Goldwin Smith

Jane Austen'ın Hayatı


Скачать книгу

sevgiden ziyade korku duyacağı kanısındadır. Jane’in eserleri uzun yıllar boyunca dünyaya sunulmadığı ve bu dönemde yazarlığından sadece ailesinin haberi olduğu için Steventon halkı bu keskin kalemden korkmuş olamaz. Sosyal hiciv yeteneğini gizlemek kolay olmasa da Jane’in etrafındaki herkesle arkadaşça bir ilişkide olduğundan, çevresindekilerin dertleriyle ilgilendiğinden, ailesi tarafından sevilmeyi hak ettiğinden ve içtenlikle sevildiğinden eminiz. Bir hicivci olsa da hiçbir şekilde etrafındakileri küçümseyen ya da kötü niyetli biri değildi. Shakespeare de çevresinde yaşananları kullanmak üzere daima gözlemlemiş olmalı, ancak yaşamı boyunca “Tatlı Will” olarak anılmıştır.

      Jane’in sosyal deneyimleri gibi edebi kültürü de sınırlıdır. Başta kurgu eserler olmak üzere İngiliz klasiklerine hâkim olduğu şüphesizdir. Yeğeni bize Jane’in Richardson’ı çok iyi bildiğini ve kendisine büyük hayranlık duyduğunu söylemiştir. Hatta Richardson’a platonik bir aşk beslemenin eşiğinden dönmüştü. Cowper’ın ise hem şiirlerini hem de düzyazılarını seviyordu. Karakterlerinin biri aracılığıyla Cowper’a heyecan duymayan bir adamı hiçbir şey heyecanlandıramaz demiştir. Crabbe’i daha da çok sevdiği ortadaydı. Bu yüzden eğer bir gün evlenirse Crabbe’le evlenmek isteyebileceğini söylüyordu. Şiirlerinde resmettiği yoğun gerçeklikten, titiz ve kaliteli detaylardan etkilendiği şüphesizdir. Jane bir iki kez Crabbe’in düşüncelerini yeniden yorumlamışa benziyor. Örneğin bu bölüm bize Âşıkların Gezintisi’ni anımsatmaktadır: “Emma’nın ruhu mutluluğa şahlanıyordu; her şeyin havası değişmişti; James ve atları eskisi kadar ağırkanlı gözükmüyordu. Çitlere bakarak mürver ağaçlarının yakında açacağını düşündü; Harriet’e döndüğündeyse baharın görüntüsüne benzer bir şey, hatta hafif bir gülümseme gördü.”

      Johnson’ın güçlü hisleri Jane’e tanıdık gelmiş olmalı. Bununla birlikte Jane, Johnson’a takdirini onun tarzından etkilenmeden göstermiştir. Jane, Spectator’a pek saygı duymayarak, “Çok uzun bir eser, hem konusuyla hem de üslubuyla zevk sahibi genç bir insanın midesini bulandırmayacak tek bir bölümü yok sayılır,” demiş, kitabın dili hakkındaysa fikrini, “O kadar bayağı ki hiçbir çağda böyle bir dil kabul edilemez,” diyerek ifade etmiştir. Bu son sözler, Spectator’ın kültürün zirvesinde yer alıp sosyal reformun çok önemli bir aracı olduğu zamanlardan o yana halkın üslubunun ne kadar geliştiğini göstermektedir. Jane, Scott ve Byron’ı da okumuş, kendi fikrini açıkça ifade etmeksizin dönem edebiyatının bu iki yazar hakkındaki alevli tartışmasına katkıda bulunmuştur. İkna’da yer alan bir bölümde Byron’ın tutkusunun Jane’i etkilediği görülüyor. Mektuplarının birinde Marmion’u okumaya başladığını ancak hayal kırıklığına uğradığını yazmıştır; fakat yazarın kendi şiir âlemiyle mutlu olmakla yetinmeyip sınırlarını kurguya doğru açarak kurgu yazarlarının ekmeğine göz diktiğinden şakayla karışık şikâyetlerde bulunsa da Waverley’nin mükemmelliğini kabul etmek zorunda hissettiğini ifade etmiştir. Jane, tabii ki çağdaş kadın yazarları da okumuştur. Camilla’nın yazarının arkasında durmuş, kitaba yavan ve donuk diyenlere karşı tarihi çalışmaları öne sürerek yazarı savunmuştur. Jane’in kendi ülkesinin tarihini Henry’nin kitaplarından çalıştığı düşünülüyor. Yazar, Fransızca da okurdu ancak hangi eserleri okuduğuna dair pek az bilgi mevcut. Voltaire ve Rousseau’nun bir İngiliz papaz evinin kitaplığına ulaşması pek olası değildi. Jane Austen’ın romanlarında ya da mektuplarında her iki yazarın da izleri mevcut değildir. İster devrimci ister karşı devrimci olsun, dönemin büyük entelektüel hareketi içinde yer almış yazarlara dair bir iz de yok. Yayımlanmış mektuplarında edebi konular hakkındaki kinayeler şaşırtıcı derecede az ve hafiftir. Austen’ın, Mühendis Yüzbaşı Pasley’nin “Britanya İmparatorluğu’nun Askeri İnzibatı ve Kurumları” üzerine kaleme aldığı çalışmayı, ilgisini en çok çeken kitap olarak belirtmiş olması tuhaftır. Kendisinin edebi çevreden arkadaşlara sahip olmadığından bahsetmiştik. Onu kışkırtacak, hayatına tecrübe katacak veya onu şımartacak hiçbir şey yoktu. Steventon’ın göl kenarında yetişen hiçbir çuha çiçeği veya kır sümbülü böylesine özgürce açmamış, hiçbiri doğduğu topraktan böylesine hayat bulmamıştı.

