>Önsöz
Bu eserin Norveççe orijinali, Norveç Tarih Okulu’nun kurucusu Peter Andreas Munch tarafından yazıldı. Munch aynı zamanda genel tarih, arkeoloji, coğrafya, entografya, dilbilim ve hukuk gibi çalışmasıyla alakalı alanlarla da ilgileniyordu. Çeşitli dallarda ortaya koyduğu çalışmalar, geçerliliklerini zaman içinde korumayı başardı. En önemli eseri, Norveç’in 1397 yılında katıldığı Kalmar Birliği’yle sona eren eski bağımsızlık dönemini de kapsayan Norveç Halkının Tarihi (Det norske folks historie, 8 cilt. 1851–63), tarihçiler tarafından hâlâ kaynak olarak kullanılmaya devam ediyor. Munch’ün akademik çalışmalarının önemi, bu çalışmaların Norveç kültürünün modern rönesansına sağladığı etkide yatıyor. Munch, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında (tıpkı Wergeland’ın ondan önce, Bjørnson’un da ondan sonra gelmesi gibi) ülkenin en entelektüel kişisi olarak öne çıkıyordu. Norveç’te var olan ve devamlı güçlenen ulusal ruh, daha önceki nesillerin çıkarttığı kabiliyetli liderlere büyük ölçüde borçlu ki Munch de onlardan biriydi. Bir tarihçi olarak, antik İskandinav şiiri ve destanlarının bir editörü olarak, Norveçlilerin kutsal mitlerinin ve efsanelerinin bir kayıtçısı olarak Munch, geçmişin Norveç’i ile dönemin Norveç’i arasında tarihsel bir bağ kurma konusunda müthiş işler başardı. Onun zamanından sonra Norveçliler, Munch’ün ateşlemek için çok uğraştığı o ulusal bilincin verimli yönünü güçlendirmek ve derinleştirmek için başta tarih olmak üzere halk bilimi ve ilgili konularda çalışmalar yaptılar.
İlk kez 1840 yılında basılan Munch’ün İskandinav Mitolojisi kılavuzu aslında; Norveç, İsveç ve Danimarka tarihi üzerine hazırlanmış bir okul kitabına tamamlayıcı kitap olması amacıyla yazıldı. Hem öğrenciler için bir kitap olarak hem de genel bir kaynak çalışması olarak geçerliliğini korudu. Kitabın, bu çevirinin de temel alındığı üçüncü baskısı (1922), konunun güncel bir şekilde ele alınması için gelen talepler üzerine Oslo Üniversitesi’nden Profesör Magnus Olsen tarafından hazırlandı. Olsen, orijinal kitabı bütünüyle baştan yazmak yerine Munch’ün çalışmasını revize etmenin daha doğru olacağını düşündü, böylelikle sonradan hem sevilen hem de akademide kabul gören bir ciltte yer alan araştırmaların sonuçlarını da kapsama dahil edebilecekti. Profesör Olsen’ın revizyonuyla beraber Munch’ün çalışmasının değeri büyük ölçüde arttı.
İskandinav Mitolojisi, hem eski İskandinav edebiyatı meraklıları için hem de kuzey mitleri ve efsaneleri için güvenilir bir kaynak arayan genel okur için aynı ölçüde yararlı bir eser olacaktır.
Öncelikle düzenlediği versiyonun diğer dillere çevrilmesi için izin veren Profesör Magnus Olsen’a; değerli önerileri için de Amerikan-İskandinav Vakfı’nın yayın komitesi başkanı olmasının yanı sıra Columbia Üniversitesi’nde profesör olan William Witherle Lawrence’a teşekkürlerimi sunarım.
Giriş
Norveç dilinde yazılmış şiirlerden ve çok eski tarihlerde yaşamış yazarların kayıtlarından öğrendiğimiz haliyle atalarımızın mitolojisi, aslında bizlere hakiki pagan biçimiyle ulaşmadı. Mitolojinin günümüze kadar ulaşan biçimi, inananların eski tanrılara olan mutlak inançlarını kaybetmeye ve bu tanrılardan şüphe duymaya başladığı, kadim tanrıların kendilerine verebileceğinden daha asil ve daha iyi bir tesellinin işaretlerini yakalayabildikleri bir dönemden geliyor. Dahası mitolojiyi öğrendiğimiz bu kaynakları, Hıristiyanlığın Norveç’te ortaya çıkmaya ve yayılmaya başladığı dönemden yüz yılı aşkın bir süre önce İzlanda’ya giden Norveçli göçmenlerin oluşturduğu görülüyor. O zamanlarda bu mitolojinin ana çizgileri Cermen kabileleri olarak anılan halklar arasında çok yaygındı. Bir yanda Norveçliler, İsveçliler ve Danimarkalılar, öbür yanda Gotlar, Frenkler, Saksonlar, Suabiyalılar, Frizler, Anglosaksonlar ve diğer halklar bunlar arasında sayılabilir. Bununla birlikte durumun doğası itibarıyla, Cermen kabilelerinin yavaş yavaş dil, gelenek, yaşam tarzı açısından birbirlerinden ayrılmaya başlaması ve böylece gelişimlerinin farklılık göstermesi üzerine, mitoloji ve inancın da bu kabilelerin her birinde farklı bir niteliğe bürünmesi kaçınılmazdı. Hatta tarih öncesi dönemin başlarında, Cermen olmayan daha gelişmiş komşu halkların etkilerinin yanı sıra, Cermen kabileleri arasındaki karşılıklı ilişkiler de mitolojinin yapısını etkilemiş olmalıydı. Bu sebeple antik İskandinav inancı, Kuzey veya Cermen halklarının inancı ve mitolojisiyle paralel olmaktan çok uzak bir durumdadır. Bu meselenin kanıtı, pagan dönemi boyunca çeşitli Cermen kabilelerinde var olan dini şartlara dair öne sürülen beyanların üstünkörü karşılaştırılmasıyla bile keşfedilebilir. İsveçlilerin ve Danimarkalıların çok azı doğrudan gelenekle aktarılan pagan inançları da, paganizmin sona ermeye başladığı dönemde Norveç ve İzlanda’da süregelen inançtan birçok açıdan farklılık gösteriyor olmalıydı. Bu eserin takip edeceği yönteme göre Norveç–İzlanda mitleri en öne çıkan mitler olacak. Bizi özellikle alakadar eden mitler bunlardır, ayrıca bütünüyle mitolojiye benzer bir anlatı inşa etmek de yalnızca bu mitlerin kullanımıyla başarılabilir. Buna rağmen diğer Cermen halkları arasında yaşamaya devam eden dini geleneklere de yeri geldiğince başvuracağız.
