Goldwin Smith

Jane Austen'ın Hayatı


Скачать книгу

bile aşıyordu. Ölüm haberi Annual Register’da yer almadı. Winchester Katedrali’nde, kuzey patikasının ortalarına yakın, siyah mermer kaplama bir mezara gömüldü. Katedrali gezdiren kilise görevlisi, bir keresinde bir ziyaretçiye “mezarının yeri birçok kişi tarafından sorulan bu kadınla ilgili önemli bir şeyin olup olmadığını” sormuştur. Eğer bu görevli, bahsi geçen soruyu Jane Austen’ın mezarını arayanlara sormayı akıl edebilseydi birçoğu en büyük İngiliz edebiyatçıları arasında yer alan, azımsanmayacak kadarını ise ünlü siyatçilerin oluşturduğu ziyaretçilerin saygılarını sunmak üzere bu mütevazı mezarı ziyarete geldiğini öğrenebilirdi. Belki de siyasetçiler, kendi dertlerini yumuşatmayı başaran Jane Austen’a edebiyatçılardan daha fazla minnet duymaktaydı.

      Böylesine bir yaşamdan beklenebileceği gibi Jane Austen’ın dünya görüşü samimi ve naziktir; bunun yanı sıra, kinizmden de tamamen uzak olduğunu tekrarlıyoruz. Keskin gözlü ve alaycı bir gözlemci olarak sevilmeyi hak edeni sevmiş, insanlığın zaaflarıyla, kendini kandırma eğilimiyle ve sahte tavırlarıyla kendini eğlendirmiştir. Kabalığa karşı neredeyse titizlik seviyesinde sert bir tutumu vardır. Bu sert tutumu Akıl ve Tutku’daki Bayan Jennings’inki gibi iyi huylu bir kabalığa değil, aynı romandaki Bayan Steele’in ruhunun kötülüğü ve küstahlığının birleşiminden çıkan kabalığa karşı yönelmiştir.

      Mektuplar, daha önce söylendiği gibi hem biyografik hem genel açıdan ilgi çekici değildir. Konuları tamamen olaysız geçen bir hayatın önemsiz detayları üzerinedir. Mektuplarda bahsedilen insanların tarihte mezar taşlarında yazan isimlerinden başka bir kaydı yoktur. Aslına bakılacak olursa editörün hazırladığı sos, yemeğin kendisinden daha iyidir. Madam de Sévigné ve Horace Walpole tüm sanatlarını mektuplarına aktarmıştır. Jane Austen ise mektuplarına sanatından küçücük bir parça bile yansıtmamıştır. Mektup yazma sanatının yalnızca yazılan kimseye sözlü olarak ne söylenmek isteniyorsa onun kâğıtta ifade edilen yanına ilgi duyduğunu söylemiştir. “Bu mektubun tümünde seninle mümkün olduğunca hızlı konuştum.” Mektuplarında hâkim olan hava neşeli, alaycı ve hatta enerjiktir; bunlardan, yazarın hayatından gayet memnun, sevecen biri olduğunu ve etrafındakilerin sevgisinden mutluluk duyduğunu görebiliyoruz. Partilerden, balolardan ve her türden sosyal eğlenceden çokça bahsetmiştir, hepsinde kalbi canlılıkla çarpmaktadır. Fakat aynı zamanda eleştiriden de kaçınmamıştır. Kimi zaman dokunuşları serttir. “Bay Price’ın Deane’de yaşamasına pek olanak tanımıyorum; umudunu annesinin yazdıklarının üzerine değil, kendi yazdıklarının etkisi üzerine kurduğunu düşünüyorum. Huysuz ve dar görüşlü bir kadını sevmediği kişilere minnet duymak zorunda bırakmaya ikna edebileceğini iddia eden o gözlerden çok daha iyisini yazmak zorunda.” “Earle ile eşi Portsmouth’ta herhangi bir hizmetçileri olmadan, olabildiğince münzevi bir hayat sürüyor. Kadıncağız bu şartlar altında evlilik yaptığına göre ne kadar da muazzam, içten ve hakiki bir aşk duyuyor olmalı.” “Bayan T. beklediğim kadar güzel değil; yüzü tıpkı kardeşininki gibi tüysüz, yüz hatları da pek güzel değil; çok allık sürmüştü ve sessiz, aptallığıyla halinden memnun bir görüntüsü vardı.” “Dorsetshire’da Bayan Portman’a pek hayranlık duyulmuyor; iyi huylu bu dünya, Bayan Portman’ın güzelliğini öyle abartmıştı ki herkes hayal kırıklığına uğrama mutluluğuna erişmiş oldu.” “Bir kütüphaneye üye olması önerilen Bayan Martin, bana üye olacağı kütüphanede sadece roman olmaması gerektiğini söyledi. Kendisi bu iddialı lafı, harika bir roman okuru olan ve bundan çekinmeyen ailemizi iğnelemek amacıyla etmiş olabilir; fakat bu sözlerin asıl muhattabı, kendisinin sahip olduğu üyelerin yüzde ellilik bölümüdür.” “Bayan … epey telaşlı bir gelin olmuş olmalı; öyle bir tören düzenlemiş ki alçakgönüllülükte yeni bir sayfa açarak arsızlığı tahmin edilemez boyutlara ulaştırmış. Muhtemelen aklındaki tek şey ilgi çekebilmekti. Bu, kuracağı ailenin kaderinin kötü olacağına işaret ediyor; hiç akıllıca davranmıyor.” Yazar, bu mektupların yazıldıkları kişi haricinde biri tarafından okunması fikrinden çok korkuyor, ancak yine de alaycılıktan vazgeçemiyordu. Yengesinin ölümü gibi üzüntü verici bir konu hakkında yazması gerektiğinde duygularının güçlü olduğu ortada, ancak ifade etme biçimi oldukça ölçülü.

