yapmakta bir an bile tereddüt etmiyor! Şimdi de, bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Fatma Sultan’ı Telli’nin karşısında bir hizmetçi gibi bekletecekmiş. Bu rezalete siz nasıl izin veriyorsunuz?”
Valide Sultan bu haberi işitince çok üzülmüştü.
“En masum evladım öyle bir şırfıntıya hizmetçilik mi edecek?” diye ağlamaya başladı. Turhan Sultan, Padişahın kız kardeşinden zannedildiği kadar memnun değildi. Fakat bu olay Turhan Sultan’da bir endişenin doğmasına sebep olmuştu. Kadın, Bu hal devam edecek olursa günün birinde hepimiz Telli’nin huzurunda el pençe divan duracağız. Kadın yavaş yavaş hepimizi pençesi altına alıp ezecek! Padişah, Telli Haseki’yle evlendiği günden beri hepimizin hayatı tehlikededir. Bütün Hasekiler odalarına kapanmış, gece gündüz gözyaşı dökerek ağlaşıyorlar. Padişah hiçbirimizi arayıp sormuyor. Bütün kudret ve kuvvetini, bütün iradesini Telli’nin eline vermiş. Dün gece günahsız bir cariyenin başını koparan bu kadın yarın da bizim boynumuzu vurdurmakta tereddüt etmeyecek, diye düşünüyordu.
Kösem Sultan, oğlunun kadınlara olan ilgi ve zaafını bildiği için Turhan’ın endişelerini yersiz, anlamsız bulmamıştı.
“Haydi yavrum, sen odana git. Yine, eskisi gibi, göze görünmemeye gayret et,” dedi. “Bu kadının bütün hasekiler arasında seni hepsinden fazla kıskanması muhtemeldir. Ben oğluma bu akşam fırsat bulursam biraz nasihat edeceğim. Ümit ederim ki nasihatlerim ona doğruyu gösterir.”
Padişahın Kavuğunu Yere Düşüren Kadın
Sultan İbrahim, Telli Haseki’nin önünde diz çökerek yalvarmaya başladı.
“Hazinenin anahtarı senin elinde! Memlekete baştanbaşa hükmeden sensin. Kızkardeşlerim birer cariye gibi senin karşında ayakta duruyor! Tacıma, tahtıma benden çok sen sahip oldun! Beni bir Van kedisi gibi, daima ayaklarının dibinde süründürüyorsun! Zulmetmek meleklere yaraşır mı? Biraz ilgi göster bana, ne otur!”
Sultan İbrahim gururlu karısının ilgisini üzerine çekmek için her şeyi feda ediyor, memleket ve servet denilen şeyler gözünde anlamını yitiriyordu. Çılgın hükümdar daha o sabah Telli Haseki’ye hazinenin bütün anahtarlarını teslim etmişti.
Telli Haseki, “Fatma’ya ferman buyurun gelsin!” dedi, “Elimi silmek için bir peşkir lazım.”
Padişah derhal emir verdi. Fatma Sultan elinde bir gümüş tepsi ile huzura girdi.
Sultan İbrahim kızkardeşine bağırdı.
“Sevgili karım, elmas parçam ellerini silecek! Peşkiri uzatsana, ne duruyorsun?”
Genç kız sesini çıkaramadı. Elindeki tepsiyi uzattı.
Padişah, Telli Haseki’ye doğru eğildi.
“Bundan sonra her sabah kahvaltıdan sonra senin peşkirini Fatma getirecek ve Ayşe de eline ibrikle su dökecek,” diyerek karısını boynundan öptü. Hümaşah Sultan gururlu bir tavırla başını Fatma Sultan’a çevirdi.
“İşitiyorsun ya?” dedi, “Bundan sonra her sabah biz kahvaltımızı ederken, sen karşımızda el pençe divan duracaksın!”
Fatma Sultan üzüntüsünden neredeyse bayılacaktı. Dizlerinde derman kalmamıştı.
Sultan İbrahim hiddetle ayağa kalkarak kızkardeşini kolundan çekti.
“Kız,” dedi, “niçin, Başüstüne Sultanım, demiyorsun? Haydi, burnu havadalığı bırak da cevap ver. Yoksa başını yere düşürürüm!”
Fatma Sultan korktu ve Telli Haseki’nin önünde eğilerek, “Başüstüne Sultanım!” dedi.
