Fazlı Necip

Haremin sultanları


Скачать книгу

alındığı ve döneceği esnada Dilâver hasta yattığı için beraberinde gelememiş. Daha sonra Maksut Paşa’ya kapılanmış, Mısır’da kalmış. Nurü’l-ayn Mısır’a gidince Kasr-ı Yusuf ’ta buluşmuş, tanışmışlar. Nurü’l-ayn’a bizim bütün felâketlerimize sebep olanın Maksut Paşa olduğunu anlatmış. Sadık Arap, Mısır ’da kalmak istemeyerek İstanbul’a kaçmış, geldi beni buldu. Nurü’l-ayn’ın mektubunu getirdi.”

      “Ben bunda o kadar mühim bir şey görmüyorum.”

      “Görmüyor musun? Ayol, ben şimdi Maksut Paşa’nın Mısır ’da nasıl yaşadığını, neler yaptığını, bütün sırlarını biliyorum. Maksut, Kara Mustafa’nın yetiştirdiği adamlardandır. O da Arnavut’tur. Bu yılanın başını ezmek, hem intikam almak, hem de bundan istifade ederek tekrar saraya çıkmak mümkün olacak…”

      “Nasıl?”

      “Onu sonra, sırası gelince etraflıca anlatacağım. Sen şimdi beni Cinci Hocayla bir görüştürmenin yolunu bul.”

      “Ondan kolay ne var. Ne zaman arzu ederseniz Hocayı davet ederim, burada görüşürsünüz.”

      Belkıs Sultan biraz düşündükten sonra, “Önümüzdeki pazartesi günü olur mu?” dedi.

      “Neden olmasın? Hoca her gün karşıya, tersaneye gidiyor. Girit seferi için donanma hazırlamakla meşgul.”

      “Girit seferiyle Hocanın ne ilgisi var?”

      “Yaa! Gördünüz mü? Sizin bilmediğiniz sırlar hakkında da benim bilgim var.”

      “Anlat rica ederim, merak ediyorum.”

      “Cinci Hoca Anadolu Kazaskeri iken Mekke Kadılığını çok büyük para karşılığında birine satmış. Kadı, Mekke’ye gidince orada vefat edecek bütün hacıların malını, parasını zaptedeceği cihetle kazanacağı binlerce altının mühim bir kısmını Cinci Hocaya getirecekti. Mekke’ye giderken karşılarına Girit korsanları çıkmış, Kadıyı esir etmişler. O da İstanbul’dan para getirterek kendini satın almış, kurtulmuş. Kurtulmuş ama Mekke’ye gidemediği için Cinci Hocaya söz verilen altınlar gelmemiş. Hoca da oldukça hiddetlenmiş. O zaman araları pek iyi olan Kösem Valide Sultan’la Silahtar Yusuf Paşa’yı kandırmış. Deli’ye, Ne demek Efendim, Girit kâfirleri sizin kuvvetinizden, büyüklüğünüzden korkmayarak bir hacı gemisini, Darüssaâde Ağası Sümbül Ağa ile Mekke Kadısını, bütün hacıları esir etmiş. Bu küstahlığın cezasını vermek gerekir. Bir donanma gönderelim, Girit Adası’nı zaptedelim, demiş. Deli de razı olmuş. Kara Mustafa’nın bıraktığı hazineler var ya! Cinci Hocanın intikamını almak için o hazinenin de bütçeye katılması ile sefer hazırlıklarına başlanmış.”

      “Girit seferinin Hocanın keyfi için açıldığını, bunda da onun parmağı olduğunu bilmiyordum.”

      “Hocanın buraya soktuğu parmak öyle sıkıştı ki; şimdi ne yapacağını bilemiyor.”

      “Girit seferi zannettikleri gibi kolay olmadı, uzadı. Hazinede paralar suyunu çekti. Zorluklar artınca Hocanın düşmanları fırsat buldular. Onu Padişahın gözünden düşürmeye çalışıyorlar. O da makamını koruyabilmek için Girit seferini başarıyla neticelendirmek istiyor.”

      “Fakat şimdi Sadrazamla da, Valide Sultanla da arası bozulmuş.”

      “Evet, lakin Valide Sultanı yenmeyi başardı. Gözdelerden Kaya Sultan’a, bilhassa Şekerpare’ye çattı. Saray bunların elinde demek… Kösem Valide, Topkapı’da, bağlar arasındaki köşke atıldı. Saraya gelmesine izin verilmiyor. Orada düşmanlarına diş biliyor.”

      “Ya Sadrazam?”

      “Onun makamı baki. Fakat Hocanın cinleri yakında onu da çarpacak sanırım.”

      “Öyleyse vaziyet iyi demektir. Hele bir kere Hoca ile görüşelim. Bizim de onun cinlerine çok yardımımız olur.”