      Jane Austen duygusallığa düşmandı. Duygusallığa duyduğu antipati, çalışmalarının tümünde mevcuttur. Bu antipati, Jane’in romantizmle gündelik hayatta, yani Bayan Radcliffe’in eserlerinin ve bunlarla beslenen insanların romantizmiyle karşılaşmasından kaynaklanmıştır. Rousseau tarzı bir romantizmle karşılaşmış olsaydı ne düşünürdü bilmiyoruz. Jane’in karakterinin somut temeli sağduyuydu, mükemmelliyet anlayışı ise kitaplarında yer alan, duygusal olmasına karşın duygularını tamamen kontrol altına alabilen kadın karakterlerde kendini göstermektedir. Buna karşın Jane, pek azı kontrol altına alınmış olsa da içten duyguları sevilesi buluyordu. Akıl ve Tutku’daki Marianne’in yönetemediği duyguları onu budalalığa sürüklese de içtenlikle dolu olduğu için sempatik bir karakterdir. Duygularının yoğunluğu da Jane’in kız kardeşine duyduğu sevgiyle örtüşüyor. Gelgelelim Jane için sahte hislere geçit yoktur. Sahte hislere duyduğu tiksintiyi kimi zaman aşırılığa kaçarak göstermiştir. İkna’da Richard Musgrove, ölümüne dek ailesinin umursamadığı, umursuyormuş gibi dahi davranmadığı değersiz bir gençti. Yine de Jane, bir annenin oğlunu kaybetmesinden duyduğu hüznü dışavurmasını saçma buluyor olmasına karşın asla küçümsemez; diğer yandan, yaşarken pek saygı duyulmayan bir kişinin ölümünden sonra yasının tutulmasının samimiyetsiz olduğunu ya da genç bir adamın yaptığı hataların anısının erken ve acınası ölümüyle silinemeyeceğini söylemek acımasızlık olurdu.

      Jane Austen, doğanın dilinden anlıyordu; kendisinin de bu yeteneğinden hiç ama hiç şüphesi yoktu. Lyme’ın manzarasını ışıl ışıl bir dille aktarmıştır. İngiltere’nin dışına hiç çıkmamış biri olarak böyle bir yargıda bulunması pek mümkün görünmemesine karşın tam bir İngiliz kasabası olarak betimlediği manzaradan bahsederken mest olmuştur. Deniz onu derinden etkiliyordu, “denizi görmeye kim layık olursa denize yeniden kavuştuğunda durup şöylece bir bakmalıdır,” demiştir. Ne var ki manzaraya hayranlık duymak “yalnızca bir jargon halini almıştır”, Jane ise bundan kaçınmıştır. Karakterlerinden biri aracılığıyla güzel manzaraları sevdiğini, fakat sevgisinin pitoresk ilkelere yönelmediğini; çarpık ve kuru olanlardansa uzun ve canlı ağaçları, harabe kulübelerdense muntazam olanları, gözetleme kulelerindense sıcak çiftlik evlerini ve dünyanın en iyi haydutlarındansa mutlu ve düzenli köylüleri sevdiğini söylemiştir.

      Söylenenlere göre Jane Austen ılımlı muhafazakârdı. Fikirleri ne olursa olsun ılımlı oldukları kesindi. Fransız Devrimi’y-le aynı dönemde, devletin resmen tanıdığı kilisede iki ayrı makama sahip bir rahibin kızı ılımlı muhafazakâr olmasaydı bu onun olağandışı özgür bir zihne sahip olduğunu gösterirdi. Jane’in Godwin Ekolü’ne bağlı bir radikal olmadığı kesin, çünkü tanıştığı bir adamdan “Bir Godwin müridinin olabileceği kadar rezil biriydi,” şeklinde bahsetmiştir. Buna karşın romanlarında siyasetten eser yoktur. Austen’ın Amerikan kolonilerinin ayaklanmasıyla başlayan, Napolyon’un düşüşüyle sonlanan yaşamının büyük devrimlere sahne olan bir döneme denk düştüğü göz önüne alınacak olursa gerek kitaplarında gerek romanlarında tüm bu tarihi olaylara bu denli az göndermede bulunmuş olması şaşırtıcıdır. Fransız göçmenlerine dair bir iki göndermede bulunmuş; ancak onunla aynı çatı altında yaşayan, eşi giyotinle idam edilmiş bir kuzeni olmasına rağmen Fransız Devrimi’nden hiç bahsetmemiştir. Trafalgar Savaşı’na ve Mısır seferine değinmiş; Mektuplar’da İngiliz ordusunun Corunna’dan geri çekilmesine ve Sör John Moore’un ölümüne göndermede bulunmuştur