askeri limanın kıyısında yaşayan bahriyelilerin ve halkın sosyal yaşantısına da şahit olmuştur, ancak görünüşe bakılırsa bundan pek tat almamıştır. En azından Mansfield Park’ta Fanny’nin, Portsmouth’ta kendisini azıcık da olsa tatmin edebilecek bir sosyal çevre bulamadığını yazmıştır. “Fanny’ye göre erkeklerin hepsi bayağı, kadınlar ise şımarıktı. Herkes görgüsüzdü. Eskiden tanıdığı insanlardan da yeni tanıştıklarından da hiç memnun değildi.” Bu, kulağa kişisel deneyimle varılan bir kanı gibi geliyor.
Lyme’da balolara gitti ve dans etti. Mektuplarında katıldığı danslardan ve kavalyelerinden bahsetti. Gelgelelim artık evlilik yaşını geçmekteydi, hiç evlenmemiş yaşlı bir kadın olmayı istemeye başlamış olmalıydı. Yine de bir romanında bir kadının yirmi dokuz yaşındayken hiç olmadığı kadar güzel olabileceğini ima etmiştir. Evliliğin mutluluk getirdiğini düşündüğü açıktır. Emma’daki Bayan John Knightley, hayatını eşi ve üzerine titrediği çocuklarına adamıştır ve Jane’in “ideal kadınsal mutluluk modeli”dir. Buna karşın kendisi için daha kendi halinde ve mantıklı bir yol çizmiştir. Harriet, Emma’ya “Evde kalacaksın ve bu korkunç bir şey,” der. Emma, “Boş versene; evlenmemiş, fakir ve yaşlı bir kadın olmayacağım. İnsanların çoğu bekarlığı yoksulluk yüzünden hor görüyor! Dar gelirli bekâr bir kadın gülünç, aksi, evde kalmış bir kadın olmalı, genç kızlara ve erkeklere alay konusu olacak türden biri; buna karşın bekâr ama varsıl bir kadın daima saygıdeğerdir, diğer herkes gibi mantıklı ve hoş olabilir,” şeklinde cevap vermiştir. Jane, gerçekçi sağduyusuyla dünyanın bu konuda ilk bakışta göründüğü kadar hatalı olmadığını da eklemiştir, dar gelir zihni bulandırıp insanı fevrileştirebilirdi. Jane Austen’ın yanında büyüyen yeğenleri, ona Emma Knightley’nin evliliğinden duyduğu mutluluğun bir bölümünü verebiliyordu.
Hem kendisi hem de ablası, orta yaş sembolü olan şapkayı takmaya oldukça erken başlamıştır. Birinin yaptığını mutlaka diğeri de yapıyordu. İkisi tek bir ruhta tamamlanıyordu. Öyle ki, Cassandra idam edilse, Jane’in de idam edilmek için ısrar edeceği söyleniyordu. Jane, kendisini saçına şekil verme işkencesinden kurtardığı için şapka taktığını belirtmiştir. O günlerde saç yapmak, moda tiranlığına adanan korkunç bir adaktı. Şapka takmak, iki kız kardeşin de karakterine uyuyordu. İkisi de tertipliydi ancak neyin modaya uygun olduğunu ya da neyin moda olacağını umursamıyordu. Mektuplarda kadın şapkacı-lığının hafife alındığını erkeklerin anlamadığı geçmektedir. Hatta Jane, ilk yazılarında erkek kalbinin puantiyeli, çiçekli, muslin veya jakona4 gibi kumaş türleri arasında ayrım yapmadığını belirterek hemcinslerini erkekleri memnun etmek için giyinmenin beyhude olduğu yönünde şakayla karışık uyarmıştır. “Kadın, sadece kendi tatmini için var olmalıdır. Kıyafeti yüzünden hiçbir erkek ona daha çok hayranlık duymaz, hiçbir kadın onu daha çok sevmez. Tertiplilik ve moda kadın için yeterlidir, erkekler içinse pejmürde ve uygunsuz bir şeyler gayet çekici gelecektir,” demiştir. Bu son sözleri yirmi bir yaşındaki bir kadın için oldukça sivriydi. Neticede kadınların kendisi için değil, birbirleri yüzünden giyindiği anlamı çıkmaktadır.
