hem Roma’yı hem de Kudüs’ü ziyaret etmiştir) dönerken tüm parasını fakirlere vererek dilenmek zorunda kalmıştır. Bu da yetkililerin dikkatini çekmiştir. Demek ki İsa’nın yolunu fazla yakından takip etmek de mümkünmüş.
Margery’nin “otobiyografisi” (kitabını otobiyografi sayarsak) uzun ve olaylı bir hayatın sonlarında yazıya dökülmüştür. Julian’ın aksine Margery, kitabını kendi yazmayarak dikte etmiştir. Kitap 1430’lu yıllarda bilinmeyen bir yazar tarafından yazılmıştır. Seçilmiş bazı bölümler 1501 yılında ilk İngiliz matbaacılarından (ayrıca harika bir isme sahip olan) Wynkyn de Worde tarafından yayımlanmıştır, ancak kitabın büyük bölümü Erdeswick tarafından keşfedilene dek kayıp olarak kalmıştır. Artık kitabın tamamını okuyabilmekteyiz. Kitabı dini edebiyattan güçlü bir eser veya ortaçağda yaşamış bir kadının hayatı olarak görmek bize kalmış, ama kitap iyi ki de Erdeswick’in dolabından çıkmış.
Barnsdale’lı Robin
Robin Hood edebiyat sahnesine girişini on dördüncü yüzyılda Piers Plowman şiiriyle yapmıştır. Şiirin yaygın olarak Geoffrey Chaucer’ın çağdaşı William Langland tarafından yazıldığı düşünülür. Kanun kaçağımız, tam da zamanında ortaya çıktı: İngiliz edebiyatı şu anki bildiğimiz haline doğru yavaş yavaş evrilmeye başlamıştı. Robin Hood’un edebiyatta yerini almasından kısa bir süre sonra 1381’de Köylü Ayaklanması başladı. Ayaklanmanın liderlerinden rahip John Ball, Langland’in şiirinden alıntı dahi yapmıştı. İngiltere için toplumsal düzene baş kaldırılan, feodalizmin güç kaybettiği bir dönemdi. Robin Hood’un maceralarının anlatıldığı hikâyelerden günümüze ulaşan en eski eser on beşinci yüzyılda bilinmeyen bir yazar tarafından yazılan A Gest of Robyn Hode (Robyn Hode’dan Bir Macera) adlı halk şarkısıdır. İlk matbaacılardan Wynkyn de Worde, ilk Robin Hood hikâyelerinden bazılarını basmaya çabalamıştır; bundan elli yıl sonrasındaysa Robin Hood, İngiliz edebiyatının gerçek ve vazgeçilmez bir parçası olmuştur.
Robin’in neşeli adamlar çetesindeki ünlü Rahip Tuck, on beşinci yüzyıl İngiltere’sinde Robert Stafford adıyla gerçekten yaşamıştı.
Peki Robin gerçekte nerede yaşamıştır? Cesur kanun kaçağı Nottinghamshire’da yaşadıysa Doncaster ve Sheffield havaalanları adını neden Robin Hood’dan almıştır? Bunun birkaç sebebi vardır. Robin’in yaşadığı yer Sherwood değil, Barnsdale Ormanı’ydı (ayrıca Sherwood ormanının büyük kısmı Nottinghamshire’da değil Yorkshire’da yer alır). Örneğin A Gest of Robyn Hode’da Sherwood’dan hiç bahsedilmez. Bu eser, Robin Hood hikâyesinden bildiğimiz birçok maceranın ve karakterin kaynağıdır. Küçük John, Will Scarlet ve Değirmencinin Oğlu Much gibi karakterlerden ilk kez bu yazarı belli olmayan şiirde bahsedilmiştir. Bazı Robin Hood hikâyelerinde Robin Hood’un pelerini kırmızıdır; on dokuzuncu yüzyılda yazılan bir şiirdeyse Robin Hood’un pelerini kırmızıyken adamlarınınki orman yeşili rengindedir.
Hazır konusu açılmışken Nottingham adını Snotingaham’dan alır. Snotingaham, şu an Nottingham’ın olduğu yerde bulunan Sakson yerleşiminin adıdır. Snotingaham’a yerleşen Sakson şefinin adı Snot’tur ve zamanla baştaki “S” harfi kaybolmuştur.
A Gest of Robyn Hode’un orijinalinde, Robin’in kralı Haçlı Seferleri’ne çıkan Aslan Yürekli Richard (1189-99 yılları arasında hüküm sürmüştür) değildir, bahsedilen “Kral Edward”dır, Kral Richard ya da John değildir. Bu da Robin Hood’u İngiliz tarihinin daha ilerilerine, 1272 civarında I. Edward’ın tahta çıktığı dönemlere getirir.
