Oliver Tearle

Gizemli Kütüphane


Скачать книгу

yapmaya hazırlandı. Ancak çabaları 1807 yılında çıkan Kopenhag Savaşı yüzünden boşa gitti. Savaş esnasında akademisyenin evi ve yaklaşık yirmi yıllık çalışmanın eseri olan 3182 dizelik şiir yanıp kül oldu.

      Ancak Thorkelin evinin yıkıntıları arasında şiirin orijinal yazmasını kurtarmayı başardı ve çeviri üzerinde tekrardan çalışmaya başladı. Sonunda, 1815 yılında şiiri yayımladı. Şiir tam zamanında yayımlandı. Sonraki yıllarda Cotton’ın yazması, bazı yerleri okunamayacak kadar bozuldu; yani Beowulf’u eksiksiz biçimde okuyabilmemizi Thorkelin’e ve çevirisine borçluyuz.

      Thorkelin’in çevirisinin yayımlanmasından sonra ilk kez 1825 yılında Virginia Üniversitesi’nde Eski İngilizce dersi verilmeye başlandı. Oxford ve Cambridge’deki İngiliz Edebiyatı dersleri bundan neredeyse yüz yıl sonra verilmeye başlamıştır. Bu derslere başlandığında Beowulf üniversite müfredatının en başında yer aldı. J. R. R. Tolkien, Beowulf üzerine yıllarca ders verdi. Şu an İngiliz Edebiyatı’nı Beowulf olmadan hayal etmek zor, ancak şiir hak ettiği ilgiyi meraklı bir milletvekili ve yılmak bilmeyen bir akademisyen sayesinde sadece son bir iki yüzyılda görmüştür.

      Merlin’in Edebiyat Sahnesinde Yerini Alması

      Kral Arthur’un hikâyeleri Beowulf ile yakın bir dönemde geçmektedir. Bazı dilbilimciler Arthur ve Beowulf isimlerinin etimolojik olarak ayılarla bağlantısı olduğunu düşünmektedir; bunu da yıkılmaz bir cesarete sahip, korku salan karakterlerini betimleme isteğiyle ilişkilendirirler (ancak bu teoriye katılmayanlar da vardır). İkisinin arasındaki en büyük fark, Arthur’un savaştığı Angıllar ve Saksonların Beowulf’u Britanya’ya getiren kişiler olmasıdır. Arthur, Saksonlardan önce ortaya çıkmış, Britanyalıların veya yerlilerin kralı olarak vatanını göçebe Germen topluluklarından koruyan bir karakterdir.

      Arthur’un hikâyesi, tahminen dokuzuncu yüzyıldan beri birçok yazar tarafından sayısız kez anlatıldı. Bunun sonucunda da efsaneyle ilgili garip ve tutarsız fikirler türedi. Çoğu kişi “taşa saplı kılıç” hikâyesini bilir. 1938 yılında T. H. White tarafından Taşa Saplanan Kılıç adıyla tekrardan aktarılan, daha sonra Disney tarafından filmi çekilen hikâyede rivayete göre sadece gerçek kralın yapabileceği gibi Arthur’un taşa saplı kılıç Excalibur’u çekip alması anlatılır. (Bu mitin kökeni, metal kılıçların taştan kalıplara dökülerek metal donduktan sonra taştan çıkarılmasına dayanıyor olabilir.) Ancak hikâyenin birçok yorumunda Arthur’un taştan çekip çıkardığı kılıç Excalibur değildir: Excalibur, Arhtur’a kral olduktan sonra Gölün Hanımı tarafından verilir. Hikâyenin bazı versiyonlarında kılıcı taştan çekip almak zorunda olan kişi Galahad’dır. Başka versiyonlardaysa Gölün Hanımı kılıcı Arthur yerine Bedivere’e verir. En eski serüvenlerde Arthur’un yeğeni Gawain’in Excalibur isminde bir kılıcı vardır. Bu tutarsızlıkların nedeni Arthur’un hikâyesine çok sayıda yazarın katkıda bulunmasıdır, bu yüzden efsanenin doğru olan tek bir versiyonu yoktur. Arthur’un bugün bildiğimiz hikâyesi çok sayıda mitin, hikâyenin ve yorumun birleşimi ve karışımıdır.

      Ancak Arthur’a uluslararası anlamda okur kazandıran kişi, yirminci yüzyılda Galler’de yaşamış olan Monmouth’lu Geoffrey olmuştur. Historia Regum Britanniae yani Britanya Krallarının Tarihi adlı eseri, Arthur mitini konu alan yazarlar üzerinde etkili olmuştur. Geoffrey’nin eseri, ortaçağda basılı kitap döneminden önce çok satmıştır. Bahsettiğimiz gibi Beowulf tek bir yanmış elyazmasıyla günümüze ulaşmışken Geoffrey’nin eserinin ortaçağdan günümüze ulaşmış 200’den fazla kopyası vardır. Geoffrey’nin yazdığı dönemde tarihle kurgu arasına çizgi çekmek hiç de kolay değildi; bu nedenle eserin ne kadarının gerçek, ne kadarının Geoffrey’nin veya başkalarının kurgusu olduğunu bilemiyoruz.

