Fazlı Necip

Haremin sultanları


Скачать книгу

bırakmıyor, ona tapınan bir kul gibi hizmet ediyordu.

      Dışarıdan bir gürültü, bir bağırma işitildi. Zeynel Ağa yerinden fırladı. Dışarı çıkmasıyla içeri dönmesi bir oldu.

      “Korktuğum felâket nihayet başımıza geldi. Karşımıza korsanlar çıktı. Kaptan savaşa hazırlanıyor,” dedi.

      Bu haber Suphi’yi sarsmıştı. Endişeli gözlerle Nurü’l-ayn’a bakıyordu. Hâlbuki güzel kız felâketi soğukkanlı ve korkusuzca karşıladı. Nemli gözlerle kendisine bakan Suphi’ye, “Çok mu korkuyorsun?” dedi.

      “Kendim için değil, sizin için korkuyorum.”

      “Ne benim için ne de kendin için kork. Korku ansızın gelen uğursuz bir beladır. İnsanın iradesini yok eder, kurtuluşun kapılarını kapatır. Felâketleri ancak cesaret, soğukkanlılık ve birtakım önlemlerle yenebiliriz.”

      Genç kızın bu cesur ve kararlı sözleri, Zeynel Ağa’ya da hayret ve cesaret verdi. Kıza sordu:

      “Korsanlardan korkmuyor musun?”

      “Niye korkayım? Zaten esirim, esaretten daha büyük bir felâkete uğrayacak değilim ki!”

      “Fakat bugün bir saraya gidiyorsun.”

      “Esir olanlar için sarayla hapishanenin ne farkı var?”

      “Sen beni dinle. Çocukluğu bırak. Korsanların elinden ucuz kurtulmanın çaresine bakalım. Esir olduğunuzu, Mısır ’a Kasr-ı Yusuf ’a gideceğinizi kimseye, ama hiç kimseye söylemeyeceksiniz. Ben bir tüccarım. Siz de oğlumla kızımsınız. Hep beraber hacca gidiyoruz. Anlıyorsunuz ya, başka söz söylemeyecek ve güzelliğinizi, kabiliyetlerinizi, zekânızı sezdirmemeye çalışacaksınız.”

      Dışarıda feryatlar, gürültüler, koşuşmalar devam ediyordu.

      Zeynel Ağa, “Ben dışarıya çıkıyorum. Geminin kaptanını savaştan vazgeçirmeye çalışacağım. Teslim olmak felâketin en hafifidir,” dedi.

      Bu sırada atılan bir top bütün gemiyi sarstı. Zeynel Ağa’nın arkasından Nurü’l-ayn ile Suphi de dehşetle dışarı fırladı.

      “Batıyor muyuz?” diyorlardı.

***

      Dışarıda dehşetli bir manzarayla karşılaştılar. Hava bulutluydu. Etrafı zifiri bir karanlık sarmıştı. Birkaç yüz adım uzakta üç korsan gemisi görünüyordu. Bunlar kendilerini ve kuvvetlerini göstermek için ışık yakmışlardı. Kırmızı ışığın huzmeleri arasında iri yarı, posbıyıklı, baştan aşağı silahlı korsanlar korkunç görünüyorlardı.

      Işıklar söndü. Etrafı daha vahşi bir karanlık ve belirsizlik kapladı. Kaptan bağırıyordu.

      “Korsanlar yaklaşıyorlar. Hazır olun! Şimdi top ve kurşun menziline girecekler. Savaşacağız. Silahı olmayan ve savaşa girmek istemeyenler ambarlara çekilsin.”

      Kaptanın bu sözlerine karşılık kimse ambarlara girmek, o karanlığın ve belirsizliğin içinde kalmak istemiyordu. Meydanda bulunmak, hadiselerin gidişatını ve tehlikeleri görmek, kurtulma çareleri aramak arzusunda idiler. Etraflarını saran bu dehşetin heyecanı ile kalpleri titriyordu.

      Zeynel Ağa ile bazı ihtiyar yolcular kaptanın etrafını almışlar, onu kandırmaya çalışıyorlardı.

      “Savaşmadan, zaafımız ve güçsüzlüğümüz anlaşılmadan evvel teslim görüşmelerine girişecek olursak birçok fayda elde edebiliriz.”

      “Zaten nasıl savaşabiliriz? Karşımızda dehşetli, silahlı üç gemi var. Kaçmak da mümkün değil. Herhalde teslim olacağız.”

      “Evet, teslim olalım. Başka çare yok.”

      “Beyhude kan dökmeyelim.”