Robin’in Locksley’li Robin adında yasaları çiğneyen bir asilzade olmasıysa çok daha yeni bir fikirdir. Kaynağı Sör Walter Scott’ın ünlü ortaçağ romanı Ivanhoe’dur (1820). Ayrıca bu roman bir sonraki nesilden yazarlar ve sanatçılar arasında ortaçağ tarihinin popülerleşmesini de sağlamıştır. Bu yazar ve sanatçılar arasında Rafael öncesi sanat görüşünü benimseyenler ve Tennyson yer almaktadır. Scott’ın romanı, 1991’de Kevin Costner’ın oynadığı gişe rekorları kıran Robin Hood: Hırsızlar Prensi filmine Robin Hood karakteriyle kaynak olmuştur. (Kitap boyunca karakterden “Locksley’li Robin” olarak bahsedilmektedir. Bu arada Locksley, bize Yorkshire’la bir bağlantı daha sunmaktadır; Güney Yorkshire’da Sheffield şehrinin bir köyünün ve mahallesinin adı Loxley’dir.) Birçok kişi Costner’ı, Amerikan aksanıyla canlandırdığı Robin karakteri için eleştirmiştir. Ancak (aynı filmde rol alan) Alan Rickman, Amerikan aksanının yirminci yüzyıl Anglosakson aksanına modern İngilizceden daha yakın olduğunu belirtmiştir.
RÖNESANS
Edebiyat tarihçisi Stephen Greenblatt’a göre Rönesans, bir kitap sayesinde başlamıştır. The Swerve: How the Renaissance Began (Yeni Bir Dönem: Rönesans Nasıl Başladı) adlı kitabında Greenblatt, on beşinci yüzyılda İtalyan bir kütüphanecinin o zamanlarda Lucretius’un eski ve unutulmuş klasik epik şiiri De Rerum Natura’yı (Doğa Üzerine) keşfetmesinin uzun zamandır üzerine düşünülmeyen evren teorilerine olan ilgiyi yeniden canlandırdığını öne sürmüştür. Bu teoriler arasında dünyada meydana gelen olayların ilahi takdire değil şansa bağlı olması ve her şeyin atomlardan oluşması vardı. Lucretius solucanların ıslak toprağın altında kendi kendine oluştuğuna ve depremlerin yeraltı mağaralarındaki rüzgârlardan kaynaklandığına da inanmaktaydı, ancak konu atom fiziğine gelince şaşırtıcı bir şekilde haklıydı.
Greenblatt’a göre, Lucretius’un şiirinin yeniden keşfedilmesi, Hıristiyan sofuluğunun bir kenara atılıp yaşadığımız dünya ve sunduğu dünyevi zevklere odaklanılan “yeni bir döneme geçilmesini” sağlamıştır. (Lucretius, kendini haz arayışına adayan Epikür’ün müritlerindendi.) Robert Douglas-Fairhust, Greenblatt’ın kitabını inceleyerek Rönesans’a tek bir kitabın değil, modern kitabın icadının gerçek anlamda ivme kazandırdığını öne sürmüştür. On beşinci yüzyılın ortalarında Johannes Gutenberg’in hareketli parçalarla yazı baskısını icat etmesiyle kitap basımını mümkün kılan teknolojik yenilik, fikirlerin daha kolay ve özgürce tüm Avrupa’da, zamanla da tüm Batı dünyasında dolaşmasına olanak sağlamıştır. Birdenbire, İncil’in kopyalanması için manastırın yazıhanesinde bir düzine rahibin köleler gibi ağır ağır çalışmasına gerek kalmamıştı. Bir atölyedeki matbaa makinesi yüzlerce kopyayı çok daha az maliyetle basabilmekteydi.
Başka birçok şeyin yanında, Tanrı’nın sözlerini yakından ve dikkatle inceleme şansı olmayan insanlar (rahiplerin ayinlerde okudukları Latince İncil haricinde) artık İncil’i rahatlıkla okuyabilmekteydi. Diğer faktörlerle birlikte bu, Katolik Kilisesi’nin Avrupa’nın büyük bölümünde Katolikliğin tek Hıristiyan mezhebi olduğu iddiasını kaybetmesine yol açan Reform hareketlerinin başlamasında önemli bir yere sahiptir. Aslında Katolik Kilisesi bir süredir Hıristiyanlıkta tekel değildi: İngiltere’de Roma Katolikliğinin birçok yönünü inkâr eden, daha sade ibadet şekillerine dönüşü savunan John Wycliffe müritleri on dördüncü yüzyıldan beri aktifti. (Wycliffe neredeyse Chaucer’ın çağdaşıdır ve İncil’in büyük bir bölümünün çevirisini yapmıştır; bu da on dördüncü yüzyıl İngiltere’sindeki yazarların yaratıcılık patlamasını bir kez daha kanıtlamaktadır.)
Ancak Lollardlar (kelimenin kökeni, Lollardların İncil’den bölümler mırıldanması nedeniyle Felemenkçedeki “homurtucu” kelimesine dayanmaktadır) grup olarak oldukça küçük kaldılar. Katolik Kilisesi’nin parasını kurtarma çabası, on altıncı yüzyılda 1517 yılının Cadılar Bayramı’nda Alman rahip Martin Luther’in Wittenberg’teki kilisenin kapısında