Buda’nın Aslanı olan Puhain, Tantra 1 Okulu’nun dört büyük Bodhisattvası’ndan 2 biri olan Hintli Samantabhadra’dır 3 . Altın Yeleli Dağ Aslanı üzerindeki Buda olan Wençu, Hintli Manjushri’dir 4 . Parlak Işığın Yaşlı Budası ise Hintli Dipamkara’dır 5.
Ay Tanrıçası
İmparator Yao döneminde güçlü bir kahraman ve iyi bir okçu olan Houyi adında bir prens yaşardı. On güneş gökyüzüne hep birlikte yükselip o kadar çok parlar ve kızgın ışıklar saçarlardı ki yeryüzündeki insanlar buna dayanamazlardı. Bu sebeple imparator, Houyi’ye onları vurmasını emretti. Houyi de dokuz tanesini vurup gökten düşürdü. Houyi’nin yayı dışında rüzgârın bile yetişemeyeceği kadar hızlı bir de atı vardı. Avlanmaya gitmek için atına bindiğinde at kaçıp gitti ve bir türlü durmadı. Böylece Houyi kendini Kunlun Dağı’nda bulup orada Yeşim Denizi’nin Ana Tanrıçası’yla karşılaştı. Tanrıça ona ölümsüzlük bitkisi verdi. Bitkiyi eve götürüp odasına sakladı. Ancak karısı Çange, Houyi’nin evde olmadığı bir an gizlice bitkiyi yedi ve anında bulutlara doğru yükseldi. Ay’a ulaştığında orada gördüğü kaleye girip o günden itibaren Ay Tanrıçası olarak orada yaşamaya başladı.
Sonbaharın ortalarında bir gece Tang Hanedanı’ndan bir imparator, iki büyücüyle birlikte şarap içiyordu. Büyücülerden biri bambu değneğini alıp havaya fırlattı ve değnek üçünün birlikte Ay’a tırmandığı göksel bir köprüye dönüştü. Orada üzerinde “Saf Serinliğin Geniş Salonları” yazılı büyük bir kale gördüler. Kalenin yanında, açtığı çiçeklerle tüm havayı dolduran kokular yayan bir sinameki ağacı duruyordu. Ağaçta ise küçük dalları baltasıyla budayan bir adam oturuyordu. Büyücülerden biri dedi ki: “Bu kişi Ay’daki adamdır. Sinameki o kadar bereketli şekilde büyür ki zamanla Ay’ın tüm ışığını gölgeler. Bu yüzden her bin yılda bir kez kesilmelidir.” Sonra da geniş salonlara girdiler. Kalenin gümüş katları birbiri üzerinde yükseliyor, duvarları ve sütunları tümüyle sıvı kristalden oluşuyordu. Duvarlarda, içinde ba lıklar ve kuşların canlıymış gibi hareket ettiği kafesler ve göletler vardı. Tüm Ay diyarı camdan yapılmış gibi görünüyordu. Onlar hâlâ etrafa bakınırken beyaz bir manto ile gökkuşağı renginde elbise giymiş olan Ay Tanrıçası onlara doğru yürüdü. Gülümseyerek imparatora “Sen fani maddi âlemin bir prensisin. Servetin o kadar büyük olmalı ki buranın yolunu bulabilmişsin!” dedi. Beyaz kuşlara binip uçarak gelen refakatçilerini sinameki ağacının altında şarkı söyleyip dans etmeleri için buyur etti. Ardından saf bir müzik havada süzüldü. Ağacın yanında, yeşim bir tavşanın içinde ot öğüttüğü beyaz mermerden yapılmış bir havan duruyordu. Bu ayın karanlık yarısıydı. Dans bittiğinde imparator, büyücülerle birlikte dünyaya geri döndü. Ayda duyduğu şarkıları kâğıda döktürüp yeşim taşından flütler eşliğinde armut ağacı bahçesinde söyletti.
Bu, geleneksel bir masaldır. Okçu Houyi (veya Kont Yi, Okçu Prens) farklı çağlardaki efsanelere de yerleştirilmiştir. Bir masalda okları sayesinde tutulma sırasında ayı nasıl kurtardığını anlattığı için ayla ilgili efsanelerle bağlantılı olarak da karşımıza çıkar. Ana Tanrıça Şiwangmu’dur. Tang Hanedanı 618-906 yılları arasında hüküm sürmüştür. “Saf Serinliğin Geniş Salonları”; Buz Tanrıçası’nın da Ay’da bir evi bulunur. Ay’daki tavşan çok yaygın bir tasvirdir. Olgun tahılları ya da yaşam iksirini yapan otları öğütür. Üç bacaklı yağmur kurbağası Çan da Ay’da yaşar. Hikâyenin başka bir yorumuna göre Çange bu kurbağanın şeklini almıştır.
