mage target="_blank" rel="nofollow" href="#img1346a016b190435ca50c0212aff75f38.jpg"/>
Önsöz
Bundan yaklaşık bir buçuk sene önce yaptığımız yayın kurulu toplantısında hepimizi heyecanlandıran bir karar aldık. Aforizma Dizisi ile başladığımız, Bir Nefeste Dizisi ve Dünya Masalları Dizisi’yle devam ettiğimiz dizilerimize bir yenisini daha ekleyecektik: Biyografi Dizisi. Birkaç yayınevinde gayet başarılı biyografiler olmasına rağmen hem günümüz okur kitlesine hitap eden hem de kişilerin hayatlarının en sıradan detaylarını bile son derece canlı bir şekilde anlatan kitaplarda bir boşluk olduğunu fark ettik. Bu alanda gördüğümüz boşluğu doldurmak için hemen kollarımızı sıvadık ve işe koyulduk.
Öncelikle biyografisini okumak istediğimiz ve hayatını ilginç bulduğumuz tarihi kişilikleri belirledik. Sonra bunların arasında yayımlanmaya değer olduğunu düşündüğümüz biyografileri seçtik. Bu bağlamda ilk etapta on önemli tarihi kişinin biyografisi ortaya çıktı. Bu on kişinin hayat hikâyesini bize aynı edebi tat ve ruhla aktaracak çevirmenler aramaya başladık. Fakat bu süreçte en çok kararsız kaldığımız şey kapak tasarımı oldu. Çünkü bir biyografi dizisine yakışır sadelikte, aynı zamanda bu önemli tarihi şahsiyetlerin hayatlarını anlatacak canlılıkta kapaklar olmasını istiyorduk. Önümüze gelen ondan fazla taslak üzerinde günlerce kafa yorduk ve ortak bir karar vermek için çabaladık. En sonunda taslakları ikiye indirdik ve hepimizin içine sinen bu kapakta karar kıldık.
Kitapları yayına hazırlama aşamasında metinle o kadar içli dışlı olduk ki bahsedilen tarihi figürlerin hayatlarına girdikçe yaptığımız işten daha çok keyif almaya başladık. Hepimizin ismen bildiği kişilerin yaşam öykülerini okudukça aslında onların da sizin bizim gibi bir insan olduklarını, bizimle aynı duyguları paylaştıklarını, hayatın onları da tıpkı bizler gibi oradan oraya savurduğunu gördük.
Uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkardığımız bu diziyi siz okurlarımızla paylaşmaktan memnuniyet duyuyoruz. Birer tarihi kayıt niteliği taşıyan bu yaşam öykülerini okurken keyif almanız tek temennimiz.
“İyi yazılmış bir hayat öyküsü, en az iyi yaşanmış bir hayat kadar nadidedir.”
Birinci Bölüm
Bayan Austen edebiyat tarihinde Bayan Burney, Bayan Edgeworth ve Bayan Ferrier gibi önde gelen diğer isimlerle birlikte adabımuaşeret romancıları1 grubunda yer almaktadır. Grubun tamamı, bir zamanların ünlü ismi Bayan Radcliffe gibi romantik çağdaşlarının aksi yönünde bir duruş sergilemiştir.2 Adabımuaşeret romancılarının atasının bir bakıma Richardson olduğu söylenebilir, romantizm akımı romancılarının öncüsü ise Otranto Şatosu’nun yazarıdır. Ancak Bayan Austen’ı önemli kılan, diğer yazarlarla veya edebi ekollerle ilişkisi değildir. Homeros’a, Shakespeare’e, Cervantes’e, Scott’a ve daha pek az kişiye verilmiş olan yaratıcılık, oldukça mütevazı bir biçimde olsa da, Austen’a da bahşedilmişti.
Hayatını anlatan yıllıklar kısa ve sade. Ömrünün sonunda bile dehası aile çevresinin dışında bilinmiyordu; vefatından sonra da hak ettiği üne kavuşamadı. Edebi çevreden hiçbir tanıdığı yoktu, hatta genel anlamda çevresi dardı. Yaptıklarını veya söylediklerini hiç kimse not almamıştı. Yirmi yıl önce, Jane Austen’ın aile üyelerinden birinin yanında, Austen hakkında neredeyse Shakespeare kadar az şey bilindiği söylenmiştir. Bunun üzerinden uzun zaman geçmemişti ki yeğeni Bay Austen-Leigh tarafından Jane Austen hakkında bir anı yazısı yayımlandı. Bu yazıda Austen’ın dış görünüşünden, genel karakter özelliklerinden ve alışkanlıklarından bahsedilmekte, ancak bunların ötesine pek geçilmemektedir. Muhtemelen anlatılacak birkaç şey daha vardı. Onun hayatını anlatan tek şey ise eserleriydi. Shakespeare’in eserlerinin kaybolduğu geceye dair detaylara ulaşmak için yapılan beyhude araştırmalar başarıya ulaşsa bile yine de bir hayal kırıklığı yaşanırdı. Anı yazısının yayımlanmasından sonra Austen’ın mektuplarından oluşan bir derleme, Austen’ın kardeşinin torunu Lort Brabourne tarafından dünyaya sunulmuştur. Editör iyi niyetli çalışmalarıyla elinden geleni yapmış olsa da mektuplar biyografik açıdan bir hayal kırıklığıydı. Gelgelelim bu mektuplar Bay Austen-Leigh’in anı yazısı haricinde Lort Brabourne’un giriş yazılarıyla birlikte sahip olduğumuz tek bilgi kaynağıdır; bununla birlikte, tıpkı diğer biyografiler gibi bu biyografinin de temelini oluşturmaktadır.
