televizyon programından yüzde elli daha fazla teşvik ettiğini tespit etmiştir. Bu sözcüksel bereket ise, daha fazla okumaya teşvik eder. Olumlu besleme okuldan çok daha önce başlar ve hayat boyu sürer. Bu arada, okuma sayesinde aksi takdirde anlaşılamayacak birçok bilgi istiflenir. Siyasi hileler, bilimsel varsayımlar, tarihsel dramalar çantada keklik görünür. Metinler bu temelin çocukken atılmasına fayda sağlar.
Yazılı sözcükler aynı zamanda psikolojik sağlığı ve sosyal bağlantıları da güçlendirir. Araştırmalara göre, hayat boyu okumak, arkadaşlık kurmak ve fiziksel egzersiz yapmak bunama riskini azaltabilir. Emory Üniversitesi araştırmacıları, roman okuyan katılımcıların beyinlerinde dil, motor ve duyusal aktivitelerden sorumlu bölgelerdeki sinir uçlarında daha çok hareket olduğunu tespit etmiştir. Makalenin başyazarı Gregory Berns “bir roman okumanın kişiyi ana karakterin vücuduna taşıyabileceği”ni yazmıştır. Uçuk bir uğraş gibi görünen şey aslında derin bir kaynaşma fırsatı yaratır. Araştırmacılar aynı zamanda edebi kurgunun zihin kuramına, yani başkalarının duygu durumunun da farkında olma yetisini geliştirdiğini savunmaktadır. A New School for Social Research’ün yaptığı bir araştırma ortaya çıkarmıştır ki Don DeLillo ya da Anton Çehov gibi yazarları okumak, duygusal zekâda kısa ancak ölçülebilir bir artış sağlar. Deneyde kullanılan yöntemse bir yabancının ruh halini gözlerinden anlamaya çalışmaktır.
Okudukları sayfaların bir karşılığı olduğuna inanmak kitap kurtlarına kendilerini iyi hissettirse de duruma şüpheyle yaklaşmak gereklidir. Düzenli koşunun zihinsel çöküş üzerindeki iyileştirici etkisi Haruki Murakami’nin koşmak üzerine yazdıklarını okumaktan daha kesin sonuç verir. Bazı araştırmalarda kişi sayısı azdır ve ölçütler belirsizdir. Sonuçta beyin taramaları davranış ya da okumanın diğer zaman geçirme yöntemlerinden farkı hakkında bir şey ortaya koymaz. Diğer araştırmalar ise türler konusunda genellemeye gitmiştir. Çehov okumanın etkileriyle Kazuo Ishiguro ya da Iris Murdoch okumanın etkileri aynı mıdır? DeLillo birinin duygu durumunu anlamama yardımcı olsa bile, ilgili olmasam da tahminlerim doğru çıkabilir. Sonuçta arsız insanlar da kurgudan hoşlanabilir (ki bunların bazıları yazardır). Okumanın belli başlı yararları vardır ama okumak, dâhi ya da aziz yaratma konusunda kestirme bir yol değildir.
Bu bakış açısı, aynı zamanda okumayı bir araç olarak değerlendirir. Okumak önemlidir ve birçok hakiki değeri kapsar: Tarih, felsefe, aşçılık ve cinsellik gibi. Ben, Conan Doyle’u Victoria dönemi Londra’sı ile ilgili daha fazla bilgi edinmek için ya da Immanuel Kant’ı modern ahlaki teori hakkında daha geniş bilgi sahibi olmak için elime alırım. Kimi sembolik sermaye için, kimi son dakika yemek tarifleri için, kimi ise orgazm için (“Bir saat okuduktan sonra bedenimi bir coşku kapladı,” der on sekizinci yüzyıl çoksatarı Therese the Philosopher kitabının ana kadın kahramanı). Metnin faydalarının (ister belirgin, ister gizli, ister akademik, ister biyolojik olsun) altını çizmekte hiçbir zarar yoktur. Ama bu yaklaşım okumanın başlı başına bir araç olduğu, yeni deneyimler yakalamak için bir fırsat olduğu gerçeğini gözden kaçırmamıza neden olabilir.
Özre Gerek Yok
Deneyim hayatidir, sözün tam anlamıyla hayatla ilgilidir. Bir filozof olarak John Dewey, benim bedensel varlığım bir deneyim, varlıktan ortama doğru bir gidiş geliştir fikrini öne atmıştır. Ben bir şeylere göre davranırım, onlar da bana göre. Bazı izlenimler edinirim ama onlara birer renk, şekil ve değer biçen aklımdır. Tüm bunlar, dünyadan bir cevap bekleyen biraz refleks, huy ve seçime gerek duyar. Falan filan… “Yaşayan bir canlının kariyeri ve kaderi,” diye yazar Dewey, “onun çevresiyle en samimi şekilde gerçekleştirdiği alışverişlere bağlıdır.” Kendim ve kâinat arasındaki tüm bu etkileşim ne kaostur ne de mükemmel ahenktir, ama belirli ritimler halinde gözler önüne serilir. Bu evrenin ne olduğunu kesin bir şekilde bilemeyiz ve felsefi şüphenin defterini düren naif bir gerçekçiliği de kabul edemeyiz. Ancak burada bile deneyimin üstünlüğü açıkça bellidir: O, kişinin birbirlerinin sınırları hakkında kafa karışıklığı yaşayan kendisi ve diğerleri arasındaki yaradılışsal bir oyundur.