1809 senesinde, Jane yirmi dört yaşındayken annesi ve ablasıyla Southampton’ı terk ederek abisi Edward Knight’ın giderlerini karşıladığı, Jane’in eski yuvası olan Steventon’a pek de uzak sayılmayan Winchester yakınlarındaki Chawton’daki evine yakın bir çiftlikte yaşamaya başladılar. Chawton Evi, Jane’in kardeşinin torunu Lort Brabourne’a miras kalmıştır. Çiftlik, tatil için evlerine dönen Winchester çocuklarının neşeli telaşına şahitlik eden anayolun üzerindeydi. Buna karşın, gürgen çitlerle çevrili, çimenlikleri, yürüyüş patikaları ve fundalıklarıyla bahçenin asil bir mahremiyeti vardı; egzersize ve yazı yazmaya uygundu. Misafir odaları da mevcuttu. Bayan Lloyd da onlara eşlik etmeye başlamıştı. Steventon’dan eski tanıdıkları yakındaydı, ev ahalisi genel olarak mutlu, neşeli ve Jane’in çalışmasına uygundu. Hayal gücü canlanmış, kalemini tekrardan eline almıştı; tıpkı Steventon’da olduğu gibi Chawton’da da üç roman yazdı. Bu üç roman Emma, Mansfield Park ve İkna’dır. En sonunda Steventon’da yazdığı romanlardan ikisini basacak yayımcıyı bulmuştu. Yayımcı Bay Egerton bu maceranın çok çılgınca olduğunu düşünmüş olmalıydı; böylece, Egerton’ın maceracı ruhu sayesinde Jane Austen’a gereken saygı gösterilmiş oldu. Yayımcı, Akıl ve Tutku için Jane’e, neşeli tevazu-suyla çok büyük bir miktar olarak kabul ettiği 150 sterlinlik bir ödeme yaptı. Jane’in ölümüne dek eserlerinden kazandığı miktar yalnızca 700 sterlin olmuştur. Akıl ve Tutku, 1811’de, Jane otuz altı yaşındayken; Gurur ve Önyargı ise bundan iki sene sonra yayımlanmıştır. 1811 ile 1816 yılları arasında Jane Austen, Mansfield Park, Emma ve İkna’yı yazmıştır. Mansfield Park 1814’te; Emma 1816’da yayımlandı. Northanger Manastırı ile İkna 1818 yılında, yazarın ölümünden sonra yayımlanmıştır.
Yayımlar isimsiz yapılmış, Jane Austen yazarlığını hiçbir zaman halka beyan etmemişti. Buna karşın sırrı ortaya çıkmıştı. Yeğeni tarafından doğrulanmış olmasa da Gurur ve Önyargı’nın yazarı olarak Corinne’in yazarıyla buluşmak üzere aldığı daveti, Jane Austen olarak davet edilmediği hiçbir haneye gitmeyeceğini belirterek reddettiğine dair bir söylenti bulunmaktadır. Bu davranışı bağımsızlık olarak övülmüş, gurur gösterisi olarak eleştirilmiştir. Bu hikâye ve yorumu doğruysa bize Congreve’in oyun yazarından ziyade bir beyefendi olarak görülmeyi istediğini, Voltaire’in de bunun üzerine onca yolu bir beyefendiyi görmek için gelemeyeceğini söylemesini anımsatıyor. Gelgelelim hikâye doğruysa bile Jane yalnızca yazarlığını resmi olarak beyan etmekten kaçınmayı amaçlıyor olamaz mıydı? Bayan Barney, Bayan Edgeworth ve diğer kadın romancıların popülerliğine rağmen, o günlerde hâlen bir kadının kitap yazması cinsiyetinin sınırlarını aşması olarak görülüyordu; edebi dünyadan uzak yaşayan, sosyal duyarlılığa dikkat eden Jane’in bu konuda hassas olması muhtemeldir. Belki de Corinne ile Gurur ve Önyargı’nın yazarlarının bir araya getirilememiş olması çok da üzücü değildir; Madam de Stael, Jane Austen’ın yazılarını vulgaires (kaba, gündelik) olarak nitelendirmiştir. Bu ifadeyle Jane’in seçtiği konuların gündelik olmasının ötesinde bir görüş beyan ettiyse daha yersiz bir tespit yapmış olması mümkün değildir.
Romanlar, yorumlarına en çok önem verilen kişiler tarafından takdir görmüştü. Sör Walter Scott’ın günlüğünde şu sözler yazılıdır: “Gurur ve Önyargı’yı en az üç defa olmak üzere tekrar tekrar okudum.” Sör Walter, kendini zarifçe küçük göstererek, “Bu genç kadın, günlük hayattan karakterleri ve içinde bulundukları hisleri tasvir etmede şimdiye dek karşılaştıklarım arasında en büyüleyici yeteneğe sahip. Büyük ve şaşaalı örgüyü tıpkı şu anda olduğu gibi ben de kurabilirim; ancak gündelik, sıradan olayları ve karakterleri gerçekliğin ve duygunun tasviriyle ilginç kılan muhteşem dokunuş bana bahşedilmemiş. Bu denli yetenekli birinin bu kadar erken ölmesi ne acı!” şeklinde eklemiştir. Macaulay ise günlüğünde şöyle yazmıştır: “Bir kez daha Bayan Austen’ın romanlarını okudum; büyüleyiciler. Dünyada mükemmelliğe bu kadar yaklaşan başka bir yapıt yoktur.” Ne var ki Jane Austen, bu övgülere asla denk gelmemiştir. Görünüşe bakılırsa Lort Lansdowne’un, Sydney Smith’in veya Sör James Mackintosh’un sözlerini veya herhangi birinin övgülerini de işitmemişti. Quarterly dergisi 1815’te Jane’i şüpheli bir yazıyla oldukça kötü şekilde eleştirmiştir. Şatafatlı hislerle veya Udolpho’nun Gizemleri’nin romantizmiyle beslenen kitleye Jane’in hikâyeleri sıradan ve önemsiz gelmişti. Jane’in ölümünden sonra ün kazandığını