Frank Henry Brooksbank

Antik mısır


Скачать книгу

suluğunu omzuna atmış, evin yolunu tutuyordu.

      “Asıl soru ‘neden çalışıyoruz ki’ olmalıydı herhalde,” diye cevap verdi genç saka, yüzünü ekşitmişti.

      “Doğru, doğru ama mecburuz işte,” dedi ilki. “Aksi takdirde hiçbirimiz burada olmazdık zaten. Ancak bugün biraz farklı. Çölden yüzümüze vuran bu şiddetli ateş varken erkenden dinlenmeye çekilen kişiyi suçlayamayız. Sana da iyi gelir hem.” Genç dostu cevap vermeyince devam etti: “Çok neşeli bir halin yok gibi.”

      “Neşeli hissetmiyorum da ondan,” diye sertçe çıkıştı saka. “Ama ne yapalım, karnımızı doyurmak zorundayız. Eğer çalışmazsam karnımı doyuramam. Besleyecek çok mide var, babam hasta düştü. O yüzden hepsine ben bakmak zorundayım.”

      “Pekâlâ, ama ben akşama kadar bekleyeceğim, o zaman hava daha serin olur,” dedi dostu ve evine gitti.

      Genç saka Pamyles, arkadaşının uzaklaşmasını izledi, bu sırada geçimini bu denli dertli kılan kaderine karşı kalbinde acı bir öfke duyuyordu. Sonra, nehir kıyısında sazlıklardan yapılma küçük kulübedeki boş mideler aklına gelince, kaynağın başına gitti.

      Postu suyla doldurmuştu ki birinin ona seslendiğini sandı. Etrafına bakındı, ama hiç kimseyi göremedi. “Pamyles,” dedi tekrardan bir ses. Bu sefer emindi, su dolu postu omuzlarından indirip tapınağa giden basamaklara doğru baktı. “Pamyles,” dedi ses, üçüncü kez. Neyle karşı karşıya olduğunu anlayamayan zavallı genç, keçi postunu yere fırlattı. Su taşmaya, adamın ayağının çevresinde küçük bir gölet oluşturmaya başlamıştı.

      “Korkma,” dedi ses. Pamyles’in şaşkına uğramış duyuları, sesin tapınak kapısı önündeki bir heykelden geldiğini işaret ediyordu. “Korkma, kasabaya in ve dostlarına haber ver: Tüm dünyanın efendisi, Osiris doğdu. Bu mesajı ülkenin dört bir yanındaki insanlara bildir.”

      Ses kesildi. Pamyles, ses kesilir kesilmez, keçi postunu falan unutup tabanları yağladı, evine varana dek hiç durmadı. Orada, başına gelenleri eşine anlattı. Kadın, adamın başına sıcak vurmuş olacağını söyleyerek biri çalmadan önce hemen keçi postu için geri dönmesi gerektiğini buyurdu. Fakat odanın öteki ucunda, kamışlardan yapılma bir yatak üzerinde gözleri kapalı şekilde yatan yaşlı babası, oğlunu yanına çağırarak başından geçen olayı tekrar anlatmasını istedi.

      Pamyles öyküsünü bitirince yaşlı adam, “Bu cennetten gelen bir sesmiş,” dedi. “Git ve emredildiği gibi sana bildirilen mesajı herkese duyur. Bu güzel haberleri duyacak kadar yaşadığım için sevinç doluyum. Tanrıların lütfu senin üzerine olsun oğlum.” Hasta adam bunu söyledikten sonra yüzünü duvara döndü ve öldü.

      Pamyles kendisine emredileni yapmak için aceleyle yola çıktı, böylece Osiris’in doğum haberi tüm dünyaya yayıldı.

      II- Tanrı ve Tanrıça’nın Gelişi

      Yaz mevsiminin başlarında bir akşam… Batmakta olan güneşin ışıkları tepelerin üstündeki, kızılla karışık mor ve altın renkli gökyüzünde süzülüyordu. Thebes kentinde, Nil’e bakan kaba saba bir tapınağın yakınındaki çınar ağacının altında bir adam duruyordu. Muazzam bir heybete sahipti, buna rağmen o kadar orantılı bir vücudu vardı ki yanında başka biri olmadığında heybetini fark etmek çok güçtü. Üstelik bir ölümlüden fazlasıymış gibi görünüyordu.

