sonunda “Uzun süre böyle kalmayacağım,” dedi. “Ama çabalayarak bir yere gelmekten nefret ediyorum. Ter dökmem gerekir, biliyorsun.”
Kerry “Onurlu terler,” dedi ve başını birden sokağa doğru uzattı. “Neye benzediğini görmek istiyorsan işte Langueduc, arkasında da Humbird var.”
Amory ayağa fırlayarak pencereye doğru koştu.
Bu değerli kişileri baştan ayağa süzerek “Oo,” dedi. “Humbird epey göz alıcı ama şu Langueduc, sert tiplerden değil mi? Öylelerine hiç güvenmem. İşlenmemiş tüm elmaslar büyük gözükür.”
Heyecan yatışınca Kerry “Ee,” dedi, “Edebi deha sensin. Gerisi sana kalmış.”
Amory duraksayarak “Merak ediyorum,” dedi, “acaba gerçekten edebi bir deha olabilir miyim? Bazen gerçekten öyle olduğumu düşünüyorum. Bunu söylemem çok korkunç, senden başkasına böyle bir şey söyleyemezdim.”
“Peki, hadi durma. Saçlarını uzat ve Lit’teki şu D’Invilliers denen adam gibi şiirler yaz.”
Amory uyuşuk bir şekilde masanın üzerinde duran dergi yığınına uzandı.
“Son yazdığını okudun mu?”
“Hiç kaçırır mıyım? Eşsizler.”
Amory dergiye şöyle bir göz attı.
Şaşkınlıkla “Hey!” dedi. “O da birinci sınıfta, değil mi?”
“Evet.”
“Şunu dinle! Aman Tanrım!”
“Bir hizmetçi kadın konuşuyor:
Siyah kadifeden izler toplanıyor gün yüzünde
Beyaz şeritli mumlar hapsolmuş gri çerçevelere
Titriyor cılız alevleri gölgeler gibi rüzgârda
Pia, Pompia, gel… Gel buraya…”
“Tanrı aşkına şimdi bu, ne anlama geliyor?”
“Bu bir yemek odası sahnesi.”
“Kilitlenmiş ayak parmakları uçan bir leyleğinkiler gibi
Uzanmış yatağına, beyaz çarşaflar üzerine
Elleri kıpırtısız göğsünün üzerinde tıpkı bir azizinkiler gibi
Bella Cunizza, hadi gel ışığa!”
“Aman Tanrım Kerry, bu da neydi böyle? Yemin ederim onu hiç anlamıyorum, bir de ben edebiyat meraklısıyımdır.”
Kerry “Çok çetrefilli,” dedi, “okurken yalnızca musalla taşını ve bozuk sütü düşünmelisin. Diğer yazdıkları kadar vurucu değil.”
Amory dergiyi masanın üzerine fırlattı.
İç çekti, “Elbette henüz ne olacağım belli değil. Sıradan biri olmadığımı biliyorum, yine de sıradan olmayan diğer insanlardan iğreniyorum. Zihnimi tiyatroya adayıp büyük bir oyun yazarı mı olmalıyım yoksa Golden Treasury antolojilerine nanik yaparak Princeton’lı parlak bir çocuk mu, henüz karar veremedim.”
Kerry “Ne diye karar veresin ki?” dedi. “En iyisi benim gibi başıboş dolaş dur. Ben Burne’ün smokininin kuyruğuna takılıp önemli biri olacağım.”
“Ben başıboş dolaşamam, ben ilgi çekmek istiyorum. Başkaları adına bile olsa torpilli olmak, Princetonian kurulunda yer almak ya da Triangle kulübünün başkanı olmak istiyorum. Ben hayran olunmak istiyorum, Kerry.”
“Kendini çok fazla düşünüyorsun.”
Amory bunun üzerine yerinden doğrulup oturdu.
“Hayır. Seni de düşünüyorum. Şu an züppelik hâlâ eğlenceliyken dışarı çıkıp sınıftakilerle kaynaşmalıyız. Mesela haziran ayındaki baloya genç bir kız getirmek istiyorum ama onu ödül olarak oraya getirilen salon güllerine, futbol takımının kaptanına ve diğer basit insanlara tanıtmam beni şirin göstermeyecekse bunu yapamam.”
