Goldwin Smith

Jane Austen'ın Hayatı


Скачать книгу

bekletmiştir. Sonunda, kitabı başlangıçta verdiği para miktarına memnuniyetle geri satmıştır.

      Böylesine romanlar yazabilen Jane, yazdıklarının değerinin farkında olmalıydı. Umutsuz bir şekilde görmezden gelindiği yıllar acınasıydı. Ancak hayal kırıklığıyla morali bozulmamış, hayat görüşüne gölge düşmemiştir; ne romanlarında ne de mektuplarında yaşadığı hayal kırıklığına yer vermiştir. Tüm bunlar yaşanırken o kendi elleriyle ürettiklerinden keyif almaktaydı. Hayal gücüyle yarattığı karakterleri sanki gerçek bireylermiş gibi seviyordu. Resim galerilerini dolaşarak ana karakterlerinin portrelerini arıyor, karakterlerinin arasında yaşıyormuş gibi onlar hakkında küçük gizli bilgiler veriyordu. Yeğenlerine Anne Steele’in doktoru elde etmeyi asla başaramadığını, Kitty Bennet’ın Pemberley yakınlarında bir rahiple mutlu bir evlilik yaptığını, Mary’nin elineyse amcası Philip’in rahiplerinden daha değerli bir şeyin geçmediğini ve Meryton sosyetesinin yıldızı olarak görülmekten memnuniyet duyduğunu, Bay Norris’in William Price’a verdiği “hatrı sayılır miktar”ın 1 pound olduğunu, Frank Churchill’in Jane Fairfax’e verdiği, Jane’in okumadan bir kenara attığı mektuplarda Frank’in “affet” sözcüğünü kullandığını söylemiştir. Gurur ve Önyargı’daki Elizabeth’in albenisini sanki onunla sosyetede tanışmışçasına hissetmiştir. Tatmin edicilikten uzak miktarda kazandığı paranın veya hasadını bir hayli bereketsiz kaldırdığı şöhretin arzusuyla yazmıyordu; sahip olduğu yeteneklerin farkındalığı, bunları kullanmanın verdiği haz; kendini, ailesini ve belki de başkalarını eğlendirme isteği, karakterlere ve hayata duyduğu içten ilgi sayesinde yazıyordu. Dâhilerin para için yazmış oldukları eserlere de sırf bu yüzden kötü denemez; Shakespeare para için yazmıştır, Scott da öyle, ancak kusursuz bir doğallıkla, kâr amacı gütmeden üretmenin de bir çekiciliği vardır. Bu tarz eserlerin içi doldurulmuş, baştan savma kitaplar olmayacağından emin olabilirsiniz; Jane Austen’ın kitaplarında bu özelliklerin ikisi de yoktur.

      Jane roman yazmaktan keyif alıyor olsa da hayatı bundan ibaret değildi. Hem bir aile hayatı hem de bundan bağımsız bir sosyal hayatı vardı. İkisi de eğlenceliydi, ikisi için de yapılması gereken şeyler vardı. Mektupları buna yeterince kanıt sağlamaktadır. İnsanlar onun bir yazar olduğunu bilmeksizin Jane’i düzenli olarak görüyorlardı. Yazmak için kendini bir odaya kapatmadığı, çeşitli dikkat dağıtıcı etkenleri içinde barındıran aile ortamında yazdığı aktarılmıştır. Muhtemelen daha önce zihninde kurduklarını yazıya dökmekteydi, böylece Scott’ın şiir yazışında açıkça görülen sürat, Austen’ın yazış tarzı için de geçerli olmaktadır. Söylenenlere göre üstlendiği her şeyde çok iyiydi. Annesi ev işlerinde çok iyi olduğunu söylüyordu. Hem basit hem de süslemeli dikiş nakışta birinci sınıf iş çıkarıyordu. Yengelerinden biri için yaptığı “ev hanımı” işlemesi de mükemmellik açısından diğer çalışmalarından aşağı kalmıyor, sanki bir peri kızının getirdiği armağanlara benziyordu. Jane’in bu işler için çok zaman harcadığı söylenmektedir. Konuşmayı en sevdiği konulardan biri bazen kendileri bazen de yoksullar için arkadaşlarıyla yaptıkları kıyafetlerdi. El yazısı oldukça okunaklıdır, harflerin şekilleri mükemmeldir; güçlüdür, ancak erkeksi değildir.

      Zaman geçtikçe Jane’in ilgisi yeğenlerine de yönelmeye başladı. Çocuklar da Jane’e karşı koyamıyorlardı. Yeğenlerinden biri, “Çok küçük bir kızken daima Jane halama sessizce yaklaşır, evin hem içinde hem dışında elimden geldiği sürece onu takip ederdim. Annemin bana halamı rahatsız etmemi gizlice söylediğini anımsamıyor olsam belki de bunu hatırlamazdım. Çocukları ilk etkileyen yanı davranışlarındaki sevecenlikti. Sevgisini gösterirdi, siz de onu sevdiğinizi hissederdiniz. Şu an hatırlayabildiğim kadarıyla bunlar, Jane’in zekâsından etkilenecek yaşa gelene dek hissettiklerimdi. Fakat çok geçmeden şakacı konuşmalarından keyif almaya başladım. Çocuklar için her şeyi eğlenceli hale getirebiliyordu. Daha sonraları, biraz daha büyüdüğümde, kuzenlerim de bu eğlenceyi paylaşmaya geldiğinde bize çok güzel hikâyeler anlatacaktı. Bu hikâyeler genellikle periler ülkesi ve periler hakkındaydı; hikâyenin bütün kahramanları ise ona aitti. Şundan kesinlikle eminim, hikâyeyi o an uyduruyordu; eğer şartlar uygun olursa iki ya da üç gün boyunca hikâyeye devam ediyordu.” Yeğenlerden bir diğeri de bu görüşleri destekleyerek Jane’in “uzun, anlık hikâyelerinin” verdiği keyfi özellikle vurgulamıştır.

