da Jane’in düşüncelerini romantik geçmişe yöneltmişe benzemiyor.
Gerek Steventon’da ve çevresinde, gerek büyük bir olasılıkla Meryton’a kaynaklık eden Basington isimli küçük kasabada Jane, çeşitli sınıflara mensup insanlara ve İngiltere’nin köyleri ile küçük kasabalarındaki yaşama tanık olmuştur. Jane, parlamento üyesi Sör Thomas Bertram gibi büyük mülk sahiplerini, Bay Bennet ve Bay Woodhouse gibi ufak mülk sahiplerini, eşleri ve kızlarıyla din adamlarını, iyi bir aileden gelen askerler ile bahriyelileri, kötü bir aileden gelen yaşlı kadınları, emekli tüccarları, küçük bir kasabadaki yaşamı, köyün eczacısını, şu an neredeyse yok olmaya yüz tutsalar da bir zamanlar eşlerine çok sık rastlanan Robert Martin gibi bağımsız levazımcıları burada tanıyacaktı. Tüm bunlar Jane’in romanlarına malzeme olmuştur. Karakter çeşitliliği sınırlı olmasına karşın, şimdilerde hareketli ve yerinde duramayan bir hale gelen İngiliz yaşamı, demiryollarının yapımından önce sessiz ve durağan olduğundan onları iyiden iyiye inceleme şansına sahip olmuştu. Mektuplarından birinde Jane romancılığa yeni başlayan birine, “Artık insanlarını keyifle topluyorsun, onları tam olarak yerli yerine koymak hayatımın en büyük sevinci. Küçük bir köydeki üç dört aile üzerine çalışmak çok güzel; çok daha fazlasını yazacağını ve bu aileler yerli yerine oturduğunda kurguyu güzelce kullanacağını umuyorum,” şeklinde yazmıştır. Austen ailesi zengin değildi ama bölgenin sosyetesine katılıp bir faytona sahip olabilecek kadar iyi durumdaydı. Sosyal statüleri, Mansfield Park’ta fayton sahibi olup masalarını kıskanç Bayan Norris’e aşırı gelecek şekilde özgürce donatarak misafir ağırlayan Dr. Grant ve Bayan Grant’le aynı sayılırdı.
Austen ailesinin çevresi, Bayan Austen’ın en büyük ablası ile Reading yakınlarında, Basingstoke’a 30 km mesafede bulunan Sonning’in bölge papazı Dr. Cooper’ın çocukları, yani kuzenleri olan Edward ve Jane Cooper’la kurdukları yakınlık sayesinde her açıdan genişledi. Edward Cooper, yazdığı Latince şiirle Oxford’da ödül kazandı. Sonrasında kehanetler üzerine The Crisis (Kriz) isimli bir çalışma yaptı ve o dönemde moda olduğu üzere birkaç cilt vaaz yazdı. Mansfield Park’ta vaaz verme yeteneğini öven kısmı keyifle okumuş olmalı. Cooper ailesi bir süre Bath’ta yaşadı. Görünen o ki Jane Austen, Cooper ailesini burada ziyaret etmiş, kaplıcalarıyla ünlü bu kent hakkında Northanger Manastırı’nı yazmasına vesile olacak bilgileri edinmiştir. Austen ayrıca Godmersham Park’taki akrabası Bay Knight’ı da ziyaret ederdi. Belki de Mansfield Park’taki Sör Thomas Bertram’ı ve kırsal bölgedeki nüfuz sahibi insanları Steventon’dan ziyade burada incelemiştir.
Görünüşe göre Steventon papaz evindeki aile birlik ve mutluluk içinde yaşıyordu. Bu evde büyümenin etkisiyle akrabalarının canlı bir şekilde hatırlayacağı içten ve tatlı doğasının birleşimi Jane’e şen bir hayat görüşü vererek onu insanların zaafları üzerinde nazikçe oynamaya yöneltti. Jane sosyalleşmeyi ve hayattan aldığı küçük zevkleri çok severdi. Buna sessiz sedasız flört etmek de dahildi. Katıldığı bir balodan sonra, “Yirmi dans vardı ve hiç yorulmadan hepsinde dans ettim,” demiştir. Üstelik o yıllarda gençliğinin altın çağı çoktan geçmişti. Neşeli ortamlardan daima keyif aldığını hiç saklamamıştır. Tatlı bir sesi vardı. Basit aryalar söyleyerek piyano çalardı. Kasvetli Westmoreland bozkırlarıyla Hampshire Vadisi’nin yumuşak güzelliği arasındaki tezat bile Jane Eyre’in gençliği ile Jane Austen’ın gençliği arasındaki farklılığı geçemez.
Jane Austen’ın güzelliğinden pay alan mutluluğu da bu te-zatın bir parçasıdır. Hafif ve sağlam adımlarla yürüyen Jane, uzun ve ince bir silüete sahipti. Söylenenlere göre görünüşü bütünüyle sağlığını ve canlılığını yansıtıyordu. Yuvarlak ve toplu yanakları, küçük ve şekilli ağzı ile burnu, parlak ela gözleri ve yüzünün çevresine doğal buklelerle dökülen kahverengi saçlarıyla canlı bir görünüme sahip esmer bir kadındı. Yakın akrabalarının çizdiği portre bu şekildedir. Biraz daha uzak bir tanıdığıysa yanaklarının çok toplu ve yuvarlak göründüğünü söylemiştir.