Sabah ve Akşam Yıldızları
Bir zamanlar Göklerin Altın Kralı’nın oğulları olan iki yıldız varmış. Birinin adı Chen diğerinin Shen’miş. Bir gün kavga etmişler ve Chen, Shen’e yumruk atmış. Bunun sonucunda bir daha birbirlerinin yüzüne bakmamaya yemin etmişler. Bu yüzden Chen yalnızca akşamları Shen de sabahları ortaya çıkar ve Chen ortadan kaybolmadan Shen tekrar görünmez. İşte bu sebeple insanlar “İki kardeş birbiriyle huzur içinde yaşamıyorsa onlar Chen ve Shen gibidir,” der.
Chen ve Shen, sabah ve akşam yıldızları olan Hesperus ve Lucifer’dir. Masal, geleneksel biçimiyle anlatılmıştır.
At Başlı Kız veya İpekböceği Tanrıçası
Geçmişin karanlık çağlarında, bir gün yaşlı bir adam yolculuğa çıktı. Evde tek kızı ve beyaz bir aygırı haricinde kimse yoktu. Kız her gün atı besliyordu ancak yapayalnızdı ve babasını özlüyordu.
Kız bir gün şaka olarak ata şöyle dedi: “Eğer babamı geri getirirsen ben de seninle evlenirim!”
At bu sözleri duyar duymaz bağını koparıp kaçtı. Babasının bulunduğu yere kadar durmadan koştu. Babası atı görünce hem mutlu oldu hem de şaşırdı ve atı tutup sırtına bindi. At da durmadan kişneyerek geldiği yola geri döndü.
“Atın sorunu ne olabilir?” diye düşündü baba, “Evde kesinlikle yanlış giden bir şeyler olmalı!” Böylece atın dizginlerini salıp eve geri döndü. Zeki biri olduğu için ata bol bol yiyecek verdi ancak at hiçbir şey yemedi. Kızı gördüğünde de kızı ısırmaya ve ona toynaklarıyla vurmaya kalkıştı. Buna şaşıran baba, kızını sorguya çekti; kız da gerçekleri olduğu gibi anlattı.
“Bu konu hakkında kimseye tek kelime etme,” dedi baba, “yoksa insanlar arkamızdan konuşurlar.”
Sonra tatar yayını alıp atı vurdu ve derisini de kuruması için bahçeye astı. Ardından yolcuğuna devam etti.
Günün birinde kız, komşularından birinin kızıyla yürüyüşe çıktı. Bahçeye girdiklerinde atın derisini ayağıyla itip şöyle dedi: “Ne kadar da akılsız bir hayvandın; bir insanla evlenmek istemek ha! Hak ettiğini buldun!”
Kız sözlerini bitirmemişti ki atın derisi kımıldadı, havaya yükselip kızın etrafını sardı ve kaçıp gitti.
Dehşete kapılan arkadaşı evine koşup olan biteni babasına anlattı. Komşular her yerde kızı aradılar ancak kız bulunamadı.
Nihayet birkaç gün sonra kızı bir ağacın dallarına asılı halde gördüler. Kız hâlâ at derisine sarılıydı ve yavaş yavaş ipekböceğine dönüşüp bir koza örmüştü. Eğirdiği iplikler güçlü ve kalındı. Kız arkadaşı kozayı alıp içinden kızı çıkardı ve ipeği eğirip büyük bir kâr elde ederek sattı.
Gelgelelim kızın akrabaları onu çok özlüyorlardı. Bu yüzden günlerden bir gün arkasında büyük bir yardımcı topluluğuyla birlikte kız, bulutların üzerinde atıyla göründü ve “Gökte ipekböceklerinin gelişimine göz kulak olmakla görevlendirildim. Artık beni özlememelisiniz!” dedi. Bunun üzerine doğduğu topraklarda onun için tapınaklar inşa ettiler ve her yıl ipekböceği mevsiminde ona kurbanlar sunup himayesini talep ettiler. Ayrıca İpekböceği Tanrıçası, At Başlı Kız olarak da bilinir.
Bu masal, İmparator Hao döneminde geçmekte ve efsane Sichuan’da ortaya çıkmış gibi görünmektedir.