      Dışarıdan gelen çalgı, çengi sesleri bunları da davet ediyordu sanki. Kalkıp bahçeye doğru yürüdüler.

      4

      Kasr-ı Yusuf’ta

      O zamanlar Mısır Valiliği âdeta hükümdarlıktı.

      İstanbul ile ulaşım ve haberleşme pek güç ve nadir olduğu için uzakta, kendi âleminde yaşayan bu büyük memlekete en ziyade sevilen, itimat edilen vezirler gönderilirdi. Daha sonraları en çok para verenler tayin olunmaya başlanmıştı.

      Valinin ne yaptığını, Mısır ’ı nasıl idare ettiğini arayan soran yoktu. İstenilen şey hazine payının gününde gönderilmesi; saraya, Babıâli’ye sık sık kıymetli hediyelerin takdim edilmesiydi.

      Valiler ancak İstanbul’a külliyatlı para yetiştirmek, oradaki zavallıları idare etmekle makamlarını koruyabiliyorlardı. Bütün gayret ve iktidarlarını para toplamaya, aciz halkı soymaya hasrediyorlardı. İstanbul’a gönderilecek hazinelerden başka kendisi için de büyük bir servet toplamak fırsatını kaybetmek isteyen yoktu. Mısır’dan dönen her vali muhakkak zengindi.

      Mısır Valisi Nakkaş Paşa, damat olmasına güvenerek ahaliyi soymak hususunda bütün eski valilere rahmet okutacak derecede ileri gitmişti. Bundan başka Babıâli’ye de önem vermiyor, hazineye göndermesi gerekeni de göndermeyip, bütün topladığı hazineleri kendine mal ediyordu.

      Sadrazam Kara Mustafa Paşa çok zeki, kararlı ve cesur adamdı. Nakkaş Paşa’nın kendisine önem vermeyişine çok gücendi. Padişahın hemşiresi onun alınmış olacağını hiç düşünemedi. Sadrazam, Deli İbrahim’i kandırarak eniştesinin azledilmesi için bir ferman çıkarmada başarılı oldu.

      Nakkaş Paşa İstanbul’a geldiği zaman gemiler dolusu mal ve eşya getirdi. Doğruca karısı Belkıs Sultan’ın sarayına giderek Sadrazamın semtine uğramadı. Hiddeti artan Sadrazam, Deli Hünkâr ’a eniştesinin Mısır’dan getirdiği hazineleri, pek kıymetli eşyaları anlatarak, onun hırsını tahrik etti. Nakkaş Paşa’nın sahip olduğu eşyaya el konulması için ikinci bir ferman çıkarttı. Mısır Valiliğine de hemşerilerinden Maksut Paşa’yı gönderdi.

      Kara Mustafa Paşa’nın Maksut’a o kadar ilgisi ve itimadı vardı ki, “Benden sonra sadrazam olmaya lâyık yegâne kişidir,” derdi.

      Maksut Paşa, Sadrazamın ilgi ve korumasına güvenerek Mısır’da Kasr-ı Yusuf ’ta gerçek bir hükümdar gibi debdebe ve ihtişam içinde yaşıyordu. Harem dairesi de saray kadar kalabalıktı. Fakat kadınların çoğunluğunu Habeşî, zenci halayıklar oluşturuyordu. Rum, Çerkez, Gürcü, Rus dilberler nadirdi.

      Maksut Paşa’nın o zamanlar pek nadir olan bir özelliği vardı. Hevesi gelip geçici değildi. Beğendiği bir kadını sever, onunla yetinir, vefa gösterirdi. Son göz ağrısı olan bir Gürcü kızının doğururken vefat etmesine pek üzülmüştü. Sarayı dolduran kadınlar arasında üzüntüsünü giderebilecek, kendisini teselli edecek, sevilmeye lâyık bir kız bulamıyordu.

      O esnada İstanbul’a hazine götürmeye kethüdası Zeynel Ağa’yı memur etmişti. Zeynel’in kılığı, kıyafeti, hali, hareketi kaba görünürdü fakat ruhen pek ince, fikren pek zarif bir adamdı. Paşanın kethüdası olmaktan öte, arkadaşı idi. Onun her halini, zevkini, huyunu bilirdi. Ona İstanbul’dan güzel, terbiyeli, nazik bir cariye alıp götürürse pek makbule geçeceğini düşündü. Kendisine bu cariye vasıtasıyla minnettar kalacak Maksut Paşa üzerinde daha etkili bir nüfuzunun olacağı da hesaba dâhildi tabii.

      Birçok esirci evini gezdikten sonra nihayet Nurü’l-ayn’ı Mısır Valisine takdim edilmeye lâyık görmüştü. Yüksek bir fiyatla satın aldığı kızı beraberinde Mısır’a