Sosyeteye, balolara düşkün, flört etmekten kaçınmayan güzel bir kadının romantik bir bağ kurmamış olması ilginç görünüyor. Bay Austen-Leigh yazdığı ilk ciltte referans alabileceği herhangi bir romantik ilişkisinin olmadığını belirtmiştir. Yazdığı ikinci ciltteyse halasının gençliğine ilişkin olarak iyi bir karaktere, iyi bağlantılara ve statüye, kısacası kalbine dokunmak haricinde her şeye sahip olan bir adamdan bahsettiğini söyleyerek bu ifadesiyle ters düşmüştür. Bununla birlikte, Jane’in romantik ilişkilerinin tarihi hakkında kendisinin pek bilgisinin olmadığını, Jane’in kardeşi Cassandra’nın deniz kenarında bir yerde kız kardeşinin sevgisini kazanmayı hak eden ve muhtemelen kazanacak olan bir karaktere, zihne ve görgüye sahip bir adamla tanıştığından bahsetmesine dayanarak konuştuğunu belirtmiştir. Ayrıldıklarında, bahsi geçen adam onlarla tekrar görüşmek istediğini söylemiş, Cassandra ise adamın niyetinden şüphe duymamıştı. Ne var ki bir daha hiç buluşamadılar, kısa bir süre sonra da genç adam aniden hayatını kaybetti. Quarterly Review dergisi yazarlarından biri Mansfield Park’taki Fanny Price’ın Edmund Bertram’la ilişkisini şöyle anlatmıştır: “Aralarındaki tutkunun tadını sessizlik içinde çıkarmaları, sönük umutlar ve neşenin bu tutkuyu beslemesi, huzursuzluk ve kıskançlığın zihni uyarması, halinden memnunluğu ve saflığı, her yaşananı ve tasviri canlılık ve parlaklıkla boyamasından yalnızca bir kadının, hatta anılarından yola çıkarak yazan bir kadının varlığını çıkarabiliyoruz.” Ne var ki Bay Austen-Leigh bu varsayımın doğru olmadığı fikrinde. Fanny’nin Edmund’a olan aşkının kişisel deneyimden değil, dehası ile sezgilerinden yola çıkarak yazdığını düşünüyor. Halasının hayatındaki mutluluğa etki edecek bir bağ hissettiğini düşünmesine yol açacak bir neden görmediğini söylüyor. Gerçeğe dair bir kanıtımız yoksa varsayımlara kafa yormamızın pek faydası yok. Ama Jane Austen’ın böylesine bir aşk hissedip de duyguları karşılıksız kalmış veya talihsiz olaylar nedeniyle sekteye uğramış olsa da duygularına ihanet etmeyeceği Bay Austen-Leigh’e verilecek uygun cevap olabilir. Böylesine bir durumda duygularına tamamen hükmedebilmek, onun için kadınlığın iki temsilcisi olan Fanny Price ve Elinor Dashwood’da bulunan hayran olunası bir karakter özelliğidir. Bizi hayali bir aşkın kovalamacasına yönlendiren Mansfield Park değildir. Daha ziyade, İkna’da nişan atmalarının ardından Anne Elliot’ın Yüzbaşı Wentworth’e duyduğu hislerin sürmesini anlatan şu bölümdür:
Bu hazin hikâye sona ereli yedi yıldan çok olmuştu; Anne’in Yüzbaşı Wentworth’e duyduğu bağlılık zamanla azalmış, hatta belki de neredeyse tamamen ortadan kalkmıştı ama Anne bunu yalnızca zamana borçluydu, (ayrılmalarından sonra Bath’e yaptığı tek bir ziyaret dışında) bir yer değişikliği, herhangi bir yenilik ya da daha geniş bir çevre gibi destekler sunulmamıştı genç kıza. Kellynch çevresine belleğinde yaşattığı Frederick Wentworth ile boy ölçüşebilecek hiç kimse gelmemişti. Yaşadıkları dar çevrede onun gibi akıllı, ince zevkli bir kızın bağlanabileceği bir başkası yoktu, hayatının bu evresinde ona iyi gelecek tek doğal, sevindirici ve yeterli çare de bu olabilirdi.
Oysa Anne Elliot ne kadar tatlı dilli olabilirdi! Ya da en azından, emeğe saygısızlık ve Tanrı’ya güvensizlik gibi görünen o abartılı ihtiyat karşısında onun, erken yaştaki samimi bir bağlılıktan ve geleceğe sevinçle güvenmekten yana olan arzuları ne kadar da güzel ifade edilmişti! Anne Elliott gençliğinde ihtiyata zorlanmış, romantik aşkı yaşı ilerledikçe öğrenmişti; doğaya aykırı bir başlangıcın izlediği doğal yoldu bu.3
Yüzbaşı Wentworth bahriyelidir. Jane’in donanmada iki