Sabri Kaliç

Tarihimizdeki garip olaylar


Скачать книгу

arasına girmişti. Kubbe veziri (devlet bakanı) idi, fakat padişah ona öyle takdir ediyordu ki herkes kendisini sadrazamlığa en kuvvetli aday olarak görüyordu. Sadrazam Bosnalı İbrahim Paşa ile aralarının açılması kendisini felakete sürükledi. Gayet kurnaz ve sinsi olan İbrahim Paşa hasmını mahvetmek için, makamının geniş yetkilerini kullanamadı, padişahtan çekindi. Ama el altından askeri teşvik etti, askere ulufe9 dağıtılacağı bir divan gününde asker para alamayınca Kara Mehmet Paşa’nın başını istedi ve ayak diredi. “Padişah Mehmet Paşa’yı bize tercih ederse biz de bizi seven bir şehzadeyi ona tercih ederiz” dediler. Padişah büyük bir ızdırap içinde Mehmet Paşa’yı feda etti. Paşa divandan kaldırılıp siyaset meydanına götürüldü, başı kesildi. Kesik başı alan yeniçerilerle sipahiler saray avlularından Atmeydanı’na kadar, top gibi, ayaklarıyla vurarak oradan oraya yuvarlaya yuvarlaya götürdüler, bir türlü ellerinden almak mümkün olmadı. Sonunda, kendi sadık kâhyası paşanın kesik kellesini 400 altına asilerden satın aldı ve gövdesinin yanına koyarak gömdürdü.

      SOKOLLUZÂDE HASANPAŞA’NIN CENNET BAĞI

      Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa 16. yüzyıl sonlarının en namlı ve en zengin vezirlerindendir. Müverrih Peçevî İbrahim Efendi onun hayatından söz ederken şöyle anlatır: “Gayet yakışıklı, gösterişli, bir şehbaz ve şehlevend vezirdi. Ama çok mağrurdu, gözüne kimseyi kestirmez, akranı şöyle dursun üstüne bile iltifat etmezdi. Yanında daima bir mahbup gözde hazinedarı bulunurdu, kendi ne giyerse hazinedarı oğlana da onun eşini giydirirdi. Bindiği atın eşi ata bindirir ve hazinedarı ile at başı beraber giderlerdi. Çoğunlukla da al atlas entari giyerdi. Beline altı parça süslü paftadan oluşan bir altın kemer bağlardı ki bu kemerin paftaları üzerinde Zümrüdüanka kuşu resimleri vardı. Bağdat valisi iken üstat kuyumculara gümüşten büyük bir bahçe yaptırmıştı. Kurulup toplanabilen ve paşa tarafından “cennet bağı” adı verilmiş olan bu gümüş çiçek bahçesi bahar açmış dallardan, nar ve turunç fidanlarından oluşmuş, pek güzel ve seyretmesi insanı hayretten hayrete düşüren bir kuyumculuk şaheseriydi. Hasan Paşa bir gün Bağdat’tan gelirken haydut saldırısına uğradı. Sokolluzâde’nin yanında maiyetinden başka kuvvet olmadığından, Tokat Kalesi’ne kapanmaya mecbur olmuştu. Peşindeki haydut Deli Hasan bir taraftan Tokat’ı kuşatma altına almış, diğer taraftan da Paşa’nın ardı sıra gelen ağırlığını, hazinesini ve meşhur cennet bağını eline geçirmişti. Deli Hasan, Paşa’nın hazinesini eşkıyaya bölüştürürken kıymetli kumaşları arşın yerine kılıçla ölçtürmüş, altın ve mücevheri de kalkan ile üleştirmişti. Cennet bağına gelince önce onu kurdurmuş, ayakdaşlarıyla beraber bir müddet seyretmiş ve sonra o sanat eserini de kırdırarak adamlarına dağıtmıştı. Hasan Paşa’ya gelince bir sabah Tokat Kalesi burçlarında Deli Hasan’ın baldırıçıplak ordusunu seyrederken karşı tarafta bir keskin nişancı tarafından atılan bir kurşunla alnından vurularak ölmüştü.”

      “HAYATI ROMAN” BİR ADAM: ABAZA MEHMET PAŞA

      I. Ahmet zamanında Anadolu’da yaşanan Celâli İsyanı’nın ileri gelen simalarından Canbolat oğlu Ali Bey’in Mehmet isminde gayet sevgili bir Abaza kölesi vardı. Bir an bile yanından ayırmadığı bu çocuğu kendisine hazinedar yapmıştı. Sadrazam Kuyucu Murat Paşa, Canbolat oğlu ile yaptığı çok kanlı bir muharebede Celâlîleri bozguna uğratmış, koca Oruç Ovası yaralı ve ölülerle kaplanmıştı… Paşa bunları ölü-yaralı diye ayırmakla uğraşmaktansa kocaman kuyular kazdırıp tamamını gömdü. Zaten “Kuyucu” lakabı da bu olaydan gelmedir…