Hıristiyanlık yayıldıkça Cermen kabileleri arasındaki pagan inancı gitgide etkisini yitirdi. Bu, önce İsa’nın doğumundan yaklaşık beş yüz yıl sonra Fransa’da, bundan bir ya da iki yüz yıl sonra İngiltere’de gerçekleşti. Nihayetinde 800 yılı civarında Şarlman aracılığıyla yeni inancı benimseyecek Saksonların bulunduğu Almanya, son pagan kabilelerine ev sahipliği yapıyordu. Paganizm, kuzeydeki yerini korumakta daha inatçıydı; İzlanda’daki etkinliğini on birinci yüzyılın başına dek bırakmadı, Norveç ve Danimarka’da ise buna ek olarak 30 yıl daha var olmayı sürdürdü, son olarak İsveç’te ise aşağı yukarı 1150 yılına kadar yerini korudu.
Daha güneye inildikçe eski inançlar öylesine kökünden kazınmıştı ki geriye çok az hatıra kalmıştı. Üstelik pagan inancı hakkında olağan (bile olsa) beyanlar veren erken dönem yazarlarının sayısı da çok azdı. Üstelik bu beyanlar bütünlükten ve doğruluktan uzak olan, önyargı ve küçümsemenin açık damgasını taşıyorlardı. Daha yakın güneyde, hatta Cermen kabilelerin bulunduğu topraklarda bile kuzeydekine kıyasla atadan kalma gelenekleri korumak için derin bir arzu ya da gereksinim mevcut değildi. Gerçi bu tür bir eğilim baskın gelse bile Katolik papazlar duruma el atıyordu. Dahası, geçmişe dair hatıratları kaydetmeye ilgi duyan yazarların neredeyse tümü din adamlarından oluşuyordu ve bu kişiler eski tanrılara gerekenden çok atıfta bulunmayı günah olarak görüyorlardı. Durum kuzey topraklarında daha farklıydı. Pagan inancı orada daha sağlam köklere sahipti, eski gelenekleri keşfetmeye ve atadan kalma kahramanlık öyküleri dinlemeye olan ilgi daha fazlaydı. Üstelik daha da önemlisi ruhban sınıfı burada güneyde olduğu kadar etkili bir nüfuza asla sahip olamadı. Bu koşulların oluşmasındaki başlıca sebep (en azından Norveç ve İzlanda’da), insanların hem yazmada hem konuşmada anadillerine sahip çıkması ve kilisenin dili olan Latincenin buralarda hiçbir zaman kök salamamasıydı. Güneydeki ruhban sınıfı gibi Latince yazmak, kuzeyli tarihçiler için yarar sağlamazdı, zira öylesi bir durumda ne yazdıklarını çok az kişi anlayabilirdi. Böylece tarih yazını, ruhban sınıfının değil, din adamı olmayan kişilerin meşgalesi durumuna geldi. Kaldı ki atalarımız, ozan şiirleri ve şarkılarına aşırı derecede düşkünlerdi. Ozanlar dizelerini anadillerinde yazıyordu, bir de temsil ve kişilerin çoğunu mitolojiden aldıklarından, mitlerin incelenmesi hem şairler hem de onların dizelerini dinleyen kişiler için elzemdi. Örneğin Hallfred, vaftiz edilmesi hakkında Kral Olaf Tryggvason’a verdiği beyanatta, söylediği şiirlerde ne kadim tanrılarla alay edeceğini ne de onların isimlerini anmaktan çekineceğini belirtmişti.
İşte bu şartlar itibarıyla eski mitolojinin bilgisi Norveç ve İzlanda’da hayatta kaldı. Uzun bir süre boyunca, paganların varlığını sürdürdüğü bir toprak parçası bulmak için komşu İsveç Krallığı’nı ziyaret etmek gerekmeyecekti. İzlanda’da şiir ve tarihe olan genel ilgi o kadar coşkuluydu ki Hıristiyanlık ortaçağda büyük ölçüde yayıldıktan sonra bile İskandinav mitolojisi hakkında çok kapsamlı ya da hiç olmazsa olağanüstü iki kaynak kitap ortaya çıkabildi: Snorri’nin yazdığı Edda ve Sæmund’un yazdığı Edda. 1220 civarında muhteşem Snorri Sturluson tarafından yazılan Edda, halk ozanları için hakiki bir rehberdi. Eserin ilk bölümü, tanrılar ve yaptıkları büyük işler hakkında birkaç ayrı öykünün yanı sıra, bu inancın sistemini bütünüyle içeren bir anlatıma sahipti. Tam olarak “büyük büyükanne”