Фрэнсис Скотт Фицджеральд

Cennetin bu yakası


Скачать книгу

ezberleyene kadar Poems ve Ballads’tan seçkiler yapmayı sürdürdü.

      Amory ilkbaharda öğleden sonraları Princeton civarındaki malikânelerin bahçelerinde yapay göllerde yüzen kuğuların ve söğütlerin üzerinden süzülen ahenkli bulutların yarattığı etkileyici atmosfer eşliğinde şiir yazmaya başladı. Mayıs çabucak geliverdi, birdenbire duvarlara tahammül edemez hale gelen Amory yıldız ışığı ve yağmur altında saatlerce yerleşkeyi dolaşır oldu.

Sembolik Nemli Bir Ara

      Gece sisi çökmüştü. Sis ayın etrafında dalgalanıp, kulelerin sivri tepelerinde kümelenip aşağı çöktükçe hayal meyal görünen çatıları gökyüzüne doğru uzanıyor gibi oluyordu. Gündüz karıncalar gibi etrafa üşüşen şekiller geceyle birlikte karanlık gölgeler halini alıp, bir görünüp bir kaybolur olmuştu. Soluk sarı bir ışıkla çevrelenen Gotik binalar ve kemerli avlular karanlıkta korkunç şekiller alarak daha gizemli bir havaya bürünmüştü. Uzaklardan bir çan sesi saatin çeyreği vurduğunu ilan etti; Amory güneş saatinin yanında durdu ve nemli çimenlere boylu boyunca uzandı. Serinlik gözlerini yaşartarak zamanın akışını yavaşlattı. Tembel nisan öğleden sonralarında sinsice geçip giden zaman, uzun ilkbahar alacakaranlığında kavranılamaz bir hal alıyordu. Her gece son sınıfların şarkıları melankolik bir güzellikle okulda çınlıyor ve öğrencilik bilincini çevreleyen kabuğu kırarak bu gri duvarlara, Gotik zirvelere ve yitip giden çağların saklandığı diğer her şeye daha da derin bir saygı ve bağlılık duymasına sebep oluyordu.

      Odasının penceresinden gözüken kule yukarı doğru incelerek sivri bir koni şeklini alıyor, sabahın erken saatlerinde en tepedeki sivri ucu görünmez hale gelerek ona yalnızca birbirini takip eden havarilere ev sahipliği yapan figürlerin faniliğini ve önemsizliğini hatırlatıyordu. Gökyüzüne doğru uzanan yapısıyla Gotik mimarinin üniversitelere son derece uygun olduğunu biliyordu ve bu fikir ona mahsustu. Uzayıp giden yeşillikler, sessiz koridorlarda geç saatlerde yakılan öğrenci ışıkları hayal gücüne bir çırpıda nüfuz ediyor ve sivri kulelerin fazileti bu anlayışın bir sembolü haline geliyordu.

      Yüksek sesle “Lanet olsun,” dedi, nemden ıslanan ellerini saçlarının arasında dolaştırdı. “Önümüzdeki sene çalışacağım!” Yine de şu an sivri kulelerin üzerinde yarattığı boyun eğdirici etkinin daha sonra kendisini yıldıracağını biliyordu. Şu an sadece kendi mantıksızlığının farkına varıyordu, çaba gösterdiği takdirde çaresizliğini ve yetersizliğini de idrak edecekti.

      Üniversite rüyası uyanık bir şekilde devam ediyordu. Ürkek bir heyecan duydu. Bu bir ırmaktı, eğer bir taş atacak olsa suda oluşacak zayıf dalgalar sanki taşı elinden bırakır bırakmaz yok olacaktı. Henüz hiçbir şey vermemiş ve hiçbir şey almamıştı.

      Bir yerlere geciken bir birinci sınıf öğrencisi, muşamba yağmurluğunu gıcırdatarak çamurlu patikada bata çıka yürüyordu. Uzaklardan, görünmeyen bir pencerenin altından bir ses zekice bir öneride bulunarak “Kafanı kaldır!” diye seslendi. Sonunda sisin ardından gelen yüzlerce irili ufaklı sesin farkına vardı.

      Aniden “Ah Tanrım!” diye bağırdı ve sessizlikte kendi sesinden ürktü. Yağmur çiseliyordu. Bir dakika daha kıpırdamadan elleri başının arkasında kenetlenmiş bir halde yattı. Sonra ayağa kalktı ve gayri ihtiyari üstünü silkeledi.

      Güneş saatine dönerek “Çok fena ıslanmışım!” dedi.

Tarihsel

      Birinci sınıfı izleyen yaz savaş başladı. Almanların Paris saldırısına duyduğu kumarbazlara has bir merak dışında olaylar onu ne korkutuyor ne de ilgisini çekiyordu. Zevkli bir melodram karşısında takınabileceği bir tutumla savaşın uzun ve kanlı olmasını umuyordu. Eğer savaş uzun sürmezse kendini tarafların yumruklaşmayı reddettiği ödüllü bir dövüş maçındaki öfkeli bilet sahibi gibi hissedecekti.