      Hemen yanında bir kadın vardı, hiç şüphesiz güneşin gördüğü en güzel, en zarif kadındı bu. Tatlı ve kibar bir yüzü, hafif gül pembesine kayan açık renkli bir teni vardı; alımlı bedenini dar, beyaz bir elbise sarıyordu. Kestane rengi gür saçları ayaklarına kadar iniyor, bedenini sanki bir kıyafet gibi sarıyor, solmakta olan gün ışığında parlak bir bakır gibi ışıldıyordu. Sanki Mısır’ın yakıcı düzlüklerinden değil de başka bir diyardan gelmiş gibiydi. Güneş dairesi zirvenin ardında alçalıp kurşuni ve kahverengi tepeleri derin bir mora boğarak nehrin sularını ateş rengi bir kızıla boyadığında, kadın önce yanındaki adama sonra da batan küreye döndü. Tapınırcasına ellerini kaldırdılar, Ra ismini dile getirdiler, üç kere yere kapandılar ve Güneş Tanrısı onuruna kısa bir ilahi söylediler.

      “Bir süre burada kalıp dinlenelim,” dedi adam, örtüsünü bir taşın üzerine serdi ve oturdular. O sırada örtüsünün içinden bir kamış çıkararak çalmaya başladı. Böylesi bir müziğin dünyaya ait olması mümkün müydü? Bir an ağaçlardaki kumruların ötüşü kadar yumuşak, bir an martıların haykırışı kadar hüzünlüydü; başka bir an yatağındaki çakıl taşları üzerinde akan bir nehir şırıltısı halini alıyor, hemen sonrasında da dağlardan gelen sel kadar gürültülü ve hızlı bir nitelik kazanıyordu, sonundaysa müthiş bir ahenk içinde şarkı söyleyen büyük bir korodan gelen çok tatlı bir ses patlaması duyuldu. Ardından kadının söylediği şarkıya uyacak sade bir melodi çaldı. Melodi olağanüstü bir güzelliğe sahipti, kadının şarkısı ise öyle muhteşemdi ki kelimeler kifayetsiz kalıyordu! Sesler yumuşak ve alçaktı, ama tüm o zenginlikleri ve doluluklarıyla heyecan yaratıyorlardı; sanki neşenin ve hüznün, aydınlığın ve gölgenin, fırtınanın ve gün ışığının, son olarak da sonsuz bir aşkın öyküsü anlatılıyordu.

      Son tatlı notalar da yavaş yavaş duyulmaz hale geliyordu, bu sırada altın kemerle sarılmış beyaz bir kaftan giyen saygıdeğer bir yaşlı adam, yavaşça iki yolcunun yanına geldi.

      “İkinize de iyi akşamlar dilerim,” dedi, yüzündeki hayret ve huşu açıkça seçiliyordu.

      “Sana da iyi akşamlar beybaba,” dedi adam. “Acaba söyler misin,” diye sordu, “bu şehirde bir süre kalabileceğimiz bir yer var mı? Bizler yolcuyuz, burada biraz daha kalıp dinlenmek isteriz…”

      Yeni gelen yaşlı adam bir süre boyunca tek kelime etmedi, ama karşısındakilerin âdeta içini okuyan gözlerle onları süzmeye devam etti. En sonunda başını yere kadar eğdi, önce adamın sandaletlerini, sonra da kadınınkileri öptü. Hemen yukarı baktı ve konuşmaya başladı.

      “Biraz önceki kadar güzel müzik çalan kişiler,” diye başladı sözlerine, “şehirde en iyi şekilde ağırlanmalılar. Ben bu tapınağın rahibiyim, yıldızları araştırırken göklerin gizemine dair bazı şeyler öğrendim. Geleceğinizi uzun zamandır biliyordum, ama sizi karşılayacak ilk kişi olacağımı hiç düşünmemiştim.” Din adamı, hayranlıkla bakan gözlerle çifti tekrar seyretmeye koyuldu. “Efendim ve hanımım, acaba fakirhanemin sunabileceği misafirperverliği kabul etme lütfunda bulunurlar mı?” diye sordu.

      Osiris ve İsis’in Gelişi

      “Hizmetlerinde çok sadık olduğun için ilk sana geldik,” diye cevap verdi adam. “Sana teşekkür ediyor, nezaketini kabul ediyoruz. Ancak bildiklerini hiç kimseye anlatmaman için seni şiddetle uyarıyorum, nereden veya neden geldiğimizi kimse bilmemeli. Bu, tanrıların isteğidir; bilesin.”

      “Hizmetkârınız olarak bunları anlıyor ve kabul ediyorum,” dedi rahip. Başını toprağa kadar eğdi.

      “Pekâlâ öyleyse, bizi evine götür,” diye devam etti yabancı. Kadına dönüp “Gel İsis, onunla birlikte gideceğiz, zaten saat epey geç oldu.”

      Kadın, alçak ve hoş sesiyle “Ra’nın lütfu daima seninle olsun,” dedi yaşlı adama. Eşinin kolunu girdi, eve doğru ilerlediler.

      Osiris ve eşi İsis, Mısır topraklarına işte böyle vardılar.

      III- Osiris’in Kudreti

      Osiris ve İsis, her gün tapınağın gölgesinde uzanan kente iniyorlardı.