      Kaptan somurtuyor, bütün bu söylenenlere cevap vermeye gerek bile duymuyordu. Humbaracısına emirler veriyor, topu doldurtuyordu.

      Nihayet ihtiyarların ısrarlarına, ricalarına karşı, “Ne tehlike olursa olsun; benim namusum var. Kesinlikle savaşacağım. Bana korkak diyenlere karşı cesaretimi ispat edeceğim,” dedi.

      “Fakat boş yere geminin yanması, batması tehlikeleri var.”

      “Varsa ne yapalım?”

      “Biz de beraber batarız.”

      “Bana korkak diyen, gemiyi zorla bu felâkete sürükleyenler de batar ya!”

      Kaptan bu sinir ile topa tekrar ateş emrini verdi. Top patladı. Merminin hedefe isabet edip etmediği anlaşılamadı. Fakat karşı taraftaki korsanlar topa topla karşılık vermediler. Bu güzel gemiyi, içindeki kıymetli malları ve esirleri batırmak istemedikleri anlaşılıyordu. Korsanlar sadece kurşun atmakla yetindiler.

      Yolcular heyecanla kaptana yalvarmaya devam ettiler. Her kafadan bir ses çıkıyordu.

      “Sana haksız yere korkak diyenleri buraya getirelim. Gözünün önünde falakaya yatıralım, dövelim.”

      “Kadınlar, masum çocuklar var. Gemiyi inat uğruna ateşe atma, günahtır. Teslim işareti ver,” diyorlardı.

      Savaş olacağını, batma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklarını anlayan bazıları canlarını kurtarabilmek ümidiyle geminin sandallarına hücum etmiş, içlerine doluşmuşlardı. Sümbül Ağa ile Mekke Kadısı da gelmişler, hâlâ rütbe ve büyüklük davasıyla sandalda kendilerine bir yer açılmasını istiyor, bağırıyorlardı.

      Bu sırada birkaç kişi, kaptana hakaret ederek onu kızdıran ve bu felâkete sebep olan Kızlar Ağasıyla Mekke Kadısının şimdi de kendilerine saygı duyulup, sandalda yer verilmesini istemelerine öfkelendiler. Bu gururlu ve inatçı herifleri yaka paça tutup sürükleyerek kaptanın karşısına getirdiler. Bir taraftan kaptana, “Vur! Terbiye et. İntikamını al,” diye bağırıyor, diğer taraftan kendileri de hakaretler ve sillelerle bilhassa Kızlar Ağasının üzerine hücum ediyorlardı.

      Karşıda korsan gemileri alenen ölüm tehditleri savururken, beri tarafta Sümbül Ağa ile Mekke Kadısını falakaya yıkıp cezalandırmaya çalışıyorlardı. Kaptanın intikamını almak teşebbüsleri ile ince uzun zencinin azameti garip bir komedi şekline girmişti.

      Bu esnada iyice yaklaşan korsan gemilerinden birinin açtığı yaylım ateşi ortalığı allak bullak etti. Halk kaçışıyor, bağrışıyor, ağlaşıyordu.

      Birçok yaralı yerlere serilmişti. Geminin kaptanı İbrahim Çelebi ile Kızlar Ağası Sümbül Ağa da yaralılar arasında idi.

      Bir korsan şalopası gemiye iyice yaklaştı. Şimdi kaptansız, kumandasız, kargaşa içinde, yelkenlerini şişirmiş, kendi havasında ilerleyen geminin yanı sıra şalopa da ilerliyordu. İçindeki tepeden tırnağa silahlı korsanlar, gemide dayanma gücü kalmadığını anladıkları için çekinmeden meşaleler yakmışlardı. Meşalelerle gemiyi tutuşturacaklarını anlatıyorlar ve yolcuları tehdit ediyorlardı. Meşalelerin kızıl ve titrek alevlerinin dalgalı denize, bulutlu semaya aksiyle manzara bir kat daha vahşileşiyordu.

      Zeynel Ağa’nın teşvikiyle beyaz çarşaflar, mendiller açılıp sallanarak teslim işaretleri verildi.

      Korsanlar yanaşarak gemiye atladılar. Dümeni, kumandayı ele aldılar. Bütün gemicileri birer birer bağladılar. Gemide nakit ve mal namına her ne varsa soydular.

      Gemi pupa yelken Girit Adası’na doğru giderken içeride sorgulamalar, görüşmeler gerçekleştiriliyor; kimin, nereden, ne kadar para getirtip kendini satın alabileceğinin pazarlıkları yapılıyordu.

      Son karar bildirildi.

      “Para getirtip fidye ödeyemeyecek olanlar, köle ve cariye diye esir pazarlarında satılacaktır!”

      3

      Saray