Frederick Herman Martens

Çin masalları


Скачать книгу

ve Büyük Tanrı onları Hükümdar Tanrılar yaptı. Böylece hangi sırayla oturacaklarını konuş tular. En genç olan dedi ki: ‘Yarın sabah güneş doğmadan önce burada buluşalım. İlk kim gelirse ortadaki onur koltuğuna, ikinci gelen kişi ikinci yere, üçüncü de üçüncü yere otursun.’ İki ağabey de öneriden memnundu. Ertesi sabah en genç olan erkenden gelip ortaya oturdu ve suların tanrısı oldu. Ardından ortanca kardeş gelip sola oturdu ve göklerin tanrısı oldu. En son gelen, en büyük olan kardeşti. Kardeşlerinin çoktan gelip yerlerine oturduğunu görünce öfkelendi ancak tek kelime edemedi. Sinirden yüzü kıpkırmızı kesildi, gözbebekleri mermi gibi yuvalarından fırladı ve damarları şişti. Gelip sağa oturdu ve yeryüzü tanrısı oldu.” Tanrıların heykelini yapan zanaatkârlar bunu fark ettiler, bu sebeple onu daima o şekilde betimlerler.

      “Üç Hükümdar Tanrı” halk arasında anlatıldığı şekliyle yazıya dökülmüştür. Kuşkusuz Hint mitolojisindeki üçlü ilah grubu olan Trimurti’nin bir uyarlamasıdır. Görünüşe göre üçüncü tanrının artık halk tarafından anlaşılamayan ve dolayısıyla bu masalı ortaya çıkaran korkunç görünüşü, üç ilah grubundaki Şiva’yı temsil eder.

      Bir Konfüçyüs Efsanesi

      Konfüçyüs dünyaya geldiğinde tüm dört ayaklı hayvanların hükümdarı olan ve sadece yeryüzüne büyük bir insan geldiğinde ortaya çıkan Kilin adı verilen tuhaf yaratık, doğan çocuğu aradı ve üzerinde “Su Kristali’nin oğlu, kaderinde taçsız bir kral olmak var!” yazan bir yeşim taşı tükürdü. Sonra Konfüçyüs büyüdü, gayretle çalıştı, bilgeliği öğrendi ve bir aziz oldu. Dünyada çok faydalı işler yaptı ve ölümünden beri öğretmenlerin ve ustaların en büyüğü olarak kendisine derin saygı duyuldu. Birçok şeyi önceden biliyordu. Öldükten sonra bile bunu ispat eden deliller ortaya çıkmaya devam etti.

      Bir zamanlar zalim İmparator Çin Şi Huang diğer krallıkların hepsini fethedip tüm imparatorluğu gezerken Konfüçyüs’ün memleketine gelerek onun mezarını buldu. Mezarın açılmasını ve içinde ne olduğunu görmeyi istedi. Çevresindekiler bunu yapmamasını tavsiye etse de onları dinlemedi. Böylece mezarın içine bir geçit kazıldı, mezarın ana odasında ahşabı oldukça taze görünen bir tabut buldular. Vurulduğunda sesi metal gibi çıkıyordu. Tabutun solunda gizli bir odaya açılan bir kapı vardı. O odada sanki yaşayan bir insanın kullanımı için konulmuş gibi duran bir yatak ve üzerinde kitapla kıyafetler duran bir masa vardı. Çin Şi Huang yatağa oturup aşağı baktı ve yerde bulut deseni işlemeleriyle süslenmiş kırmızı ipekten bir çift ayakkabı gördü. Bambudan bir asa duvara yaslanmıştı. İmparator, şakasına, ayakkabıları giyip asayı eline alarak mezardan çıktı. Ne var ki çıktığı gibi önünde aniden üzerinde şu satırların yer aldığı bir yazıt belirdi:

      Fethetti Çin Şi Huang’ın ordusu altı krallığı,

      Açıp mezarımı, bulmak için basit yatağımı;

      Çalmış ayakkabımı, asamı da götürüyor,

      Bilmiyor ki Shaqiu’ya, ölümüne gidiyor!

      Çin Şi Huang çok endişeliydi ve mezarı tekrar kapattırdı; ancak Shaqiu’ya ulaştığında ölümüyle sonuçlanan ateşli bir hastalığa yakalandı.

      Kilin tüm dört ayaklı hayvanların hükümdarı, en mükemmel zarafete sahip, okapiye benzeyen efsanevi bir yaratıktır. “Su Kristali” Kuzey’de yaşayan, temel gücü su ve bilgelik olan; bu nedenle de Konfüçyüs’le ilişkilendirilerek onun annesi olduğu düşünülen Su Tanrısı’dır. Çin Şi Huang (MÖ 200) tarihte kitapları yakması ve Çin’i yeniden düzenlemesiyle ünlüdür. Shaqiu (Kumlu Tepe) o günlerde Çin topraklarının batısında yer alan bir şehirdi.