Haseki Sultan güldü.
Padişah memnundu.
Fatma Sultan kahvaltı tepsisini alarak odadan çıktı.
Haremde bütün kadınlar merak ve telaş içinde Fatma Sultan’ı bekliyordu.
Padişahın kızkardeşi meseleyi ağlayarak anlattı.
“Yarın sabah kardeşim başımı vurduracak. Çünkü istediğini yapmaya gücüm yetmez, asla yapamam bunu,” dedi.
Bu olay bütün hasekilerde çok da haksız olmayan bir endişe yaratmıştı. Şimdi hepsi şu sorunun cevabını düşünüyordu.
“Acaba Padişah bize de böyle bir teklifte bulunursa ne yaparız?”
Sultan İbrahim o gün akşama kadar odasında Telli Haseki ile ilgilendi. Ayağının dibinden ayrılmadı.
Hümaşah Sultan, Padişahı tam anlamıyla avcunun içine almıştı.
İsterim dediği şey derhal yapılıyor ve istemem dedikleri de olmuyordu.
Telli Haseki’nin Padişaha bu derece haşin davranmasının da sebep ve hikmeti vardı.
Hekimbaşı İsa Efendi bir gün Telli Haseki’ye, “Kızım,” demişti, “eğer günün birinde hasekiler sırasına geçersen, Padişahın kalbini tamamıyla çalmaya ve hükümet işlerini bizzat kendin kontrol etmeye gayret et! Çünkü bu işler yarım akılla yürümez. Hünkârın gözlerine perde inmiş ve kulakları tıkanmış. Sarayın dışında olup bitenleri ne görüyor, ne duyuyor!”
Hümaşah Sultan, İsa Efendi’nin sözlerini unutmamıştı. Padişahın yarım aklını da çalarak onu esir gibi yönetmeye başlamıştı.
Telli Haseki o gün Sultan İbrahim’in gururunu kırmak için ne mümkünse yaptı. Dizleri dibinde oturan Padişahın başındaki incili kavuğu çekip yere düşürdü.
Sultan İbrahim güldü.
“Bu ne iltifat, elmasım!” diyerek Telli Haseki’nin dizlerini öptü. “Sana bin hükümdar tacı feda olsun!”
Telli Haseki bununla da kalmadı. Ayağını uzatarak “Yerdeki kavuğu ayağıma geçir… geçir ki beni sevdiğini anlamış olayım!” dedi.
Sultan İbrahim, bir an bile duraksamadan yerdeki kavuğunu alıp karısının ayağına geçirdi.
“Bu güzel ayaklara ne yaraşmaz gözümün nuru!” dedi, “Sen ne dilersin de olmaz?”
Hümaşah Sultan, kocasının aklını ve kalbini tamamen avcunun içine aldığından emin olarak gülümsedi ve Padişahın omzuna başını dayadı.
“Şimdi inandım ki beni seviyorsun!”
Padişah, sevgilisinden iltifat görünce iradesini kaybetmişti.
“Şimdi bütün acılarım dindi,” dedi, “Seni çekemeyenler, başını omzumda görseler hasetlerinden çatlarlar…”
Telli Haseki iltifat ve sevgisini dirhemle satar gibi davranıyordu. Güzel elleriyle Hünkârın sakalını okşayarak sordu.
“Beni çok seviyorsun, değil mi, İbrahim?”
Padişah, şımarık bir çocuk gibi gülerek, “Aşkımdan şüphe mi ediyorsun?” dedi. “Ben hayatımda ilk defa bir kadını sevdim. O da sensin.”
“Yüz elli cariyenin içinde kalbinizde iz bırakan başka bir kadın yok muydu?”
“Mümkün olsa da kalbime girebilsen… Orada kendinden başka bir kadının izine bile rastlayamazsın. Yemin ederim ki seninle evlendiğim günden beri içi boş bir küp gibi yaşıyorum. Kalpsiz, akılsız, senin etrafında pervane gibi dolaşıyorum! Beni yakma yavrum! Bana merhamet et! Beni dizinden göğsüne çıkar. Yüzün daima gülsün. Seni neşesiz gördüğüm zaman gözlerim kararıyor, kendimi kaybediyorum.”
O güne kadar Türk hanedanından birine hiçbir kadın ismiyle hitap etmemişti. Sultan Murat’ın şehzadeliği zamanında,