var mı?”

      “Efendim, tüm bunların düşmanlarım tarafından uydurulmuş adi yalanlar olduğunu söylemekten başka diyeceğim bir şey yok,” dedi korkusuz genç. “Ey efendim, hizmetlerimi nasıl bir sadakatle gerçekleştirdiğimi biliyorsunuz, sizin kararınızı kabul ediyorum, faziletinize güveniyorum.”

      Firavun bir anlığına afallamıştı. Çok geçmeden öfkesi geri döndü.

      “Günahının cezası ölümdür,” diye çıkıştı. “Suçlu olduğun kanıtlandı.” Arkasındaki muhafızlara döndü. “Götürün şunu.”

      Savaşçı hızla etrafına bakındı. Henüz gençti, yaşam tatlıydı. Ancak çevresindeki kalabalığın içinde bakışlarına karşılık veren yüzler göremedi. Artık kafasından geçen düşünce her neyse, bu düşüncenin umutsuz olduğunu fark etmişti. Acı bir gülümsemeyle, kendisini götürmek için gelen muhafızlara teslim oldu.

      “Hükümdar, insanları dinlemeden mi yargılıyor?” dedi Osiris, ifadesiz bir yüzle tahtın olduğu yöne doğru yürüdü. “İyi bir hizmetkârı ölüme göndermek, senin onuruna ve refahına katkı mı sağlıyor?”

      Herkes büyük bir hayretle soluk soluğa söyleniyordu, fısıldaşmalar etrafta bir rüzgâr gibi uğulduyordu. Daha önce hiç kimse bir firavunun arzusunu bu şekilde sorgulamamıştı. Firavunun kendisi bile öylesine afallamıştı ki, bir süreliğine konuşamadı.

      Nihayetinde kelimeleri seçebilecek hale geldiğinde “Sana gösterdiğim iyi niyetin sınırlarını aşıyorsun,” dedi. “Diyeceğimi dedim. Eğer kapılarımızı açtığımız bir yabancı olmasaydın, bu patavatsızlığın yüzünden koruduğun kişiyle aynı sonu paylaşırdın. Kenara çekil ve bir daha da bu işe karışma, yoksa senin için kötü olur.”

      “Öyle veya böyle, sizden o adama adaletli davranmanızı istiyorum,” dedi Osiris, sakin bir tavırla. “Yoksa bunu…”

      “Benimle böyle konuşmaya nasıl cüret edersin?” Öfkeyle kükredi firavun. “Bu aptalı da götürün,” diye haykırdı muhafızlara, “yoksa onu dikildiği yerde öldürüp bırakacağım.” Uzun mızrağını elinde kıpırdatmaya başlamıştı.

      “Hizmetkârınız Hotep için adaleti sağlamadığınız sürece tek bir adım atmayacağım,” diye cevap verdi Osiris. Tıpkı öncesinde olduğu gibi sakin ve rahattı.

      “Deli adam, aptallığının cezasını çek öyleyse!” diye haykırdı firavun. İleri doğru atıldı, mızrağı fırlatmak için hazırdı.

      “Dur,” dedi Osiris. Sesi, tepelerde yankılanan bir gök gürültüsü gibi her yeri sarmıştı.

      Bu söz üzerine donakalan hükümdar durdu, elindeki mızrak bir patırtıyla mermer zemine düştü. Saray mensupları mutlak bir dehşetle olanları izliyor, sonradan yaşanacakların alameti niteliğindeki bu olaya hayret ediyorlardı. Osiris gerçekten de bir tanrı gibi görünüyordu, orada küçük çocukların oluşturduğu bir kalabalığın ortasındaki heybetli bir adam gibi dikiliyordu. Kolunu ileri doğru uzatmıştı, gözlerinde şimşekler çakıyordu.

      Kolunu yavaşça indirdi, bu sırada firavun da bilincini tekrardan kazanmaya başlamıştı, korkudan zangır zangır titriyordu, tekrardan tahtına çöktü.

      “Eğer bir adım daha atsaydın,” dedi Osiris, “aşağıdaki gölgeler diyarına doğru yola çıkmış olurdun. Seni ve etrafındakileri yok edecek güce sahibim, bunu bil. Şimdi yalancıların suçladığı hizmetkârın Hotep’i salacaksın ve onun ölümünü planlayan kişileri cezalandıracaksın. Beni bir daha öfkelendirme, bunu asla unutma, bunun korkusuyla yaşa!” Dehşete kapılan kalabalık daha tek bir söz bile söylemeden ya da hareket dahi edemeden tanrı oradan ayrılmıştı bile.