Jane Austen, Amerikan Devrimi’yle aynı yılda, 16 Aralık 1775’te Hampshire’da yer alan Steventon’ın papaz evinde doğmuştur. Babası George Austen, Hampshire’ın ve komşu bölge Deane’in bölge papazıydı. George Austen, Oxford St. John’s Koleji mensubuydu. İyi bir akademisyendi, böylece iki oğlunu üniversiteye hazırlayabilmişti. Dış görünüşüyle göze çarpan George Austen “yakışıklı akademisyen” olarak anılıyordu. Eşi ve Jane Austen’ın annesi olan Cassandra, Papaz Thomas Leigh’in en küçük kızıydı. Thomas Leigh, All Souls’ Koleji’nde akademisyendi. Sonrasında Henley-on-Thames yakınlarındaki Hampden Koleji’nde akademisyenlik yaptı. Cassandra’nın amcası ise Balliol Koleji’nde yarım yüzyıldan uzun süre akademisyenlik yapmış, döneminin üniversite dehası Dr. Theophilus Leigh’di.
Jane’in beş erkek, bir kız kardeşi vardı. En büyük ağabeyi James, İngiliz edebiyatı üzerine iyi bir eğitim almıştı, mütevazı bir yazardı. Jane’in okumasını yönlendirerek edebiyat zevkini şekillendirmede James’in payının büyük olduğu düşünülmektedir. En büyük ikinci ağabeyi Edward, tıpkı Emma’daki Frank Churchill karakteri gibi, Kent’teki Godmersham Park’ın ve Hampshire’daki Chawton House’un sahibi, zengin akrabası Bay Knight tarafından evlat edinilmiştir. Edward, mülkleri miras aldıktan sonra soyadını Knight olarak değiştirmiştir. Jane’le çocukken ayrılmalarına rağmen hayatlarının ilerleyen döneminde tekrardan yakınlaşmışlar ve Jane, ağabeyi ile yeğenlerine büyük bir sevgi beslemiştir. Edward çok uyumlu ve eğlenceli biri olarak tasvir edilmiştir. Üçüncü ağabeyi Henry’nin iletişim becerisinin çok kuvvetli olduğu, ancak hayatta çok da başarılı olamadığı söylenmektedir. Orta yaş döneminde vaiz olan Henry, yayıncılarla iletişim kurmasında Jane’e yardımcı olmuştur. Diğer ağabeyi ile erkek kardeşi denizciydi, I. Dünya Savaşı’nda ülkelerine hizmet etmişlerdi. İkisi de amirallik rütbesine yükselmiş, ikisi de bu rütbeyi hakkıyla kazanmıştı; her ikisi de profesyonel ruhlarının yanında nazik ve asil karakterleriyle iz bıraktılar. Evlerine döndüklerinde neşeyle karşılanmalarının yanı sıra meslekleriyle ilgili detaylar, kazandıkları para ödülü, aldıkları terfiler de kız kardeşlerinin sayfalarında açıkça yer etmiştir. Gelgelelim, bize aktarılanlara göre, Jane’in kalbinde en büyük yere kendisinden yaklaşık üç yaş büyük olan ablası Cassandra sahipti. Daima birliktelerdi. Aynı evde ve aynı odada ölüm onları ayırana dek birlikte yaşadılar. Cassandra daha sakin, daha soğuk mizaçlıydı. Aile arasında söylenenlere göre Cassandra öfkesini daima kontrol altında tutma yeteneğine sahipti; buna karşın Jane’in kontrol altında tutması gereken bir öfkesi yoktu. Akıl ve Tutku yayımlandığında iki kız kardeş Elinor ve Marianne’le özdeşleştirilmişti; ama Jane kendini asla Marianne gibi duygusallığı aptallığa varan fevri biri olarak betimleyemezdi. Böyle yapsaydı kendine büyük ölçüde haksızlık etmiş olurdu. Bay Austen-Leigh, daha yirmi yaşına basmadan Marianne Dashwood’un zayıflıklarını bu denli açıkça ortaya koyabilen genç kadının söz konusu kusurlara sahip olamayacağını belirtmiştir. Kız kardeşlerin arasındaki sevginin Akıl ve Tutku ile Gurur ve Önyargı’da birbirini seven iki kız kardeşin yanı sıra Emma’da gördüğümüz bir kız kardeşe sahip olma isteğinde kendini göstermiş olması muhtemeldir.
Jane Austen’ın, ablası Cassandra tarafından çizilen bir resmi.
Jane Austen yirmi beş yılını, yani hayatının yarısından çoğunu, Steventon’daki papaz evinde geçirmiştir. Steventon, North Hants’in kavisli bir vadi tarafından sarılmış kireçli tepelerinde, Basingstoke’a on bir kilometre mesafede yer alan küçük bir köydür. Kireçli topraklara sahip bu köyün daima neşeli bir havası vardır. Steventon büyük bir ormanı olmayan ancak altında çuha çiçeklerinin, dağ lalelerinin ve yaban sümbüllerinin açtığı çalıdan örülmüş geniş, yapraklı çitleriyle küçük, sessiz ve güzel bir köy olarak betimlenmektedir.