Kerry sabırsızca “Amory,” dedi, “boşa kürek çekiyorsun. Önemli biri olmak istiyorsan dışarı çık ve bir şeyler dene, eğer yapamıyorsan boş ver gitsin.” Esneyerek devam etti, “Hadi bırakalım bunları. Aşağı inip futbol antrenmanını izleyelim.”
Amory eninde sonunda bu bakış açısını kabullendi, bir sonraki sonbaharda kariyerini resmen başlatma kararı alarak kendini Kerry’nin Pansiyon 12’den yarattığı eğlenceleri izlemeye bıraktı.
Yahudi gencin yatağını limonlu turtayla doldurdular. Her akşam Amory’nin odasındaki jikleye hava üfleyip Bayan On İki’yi ve yerel tesisatçıyı hayretler içinde bırakarak tüm evdeki gazı kestiler. “Adi sarhoşlar”a sataşmak için tüm resimlerini, kitaplarını ve eşyalarını banyoya taşıdılar ama Trenton’daki bir âlemden döndüklerinde sarhoş kafayla olan biteni gören ikili bunu şaka olarak algılayınca büyük hayal kırıklığı yaşadılar. Akşam yemeğinden güneş doğana kadar red-dog, yirmi bir ve poker oynadılar. Pansiyondakilerden birinin doğum gününde adamı bolca şampanya almaya ikna ederek gürültülü bir kutlama yaptılar. Kerry ve Amory’nin içki içmeyen parti sahibini kazara merdivenlerden iki kat aşağı düşürmesi üzerine adamın revirde geçirdiği bir hafta boyunca ona utangaç ve tövbekâr diye seslendiler.
Kerry bir gün Amory’nin mektuplarının çokluğundan dert yanarak “Söyle bakalım, kim bu kadınlar?” diye sordu. “Son zamanlarda posta pullarına bakıyorum, Farmington ve Dobbs ve Westover ve Dana Hall’dan geliyorlar, neler oluyor?”
Amory sırıttı.
“Hepsi de St. Paul ve Minneapolis’ten,” diyerek isimleri saymaya başladı. “Marylyn De Witt güzeldir, kendi arabası var, çok kolay bir kız. Sally Weatherby epey şişmanlamaya başladı. Myra St. Claire eski bir hikâye, kolay öpülen biri, eğer böylesinden hoşlanıyorsan tabi…”
Kerry “Nasıl tavlıyorsun onları?” diye sordu. “Ben her şeyi denedim ama tutucu tipler benden hiç çekinmiyor bile.”
Amory “Sende ‘iyi çocuk’ tipi var da ondan,” dedi.
“Aynen öyle. Anneler kızlarının benim yanımdayken güvende olacağını hissediyor. Cidden, çok sinir bozucu! Birinin elini tutmaya kalksam bana gülüp sanki el onlara ait değilmiş gibi izin veriyorlar. Ben o eli tutar tutmaz sanki el onların olmaktan çıkıyor.”
Amory “Somurt,” diye öneride bulundu. “Onlara çılgın biri olduğunu, seni yola getirmek zorunda olduklarını söyle, kızıp eve git yarım saat sonra geri dön ve onlara bağır.”
Kerry başını salladı.
“Hiç şansım yok. Geçen sene St. Timothy’den bir kıza içten bir mektup yazmıştım. Bir yerde boş bulunup ‘Ah Tanrım seni ne çok seviyorum!’ demişim. Kız tırnak makasıyla ‘Tanrım’ kısmını kesip mektubun geri kalanını tüm okula göstermiş. Hiçbir işe yaramadı. Ben yine ‘bizim güvenilir Kerry’ olarak kaldım, hepsi saçmalık.”
Amory gülümsedi ve kendini ‘güvenilir Amory’ olarak hayal etmeye çalıştı, ama çabası boşunaydı.
Şubat ayı kar ve yağmurla geldi, birinci sınıfın orta dönemi aynı döngüde geçip gitti, Pansiyon 12’deki hayat amaçsız ama bir o kadar ilginç bir şekilde sürüp gidiyordu. Amory günde bir defa “Joe”ya giderek kulüp sandviç, mısır gevreği ve patates kızartması yemeyi âdet haline getirmişti. Yanında genelde Kerry ya da Alec Connage olurdu. Alec, Hotchkiss’ten sessiz ve kayıtsız bir parlak çocuktu. Komşu pansiyonda kalıyor ve bütün sınıfı Yale’e gitmiş olduğu için Amory’nin zoraki yalnızlığını