      1801 senesinde, Jane yirmi beş yaşındayken, yaşlanmakta olan babası dini görevlerini ailenin ikinci büyüğü olan oğluna devretmiştir. Ardından, o zamanlar emekli rahiplerin ve birtakım zengin, gösterişli kadınların gözbebeği Bath’a taşınmıştır. Bu yüzden Jane, hikâye kurgularına serpiştirdiği Steventon’a, gençliğinin geçtiği yerlere, taraçalı eski bahçeye ve hikâyelerini oluştururken dolanıp durduğu, kır çiçekleriyle ışıldayan yeşil patikalara veda etmek zorunda kalmıştı. Akıl ve Tutku’da Marianne, taşınmasından bir akşam önce evinin önünde yalnız başına dolaşırken “Sevgili, çok sevgili Norland; seni düşündükçe hüzünlenmeyi ne zaman bırakacağım? Başka bir yerde kendimi evimde hissetmeyi ne zaman öğreneceğim? Ah! Benim mutlu evim, seni belki bir daha hiç görmeyeceğimi düşünerek buradan izliyor olmanın verdiği acıyı anlar mısın ki? Peki ya siz, yaprak yaprak tanıdığım ağaçlar! Ama siz, aynı kalmaya devam edeceksiniz. Ayrılığımız nedeniyle yapraklarınız sararmayacak, artık sizi seyredemeyeceğimiz için tek bir dal bile kurumamazlık etmeyecek! Hayır, siz hep aynı kalacaksınız; verdiğiniz keyiften veya hüzünden haberiniz olmayacak, gölgeniz altında yürüyenlerin değişiminden bihaber kalacaksınız! Ama sizden keyif alacak kim kalacak geride?” demiştir. Belki de Jane Austen, Steventon’daki son gecesinde böyle hissetmiştir.

      Bath, Jane’in gözlemleyebileceği daha büyük bir dünya sunmuştu; Beau Nash ruhunun etkisinin sürdüğü sosyete, o günlerde birliğini koruyup her akşam kabul salonlarında buluştuğu için gözlemciye açık durumdaydı. Ne var ki Jane Austen, Bath’ta geçirdiği dört senede Watson Ailesi’nin bir bölümü haricinde hiçbir şey yazmamıştır. Bununla beraber hem Northanger Manastırı’nın ve hem de İkna’nın geçtiği yerlerin bir kısmını temsil ediyor olmasına karşın kaplıcalarıyla bilinen Bath, gelenekleri ve alışkanlıklarıyla genel bir şekilde resmedilmiş olsa da karakterlerin kişiliklerinde yerel halka özgü özellikler göremiyoruz. Karakterler hâlâ kırsal kesimin seçkin sınıfından ve din adamlarından oluşmaktadır. Bath ise yalnızca bu iki kesimin karşılaştığı yerden ibarettir. Yerel halkta muhtemelen pek ilginç bir şey yoktu, arada sırada gelen misafirlerse Jane Austen’ın sanatının sırrı olan sabır ve titizlik gerektiren karakter çalışması için gereken olanakları sağlamıyordu. Jane’in Bath’ı sevdiği ortadaydı. Bath’ın altı haftadan sonra can sıkıcı bir yer haline geldiğini düşünen, buna karşın her kış düzenli olarak gelip altı haftalık ziyaretlerini on, on iki haftaya uzatan, sonunda burada daha uzun süre kalmak için yeterli maddi kaynaklara sahip olmadıklarından gitmek zorunda kalan insanları alaya alırdı. Belki de kabul salonlarında Bay Henry Tilney gibi hoş bir kavalyeyle sohbet ederek geçirdiği neşeli bir akşamdan sonra kendini Catherine Morland gibi hissediyordu; “eve varana dek kendisi koltuğunda, ruhu ise içinde dans etti.” Kaleminin durağanlığının sebebi sosyal hayatından aldığı keyif olabilir. Hiç şüphe yok ki zihni hâlen çalışıyor, malzeme topluyordu. Sırf bir serinin aylık bölümlerini tamamlayabilmek için ilham beklemeden veya yaratıları olgunlaşmadan yazmak gibi katı bir zorunluluğu yoktu. Bath’tan sonra ilerde İkna’da bir bölümün geçeceği yer olan Lyme’ı ziyaret etmiştir.

      Babası 1805 yılında hayatını kaybettikten sonra annesi ve ablasıyla Southampton’a taşındılar. 1809 yılına kadar burada yaşadılar. Castle Square’de bahçesi surlarla çevrili, büyük, eski moda bir evleri vardı. Southampton