      Takip kuvvetlerinin getirdiği esirlerin de sorguya çekilmeden kuyuların ağzında diz çökertilip boyunları vuruluyordu. Canbolat oğlunun hazinedarı Abaza Mehmet de yakalanmıştı, henüz 15-16 yaşlarında ve melekler kadar güzel bir gençti. Boynu vurulmak üzere çökertilmişken Mehmet’i yeniçeri ağası Halil Ağa gördü, acıdı, ölümden kurtararak yanına aldı, manevî evlat edindi. Abaza Mehmet, Halil Ağa’nın himayesinde devlet hizmetine girdi. Babalığı sadrazam olunca o da vali ve “Abaza Mehmet Paşa” oldu. Fakat Oruç Ovası’ndaki müthiş hatıra, Murat Paşa’nın kuyusu gözünün önünden hiçbir zaman silinmedi ve o gün kendisini öldürmek için çökertmiş yeniçerilere karşı içinde sönmez bir kin besledi. Paşa Erzurum Valisi iken İstanbul’da Genç Osman, yeniçerilerin çıkardığı bir ihtilâlde tahttan indirilmiş ve Yedikule Zindanı’nda boğulmuştu. Abaza Mehmet Paşa bunu fırsat bildi, Sultan Osman’ın kan davasını güderek isyan etti ve işe Erzurum’dan başlayarak, ne kadar yeniçeri varsa öldürttü. Sonra Sivas’ı ele geçirdi ve orada da bir yeniçeri katliamı yaptı. Erzurum’dan Kayseri’ye kadar Anadolu’da yeniçeri dolaşamaz olmuştu. Yeniçeriler kısa diz çakşırı giyerlerdi; bundan ötürü dizleri, baldır ve bacaklarına nispetle yanık tenli olurdu. Yollardaki bütün yolcular Abaza’nın askerleri tarafından çevrilir, çakşırları çıkartılıp dizleri muayene olunurdu: Kısa diz çakşırı giymek huyu olup da yeniçeri olmayan nice masum insanlar da “sen yeniçerisin” diye idam olunmuştu. Abaza isyanı beş yıldan fazla sürdü. Nihayet IV. Murat zamanında aman diledi, affedildi. İstanbul’a geldi, bu genç padişahın yakın dostu ve has nedimi oldu. Yakışıklı ve güzel adamdı, giyimine, kuşamına aşırı itina eden şık bir adamdı. İstanbul’da onun gibi giyinmek moda oldu, padişah bile “Abaza kesimi” (Çerkeska) denilen giysilerden yaptırdı. Aslında, valiliğinden büyük bir serveti vardı, ama padişahın en sevgili gözdesi Silâhtar Mustafa Paşa ile geçinemedi. Mustafa Paşa’nın babası Bosnalı Sinan Bezirgân adında bir adamdı ve eskiden Abaza Paşa’nın gadrine uğramıştı. Mustafa Paşa bunu unutmamıştı. Silahtar’ın telkinleriyle padişahın gözünden düşürüldü. Bir gün saraya davet edildi, gelir gelmez Bostancıbaşı Duca Mustafa Ağa tarafından tevkif edildi ve Çinili Köşk’e hapsedildi. Akşamın alacakaranlığında da idam için ferman çıktı. Cellât Kara Ali yamağıyla köşke geldi. Kendilerine namaza durmuş birisini gösterip: “Abaza Paşa budur!” dediler, onlar da kement atıp boğdu. Ertesi günü, Padişah’ın emriyle Abaza Mehmet Paşa’ya büyük bir cenaze düzenlendi. Naaş, Vezneciler’de, vaktiyle henüz bir çocukken kendisini öldürtmek isteyen Kuyucu Murat Paşa’nın türbesinde, bu meşhur sadrazamın yanına defnedildi.

      Aradan yıllar geçti, IV. Murat öldü, Sultan İbrahim padişah oldu. Silâhtar Mustafa Paşa idam olundu, Bostancıbaşı Duca Mustafa da bir valilik ile İstanbul’dan sürüldü.

      1620 (Hicrî: 1036) yılında idi, bir gün İran sınırından bir adam Erzurum’a çıkageldi ve “Ben Abaza Mehmet Paşa’yım!” diye Erzurum’daki Abaza Paşa sarayına geçti kuruldu. Abaza Paşa’nın Erzurum’daki eski dostları ziyaretine koştular. Evet… Bu adam, yıllarca evvel İstanbul’da idamını işittikleri Abaza Mehmet Paşa idi… Kendilerine eski günlerin anılarından bahsediyor, hatta onların unuttuğu birçok şeyi o hatırlıyordu! Paşa, macerasını eski arkadaşına şöylece nakletmişti:

      “Silâhtar Mustafa’nın ısrarlarına mağlup olan IV. Murat bir içki sofrasında Abaza’yı öldürteceğine söz vermişti; fakat pek az sonra bu kararına pişman olmuştu. Has nedimini tevkif ettirmiş, sarayda Abaza Paşa diye bir idam mahkûmunu boğdurtmuştu. Paşayı da gece, saray rıhtımından tebdil kıyafetle bir gemiye bindirmişler, Gelibolu’ya göndermişlerdi. Abaza Paşa oradan bir Cezayir gemisine atlamış, Cezayir’e gitmiş, adını sanını değiştirerek korsan olmuştu… Bir zamanlar giyinişi, kıyafeti İstanbul gençleri tarafından taklit edilen zarif adam yalın ayaklı, çıplak baldırlı, eli çatal bıçaklı bir Mehmet Dayı idi artık ve bir kadırga sahibi olmuştu. Yedi yıl Akdeniz’de dolaşmış, Septe Boğazı’ndan Atlas Okyanusu’na çıkmış ve bir deniz muharebesinde Danimarkalılara esir düşmüştü. Danimarkalılar da onu Portekiz