Okumak, deneyimlere yön verir. Bunu, beni Baker Street’te gerçekleşen bir suçu çözmem için atayarak ya da Romalı komutanları yumruklamak için gaza getirerek yapmaz, yalnızca duyularımı yönlendirir. Edebiyat, günlük hayattan bir şeyler alır ve yenilikçi bir dünya ve benlik görüşüne dönüştürür. Sartre’ın sıradan hissiyatta gördüğü “loş küçük anlam”a yeni bir değer verilmiş olur. Fikirler şaşırtıcı biçimlerde bir araya getirilir, duygular hafızadan hayale taşınır, algılar diriltilir ya da gözden geçirilir. Okuma, her uzuv ve organı kullanmasa da hayatın tümünden faydalanır; ona berraklık, canlılık ve dayanıklılık kazandırır. “Her sanat türü tümden bir deneyim kalıbını ve tasarımını takip eder,” diye yazar Dewey, “sonra onu daha kuvvetli hale getirir ve hissiyatını yoğunlaştırır.”
Bu sanat türünün edebi kurgu ya da şiir olmasına da gerek yoktur. En iyi romanlar ve şiirler dönüştürücü etkiye sahip olsa da felsefe gibi disiplinler de çeşitli deneyimler sunar. Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik kitabının tınısı Homeros’un İlyada’sından çok farklı olsa da Aristoteles yine de kâinatın duygusal bir portresini çıkarmayı başarmıştır. Başımızdan geçenler ve yaptıklarımız tek bir edebi türün tekelinde değildir. Sosyal medyadaki bir nükteli sözden İncil parşömenlerine kadar edebiyat, dünyayla daha büyük bir birlikteliğe uzanır. Yazılı sembollerin ötesindeki bir evrene. Okumanın tüm faydaları yalnızca okuma deneyimiyle kazanılacak türden şeylerdir ve bunlar, geri kalan her şeyle daha fazla iç içe olmanın getirileridir.
Okuyucular genelde bu deneyime kendi içinde değer biçerler. Öncelikle verilen emekten doğan bir keyif hissi vardır. David Hume’un İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme’sinde değindiği üzere zihinsel çaba memnuniyet vericidir. Doğrunun peşinden, “onun keşfi ve icadından sorumlu olan deha ve kapasite yüzünden koşarız,” der. Bu durum kurgu okumakta da felsefe okumakta olduğu kadar geçerlidir: Her durumda psikolojik kaslarımızı çalıştırırız.
Ama sözü geçen emek kadar okumanın sunduğu dünya da önemlidir. Okurum, çünkü okumaktan, dünyanın arınmış ve onarılmış görüntüsüyle karşılaşmaktan keyif alırım. Bu demek değildir ki kitabın içinde bir cevher vardır ve ben istediğim zaman onu mürekkep ve kuru selülozun içinden çıkarıp kullanabilirim. Söylediklerimin anlamı şudur ki bu deneyimi sırf yaşamış olmak için yaşarım ve işin içinde fazlası yoktur. Belki bunun sebebi benim tartışılabilir zekâmın, Alfred North Whitehead ya da Deborah Levy’nin ifadelerinin kısa güzelliğini okurken hızlanıyor olmasıdır. Belki de sebebi, Holmes’un tetiklediği özlemdir ya da kendimi, utanç verici biçimde George Orwell’in Aspidistra kitabında bulmamdır. Belki de sebep Uzay Yolu’nun akıcı dili sayesinde yaşamın acılarından kaçabilmemdir. Bu nedenle Virginia Woolf, Kitap Nasıl Okunmalı?’da Tanrı’yı, edebi ruhları biraz kıskanan biri olarak betimlemiştir. Cennette Aziz Peter’a “Dinle beni, bunların ödüle ihtiyacı yok,” demiştir. “Onlara burada verebileceğimiz hiçbir şey yok. Onlar okumayı severdi.” Okumak kendine has bir iştir ve birine zarar vermediği sürece özür dilemeyi asla gerektirmez.
Dans
Okumanın gerekçeleri kolaylıkla sıralanabilir ama okuma eylemini gerçekleştirmek o kadar da kolay değildir. Edebi değer, süreç içerisinde keşfedilir; aktiftir, pasif değil. Evet, okumak Dewey’nin dediği gibi metne karşı bir çeşit “teslimiyet” gerektirir. Bu işte aynı zamanda dikkatli bir çaba da gereklidir. Özgür olmak yeterli değildir, özgürlüğün kıymetini bilmek de gerekir. Sanatsal okumalar; düşünce ve hisler, içten gelme ve alışkanlık, bağlılık ve ayrılık arasında hassas bir dengeyi gerektirir.
Örneğin