      Savaş Tanrısı

      Savaş Tanrısı Guan Di aslında Guan Yu olarak isimlendirilmişti. Sarı Türbanlıların isyanı tüm imparatorluğu kasıp kavururken yol kenarında tanıştığı ve kendisi gibi vatan aşkıyla dolu iki kişiyle bir dostluk anlaşması yaptı. Bu ikilinin biri, bir sonraki imparator olan Liu Bei, diğeri ise Zhang Fei’di. Üçü bir şeftali bahçesinde buluşup farklı ailelerden olmalarına karşın birbirleri için kardeş olacaklarına dair yemin ettiler. Beyaz bir at kurban edip ölene dek birbirlerine sadık kalacaklarına ant içtiler.

      Guan Yu son derece sadık, dürüst, namuslu ve cesurdu. Konfüçyüs’ün imparatorlukların yükseliş ve düşüşünü anlatan “Lu’nun Vakayinameleri” kitabını okumaya bayılırdı. Sarı Türbanlıları bastırıp Dört Irmak Diyarı’nı fethetmesi için arkadaşı Liu Bei’ye yardımda bulundu. Bindiği at Kızıl Tavşan olarak bilinirdi ve bir günde bin altı yüz kilometre koşabilirdi. Guan Yu’nun Yeşil Ejderha denen yarım ay şeklinde bir bıçağı vardı. Kaşları ipek kelebeklerinki gibi güzel, gözleri anka kuşunun gözleri gibi uzun kesimliydi. Yüzü açık parlak kırmızı renkte ve sakalı karnına değecek kadar uzundu. Bir keresinde imparatorun huzuruna çıktığında imparator ona “Dük Hoşsakal” olarak seslenip sakalını yerleştirmesi için ipek bir kese hediye etmişti. Yeşil brokardan kıyafetler giyerdi. Ne zaman savaşa girse alt edilmesi mümkün olmayan bir cesaret gösterirdi. Karşısına bin ordu da gelse, on bin atlı da çıksa ona vız gelir, hepsine tüm gücüyle saldırırdı.

      Bir keresinde şeytani Cao Cao, şehri haince ele geçirmek için imparatorun düşmanlarını kışkırttı. Guan Yu bunu duyunca şehri kurtarmak için bir orduyla hemen yardıma geldi; ancak oğluyla beraber bir pusuya düşürülerek düşman ül kenin başkentinde esir alındı. O ülkenin prensi onun kendi tarafına geçmesini memnuniyetle karşılayacaktı, fakat Guan Yu ölüme boyun eğmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine baba ve oğul öldürüldü. O ölünce atı Kızıl Tavşan da yemek yemeyi bırakıp öldü. Zhou Cang isimli sadık bir komutan, Dük’ün hazin sonunun haberini aldığında tam da bir kaleyi kuşatmıştı. Hem kendisi hem de diğer sadık destekçileri efendilerinden daha uzun yaşamayarak can verdiler.

      O zamanlar Dük Guan’ın eski bir yurttaşı ve tanıdığı olan bir keşiş Yeşim Pınarı Tepeleri’nde yaşıyordu. Keşiş geceleri ay ışığı altında yürürdü.

      Birdenbire gökten bir çığlık işitti: “Başımı geri istiyorum!”

      Keşiş yukarı baktı ve tıpkı yaşadığı zamanlardaki gibi elinde kılıcıyla at sırtında Dük Guan’ı gördü. Sağında ve solunda bulutlarda belli belirsiz figürler olarak oğlu Guan Ping ve komutanlarından Zhou Cang duruyordu.

      Keşiş ellerini kavuşturup şunları söyledi: “Yaşarken dürüst ve sadıktınız, öldüğünüzde bilge bir tanrı oldunuz; ancak kaderi kavrayamıyorsunuz! Eğer başınızı geri almakta ısrar ederseniz yaşamlarını sizin ellerinizde kaybetmiş binlerce düşmanınız hayatlarını geri kazanmak için kime başvuracak?”

      Dük Guan bu sözleri duyunca reverans yapıp ortadan kayboldu. O zamandan beri de ruhen sürekli etkindir. Ne zaman yeni bir hanedan kurulsa onun kutsal biçimi görünür hale gelir. Bu sebeple onun adına tapınaklar kurulmuş, kurbanlar kesilmiş ve Dük Guan, imparatorluğun tanrılarından biri ilan edilmiştir. Konfüçyüs’e olduğu gibi ona da öküzler, koyunlar ve domuzlar kurban edilmiştir. Yüzyıllar geçtikçe tanrı mertebesindeki derecesi artmaktadır. En başlarda Prens Guan, daha sonra Kral Guan ve sonrasında iblisleri yenen büyük tanrı olarak kendisine tapınılmıştır. En nihayetinde son hanedan ona göklerin büyük, ilahi yar dımcısı olarak ibadet etmiştir. Ayrıca Savaş Tanrısı olarak bilinir; insanlar, şeytan ve tilkilerle boğuşurken onları tüm sıkıntılarından