      Tüm tepkisi bundan ibaretti.

“Ha-Ha Hortense!”

      “Pekâlâ midilliler!”

      “Hadi acele edin!”

      “Hey, midilliler! Şu barbut oyununa ara verip işinizin başına geçmeye ne dersiniz?”

      “Hey midilliler!”

      Oyuncu koçu küplere binmişti, Triangle Kulübü başkanı otoriteden kaynaklanan öfke patlamaları ve yorgunluktan kaynaklanan taşkınlıklar arasında gidip gelen endişeli bakışlarla ruhsuz bir şekilde oturmuş gösterinin Noel turnesine nasıl yetişeceğini düşünüyordu.

      “Pekâlâ. Korsan şarkısından alıyoruz.”

      Midilliler sigaralarından son fırtları çekerek yerlerine geçtiler, başaktris öne geldi, el ve ayaklarını havalı bir şekle sokup öylece durdu. Koç, el çırpıp ayaklarını yere vurarak tempoyu verdi ve dans başladı.

      Triangle Kulübü kargaşa içindeki kocaman bir karınca yuvasıydı. Her sene Noel tatili boyunca oyuncuları, korosu, orkestrası ve dekoruyla birlikte müzikal bir komedi sergilemek üzere turneye çıkardı. Oyun ve müzik, öğrencilere aitti ve kulübün kendisi de her sene üç yüz kişinin rol kapabilmek için kıyasıya mücadele ettiği en saygın cemiyetlerden biriydi.

      Amory ikinci yılın ilk yarısında düzenlenen Princetonian yarışmasını kolaylıkla kazanarak Korsan Yüzbaşı Kaynar Yağ rolüne seçildi. Son bir haftadır öğleden sonra ikiden sabah sekize kadar her gece gazinoda sade ve sert kahveyle ayakta durmaya çalışarak Ha-Ha-Hortense! oyununu prova ediyor, günün geri kalanını ise ders aralarında uyuyarak geçiriyordu. Gazino, enteresan manzaralara sahne oluyordu. Ambara benzeyen bu büyük bina kız gibi giyinen erkekler, korsan gibi giyinen erkekler, bebek gibi giyinen erkeklerle dolu bir oditoryumdu. Dekor henüz inşaat halindeydi, ışıkçılar sahne ışığını öfkeli gözlere tutarak prova yapıyor, orkestra durmadan aletlerini akort ediyor ya da neşeli bir Triangle melodisi çalınıyordu. Sözleri yazan çocuk köşede durmuş kalemini kemirerek yirmi dakikadır alkış alacak bir nakarat bulmaya çalışıyordu. Müdür sekreterle “şu lanet olası sütçü kostümlerine” ne kadar para harcanabileceğini tartışıyor, eski mezunlardan 1898 yılının müdürü bir kolinin köşesine ilişmiş, kendi zamanında her şeyin nasıl daha basit olduğunu düşünüyordu.

      Bir Triangle Kulübü gösterisinin nasıl sahnelendiği tam bir muammaydı; insanların saat zincirlerine altından ufak bir üçgen21 takabilmek için yeterince hizmet edip etmediğine bakıldığı epey de şamatalı bir muamma. Ha-Ha-Hortense! tam altı defa baştan yazılmıştı ve yapımda dokuz kişinin adı geçiyordu. Tüm Triangle gösterilerinin “farklı bir şey, sıradan müzikal komediden çok daha fazlası” olması planlansa da çeşitli yazarlar, kulüp başkanı, oyuncu koçu ve fakülte kurulu işe dahil olunca geriye eski bilindik şakalarıyla başroldeki komedyenin turneden hemen önce okuldan atıldığı ya da hastalandığı ya da başına bir şey geldiği için yerine “kesinlikle günde iki kere tıraş olmayan” kara bıyıklı bodur bir adamın geçtiği sıradan, güvenilir bir Triangle gösterisi kalırdı.

      Ha-Ha-Hortense!’ta çok ince esprili bir bölüm vardı. Bu, bir Princeton geleneğiydi: Yale öğrencilerinden meşhur “Kurukafa ve Kemikler” cemiyetine üye olanlar bu kutsal ismi duyduklarında bulundukları odayı terk etmek zorundaydı. Ayrıca cemiyet üyelerinin ilerleyen yıllarda çok başarılı olduğu; servet, oy, faiz kuponu ya da her ne toplamak istiyorsa onu topladığı görülürdü. Bu yüzden Ha-Ha-Hortense!’in her gösteriminde altı koltuk ücret karşılığı sokaktan toplanan en perişan berduşlara ayrılır ve Triangle makyözleri bunlara ufak müdahalelerde bulunurdu. Altı berduşa, gösteride Korsan Reisi Meşale’nin korsan bayrağını işaret ederek “Ben bir Yale mezunuyum, Kurukafa ve Kemiklerime bakın!” dediği anda dikkat çekici bir şekilde yerlerinden kalkıp kederli derin