      Mansfield Park’tan bir bölümde hafızanın muhteşemliğini, bir başka bölümde de yaprak dökmeyen ağaçlarla diğer ağaçların arasındaki farkı doğanın ihtişamının bir parçası olarak ele alması, Jane Austen’ın zihninin kimi zaman varoluşun gizemlerine yöneldiğini gösteriyor; ancak buna dair felsefi veya bilimsel bir çalışma yürüttüğüne dair bir kanıt yok. Sahip olduğu diğer özelliklerle birlikte burada da George Eliot’tan büyük ölçüde farklılık göstermiştir.

      Papaz evindeki çevre samimi bir şekilde edebiyatla ilgiliydi. Bazen Mansfield Park’ta olduğu gibi ahırı tiyatro haline getirerek düzenledikleri özel tiyatro gösterilerinin tadını çıkarırlardı. Bu gösterilerin yönetmenliğini Jane’in kuzeni, George Austen’ın tek kız kardeşinin kızı üstlenirdi. Bu kuzeni bir Fransız kontuyla evlenmiş, kont giyotinle idam edildikten sonraysa dayısının evine alınmış, sonunda da Henry Austen’la evlenmiştir. Görünüşe göre Jane, Fransızca bilgisini bu kuzeninden edinmiştir. Fransa’ya ilgi duyup duymadığı yahut ilgisinin burada yaşanan büyük dramla uyanıp uyanmadığı bilinmiyor. Görünen o ki sesli okumak da en sevdiği hobileri arasında yer alıyordu, en azından Jane Austen sesli okumanın mükemmel bir şey olduğunu düşünüyordu. Öyle ki, Mansfield Park’ta Henry Crawford’ın, taş kalpli Fanny’yi Shakespeare’den hayranlık veren bir alıntı yaparak neredeyse etkilediği anlatılmıştır.

      Jane, çocukluğundan beri hikâye yazmayı severdi. Yeğeni, Jane’in çok küçükken yazdığı bazı hikâyelerin yer aldığı bir defterin günümüze ulaştığını bize iletti. Sonrasında Jane, olgunluğa erişene dek daha fazla okuyup daha az yazmış olmayı dilediğini, bunun kendisi için daha iyi olacağını belirterek edebi hedefleri olan bir diğer yeğenine on altı yaşına basana dek daha fazla yazmamasını öğütlemiştir. Çocukluk döneminden kalma yazıları ve ilk yayımlanan çalışmaları arasında yer alan, dönemin gerçeklikten uzak ve abartılı romantizmiyle alay ettiği bazı parodilerin Northanger Manastırı’nın öncüsü olduğu görülüyor. Ayrıca Jane’in hikâye ve kompozisyon oluşturmayı sevmesinin yanında karakterler üzerine çalışma merakı şaşırtıcı derecede erken yaşta başlamıştır. Özellikle, kendi deyimiyle “karmaşık” karakterler üzerine çalışmayı severdi. Küçük sosyal dünyasında bir gözlemci rolü üstlenme alışkanlığını edinmesi de yine aynı döneme denk düşmektedir. Bu açıdan, yayımlanan ilk üç romanı edebiyat tarihinin en büyük eserleri arasında yer almaktadır. Yaygın kanıya göre Austen’ın başyapıtı olarak görülen Gurur ve Önyargı’yı 1796 yılının Ekim ayında, henüz yirmi bir yaşını doldurmamışken yazmaya başlamış, bu tarihten itibaren yaklaşık on ay içinde bitirmiştir. Akıl ve Tutku’nun günümüzdeki halini yazmaya ise hemen sonrasında, 1797 yılının Kasım ayında başlamıştır; ancak bu kitabın içeriği daha önceleri Elinor ve Marianne başlığı altında kurgulanmış bir hikâyenin işlenmiş, geliştirilmiş haliyse ki bu olasıdır, öyleyse Akıl ve Tutku’nun, Gurur ve Önyargı’dan daha önce yazıldığı düşünülebilir. Northanger Manastırı ise 1803 yılında yayıma hazırlanmış olsa da Bay Austen-Leigh kitabın 1798’de yazıldığını belirtmiştir. Böyle bir şüpheye kapılmaya neden olmasa da yayımlanmadan önce yazarın elinde belli bir süre kaldıkları için bu iki kitap da yeniden gözden geçirilmiş olabilir; ancak Northanger Manastırı kesinlikle orijinal halindedir. Northanger Manastırı şakacı bir dille yazılmıştır. Henüz ergenliğinin sonuna yeni gelmiş bir kadın tarafından yazılmış olsa da bu kitabın, yazarın