      IV – Kötülüğün Gelişi

      Bu olaylardan bir zaman sonra hükümdar hastalanıp öldü ve atalarına katıldı. Geride krallığı devralacak birisini bırakmadığından hükümdarlığın soylularının ve danışmanlarının yeni bir yönetici seçmesi icap etti. Fikir birliğiyle tacı Osiris’in kabul etmesi talebinde bulundular ama o bunu istemiyordu. Yine de en sonunda, başka bir hükümdar seçmeyeceklerini ve başlarında bir lider olmadığı sürece çobansız bir sürüye döneceklerini anlayan Osiris, bu ısrarlara boyun eğdi.

      Uzun yıllar boyunca ülkeyi eşi İsis’le birlikte yönetti, halkın arasına ilk karıştığı günden itibaren insanlara çok büyük yardımlarda bulundu. Yavaş yavaş hükümdarlığını Mısır hudutlarının çok ötesine yaydı; halkları silah zoruyla değil, tatlı sözlerin yanı sıra, o zamana dek varlığı dahi bilinmeyen tarım ve barış sanatına dair bilgisiyle kendi tarafına çekiyordu. Bu tür seyahatleri çok sık gerçekleştiriyor, aylarca ülkeden uzak kaldığı oluyordu; bu zamanlarda toprakları İsis yönetiyordu. İsis’in yalnız başına kaldığı sıralarda yönetim konusunda gösterdiği yetenek ve bilgelik, zarafeti ve nezaketine karşı hissedilen sevgi ve saygıyla birleşiyor, bu sayede neredeyse Osiris’e gösterilene denk bir hürmetle anılıyordu.

      Günlerden bir gün Thebes kentinin kapılarına bir yabancı vardı, silahlı adamlardan oluşan bir grupla birlikte gelmişti. Uzun ve güçlü biriydi, kapı muhafızının o zamana dek gördüğü en çirkin herifti. Gevşekçe yana saldığı uzun kolları, kısa ve kalın boynunun üstündeki devasa kafası, çatık kaşları, güdük ve kalınca burnu, son olarak da yüzüne her daim kötücül bir alay ifadesi konduran kesik üst dudağıyla birlikte, cesur kapı muhafızının bile gözünü korkutan bir adamdı bu.

      “Kimsin ve burada ne arıyorsun?” diye sordu asker, adam devasa kapılara vurunca.

      “Osiris’in sarayı burası mı?” diye sordu yabancı.

      “Evet. Niye soruyorsun?”

      “Ona gidip erkek kardeşi Tifon’un geldiğini söyle, akrabamı görmek için sabırsızlandığımı bildir,” diye cevap verdi dev adam.

      “Sen onun kardeşi misin!” diye haykırdı muhafız, bir kahkaha patlattı. Tanrılara benzer hükümdarının böylesi bir canavarla kardeş olabileceğine ihtimal dahi vermiyordu.

      Yabancı öfkelendi. “He, kardeşiyim,” diye böğürdü. “Çabuk mesajımı ilet, yoksa önce bu kapıları kafana çalar, sonra da seni mızrağıma geçiririm.” Bunu der demez büyük, kıllı ellerinden birini öne doğru uzatıp kapının parmaklıklarından birini yakalayarak parmaklığı yerinden sökecekmiş gibi sallamaya başladı.

      Muhafız, onun suyuna gitmenin en iyisi olacağına karar verdi. “Mesajını biriyle göndereceğim,” dedi. Sonra dönüp dostlarından birine haberi saraya iletmesini söyledi. Gönderilen adam geri döndü, kapıdaki muhafız çok şaşırmıştı, zira kapıya gelen yabancıların içeri alınması ve onlara huzura kadar eşlik edilmesi için emir verilmişti.

      Osiris giriş basamaklarının ucunda dikilmişti, kardeşini bekliyordu. Onu kente buyur etti, kendisiyle birlikte sarayda kalmasını istedi, odalar çoktan hazırlanmıştı bile. Gelin görün ki etraftaki birçok kişi, Firavun Osiris’in karşılamasında, o kendine has samimiyetinden bir şeylerin eksik olduğunu fark etmişti; Tifon’un yüzündeki kötücül bakışları ise