      On dokuzuncu yüzyıl Fransız akademisyeni Gaston Paris, Geoffrey’nin Galcedeki Myrddin’i, Latincede “dışkı” anlamına gelen merdaya benzememesi için Merlin şeklinde değiştirdiğini öne sürmüştür.

      Geoffrey’nin efsanevi kral hakkındaki anlatısında Büyücü Merlin dahil, Arthur mitiyle ilgili birçok ikonik karakterden ilk kez bahsedilmiştir. (Ayrıca eserde Merlin’in büyü yaparak İrlanda’dan devasa taşlar getirip Stonehenge’i yapması gibi garip ifadeler de yer almaktadır. Bu iddiadan sonra insanların Stonehenge’le ilgili kafası karıştı. On yedinci yüzyıl mimarı Inigo Jones bunun bir Roma anıtı olduğunu düşünmüştür.) Tüm bunlar kültürel mirası yeterince etkilememiş gibi Geoffrey’nin eseri Shakespeare’in Kral Lear ve Cymbeline oyunlarına (dolaylı da olsa) kaynaklık etmiştir.

      Monmouth’lu Geoffrey Arthur mitini dünyaya duyururken kendi çıkarını da gözetiyordu; ancak çıkarının ne olduğu eleşirmenler arasında fikir ayrılığı yaratıyor. Normandiyalıların Hastings Muharebesi’ne katılmasının, Saksonlarla Arthur gibi yerli Britanyalılar arasındaki çatışmayı sonlandırdığını öne sürmüş olabilir. Ancak durum böyleyse Geoffrey’nin Normandiya Kralı Stephen ile kuzeni İmparatoriçe Matilda arasındaki kanlı savaşın perde arkasını yazması oldukça ironik. Sonraki yazarların da kendi dönemlerini yansıtmak için Arthur’un hikâyesini kullandığıysa kesindir. Assisi’li Francis, ortaçağın diğer göz önündeki isimleri Şarlman ve Roland gibi Arthur’un da İsa’ya olan inancını savunmak için savaş alanında ölmeye hazır olduğunu öne sürmüştür. Arthur efsanesi ortaçağ boyunca tekrar tekrar anlatıldı. Normandiyalı yazar Wace (“wassi” şeklinde okunur) efsaneye Yuvarlak Masa hikâyesini; Fransız yazar Chrétien de Troyes ise on ikinci yüzyılın sonlarında yazdığı şiirlerde Lancelot karakterini ve Arthur’un eşi Guinevere ile yaşadığı yasak ilişkiyi eklemiştir. 1400’lü yıllarda ortaçağ İngilizcesiyle Alliterative Morte Arthure yazılmıştır. Bu eserler arasında en uzun süre yaşayanı ise Sör Thomas Malory’nin on beşinci yüzyılda yazdığı Le Morte d’Arthur’dur.

      Marco Polo’dan Önce

      Seyahatname adlı eserinin önsözünde Venedikli kâşif Marco Polo başka hiç kimsenin kendisinden çok seyahat etmediğini iddia etmiştir; bunun muhtemelen doğru olması harika. Ancak yaygın inanışın aksine kendisi, Uzakdoğu’ya seyahat edip bunu kaleme alan ilk Avrupalı değildir. Bu onur Polo doğmadan iki yıl önce ölen Giovanni da Pian del Carpine, yani Plano Carpini’li John adlı başka bir İtalyan’a aittir.

      Fransisken rahibi ve Assisi’li Aziz Francis’in öğrencisi Carpini, Cengiz Han’ın torunu Güyük Han’ın huzuruna kabul edildiği Uzakdoğu seyahatine çıktığında iddiaya göre yaşlı ve şişman bir adamdı. Uzakdoğu’da yaptıkları hakkında birçok söylenti vardır ancak eserinde Moğolların askeri stratejilerinin tuttuğu yer düşünülünce muhtemelen orada ajanlık yapmaktaydı. Diğer taraftan eserinde Moğolların evlilikleri, yemekleri, kıyafetleri, kanunları ve gelenekleriyle birlikte daha birçok konuda bize değerli bilgiler de sunuyor. Seyahatlerine dair raporunu 1240’lı yılların sonlarında yazmıştır ve Moğol dünyasını Avrupalı Hıristiyanlara ilk kez açan adam olarak ömrünün son yıllarında ünlü olmuştur.

      Marco Polo kendi seyahatlerini bundan elli yıl sonra yazmaya başlamıştır. Dahası Polo, Moğolistan’ı ziyaret ettiğinde imparatorluk güç kaybetmekteydi; Carpini ise Moğolistan’ı çok güçlü olduğu zamanlarda ziyaret etmiştir. Ayrıca Carpini’nin anlatımı gerçekçiyken, Polo’nun Seyahatname’si için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir. (Polo’nun gergedanları tek boynuzlu at sanması, kendini tanık olması imkânsız muharebelerin ve önemli olayların ortasında resmetmesi de kendisi için iyi olmamıştır.) 1995 yılında Frances Wood Did Marco Polo Go to China? (Marco Polo Sahiden Çin’e Gitti Mi?) adlı bir kitap bile yazmıştır. Wood, bu soruya