İskender Fahrettin Sertelli

Telli Haseki Hümaşah Sultan


Скачать книгу

ne için aratıyor, bilmiyor musun?”

      “Gene Nuruhayat meselesi olacak, Sultanım!”

      “Nuruhayat’ın Hamza’ya kaçtığını Sadrazam bilmiyor mu?”

      “Bilmez olur mu, Sultanım? Nuruhayat’ın Hamza’ya kaçtığı kesin. Fakat Sadrazam Paşa utancından kimseye bir şey söylemek istemiyor.”

      “Hamza eski evinde oturmuyor mu?”

      “Hayır, Sultanım! Hünkâr, Edirne seyahatinden döndükten sonra Hamza’yı serbest bıraktı. Onun yüzünü çoktan beri gördüğüm yoktur.”

      “Cinci Hoca bilir mi acaba?”

      “Belki bilir… Emrederseniz gidip sorayım?”

      “Git, sor. Fakat benim sorduğumu belli etmemeye çalış. Şüphelenirse oğluma gidip haber verir.”

      Behram Ağa, Cinci Hoca’nın odasına gitti. Kösem Sultan, Hamza’yı bu saatte niçin aratıyordu?

      Tepsi İçinde Çıplak Bir Kız!

      Behram Ağa, Cinci Hoca’nın odası önünde durdu ve kapıya kulağını yaklaştırdı. Hocanın sesi işitiliyordu.

      “Şimdi anladım ki ben de kalp taşıyormuşum. Ben de bir kadın sevebilirmişim!”

      Behram Ağa hayretle etrafına bakınarak meydanda kimse olmadığını anlayınca, kapının anahtar deliğine gözünü yerleştirdi.

      Behram Ağa gözlerine inanamıyordu. Odanın içinde neler görmüştü?

      Hoca kavuğunu çıkarmış, uzun bir acem halısının üstüne uzanmıştı. Yerdeki büyük bir gümüş tepsinin içinde çırılçıplak yatan genç bir kız vardı! Cinci Hoca yanındaki şarap testisinden bardağını doldurup içiyor, ara sıra da genç kıza uzatarak, “İç mahbubem, iç. Bu gece seninle kedimizden geçinceye kadar içeceğiz. Birbirimizi bulmak, birbirimizle kaynaşmak için öncelikle aklımızın zincirlerinden kurtulmalıyız!” diyordu.

      Cinci Hoca’ya ne olmuştu? Çıplak bir cariyenin önünde ar ve hayâyı unutarak yalvaran Hoca Efendi, meğer kendi odasında yalnız kalınca ibadeti ve günahı unutarak Hayyam gibi gönül eğlendirmesini de biliyordu.

      Behram Ağa kendi kendine söylenmeye başladı.

      “Bu herif saraya geldiği günden beri kimsede ar, namus kalmadı. Zina haramdır, diyor. En güzel ve körpe kızlarla vakit geçiriyor! Şarap içmek haramdır, diyor. Odasında en iyi şarabı kendisi içiyor. Bu manzarayı Sultan Efendimiz görmesin! Kıyameti koparır!”

      Behram Ağa kapıdan gözünü ayıramıyordu.

      “Genç olsaydım, alimallah, kapıyı omuzlayıp içeri girerdim. Ben otuz senedir koynumda yatan karımı bile bu kadar çıplak görmemiştim!” diye homurdandı. Kadına yan gözle bakmanın bile haram olduğunu her gün tekrar edip duran Hoca Efendi, gümüş tepsinin yanına iyice sokulmuştu. Genç kızın saçlarını salarak heyecandan titreyen parmaklarıyla okşamaya başladı.

      Hoca Efendi dini, imanı, günahı… her şeyi unutmuştu.

      Behram Ağa kapının önünde durmadan yutkunuyordu. “Hele bak, bülbül gibi ne diller döküyor,” diye mırıldanan Hocanın, mahbubesi önünde tekrar yükselen sesi duyuldu.

      “Bu gece benliğimden tamamen sıyrıldım yavrucuğum! Bu gece, en şehvetli delikanlılardan çok daha azgın ve coşkun bir adam oldum. Padişahın aylardan beri devam eden çılgınlıklarına daha fazla ilgisiz kalamadım. Her gün yüzlerce dilberin kucağında yatan bir hükümdarla baş başa konuşurken, ben gözlerim yerde, durmadan tespih çekiyordum. Geçen akşam Sultan İbrahim genç kızları çırılçıplak soymuş ve memelerinin üstüne şarap dökerek kızların göbeklerini yalamaya başlamıştı. Hünkâr cinlerden korktuğu için beni de bir muhafız gibi köşeye oturttu. Bu hoş ve şehvet uyandıran manzara karşısında kendimden geçerek elimdeki tespihi yere düşürdüm. Bütün sinirlerim tir tir titriyordu. Böyle çıplak ve güzel kızların sıcak bir oda içinde kaynaştıklarını görüp de huylanmamak mümkün müydü? O kızlar arasında en çok sen hoşuma gitmiştin! Kırmızı bir şalın üzerinde amber yılanı gibi öyle güzel bir kıvrılışın vardı ki, o anda Padişahın gözünden düşmeyeceğimi bilseydim, hemen yerimden fırlayıp boynuna sarılacaktım! O geceden sonra sana karşı duyduğum arzu giderek arttı. Şimdi ise gözlerime inanamıyorum; işte karşımdasın!

      Gümüş tepsi içinde, baygın bir halde yatmakta olan genç kız, derin bir uykudan uyanır gibi gözlerini ovuşturarak şaşkın şaşkın etrafına bakındı.

      “Ben neredeyim Hoca Efendi?”

      Cinci Hoca mahbubesinin kumral ve uzun saçlarını öptü.

      “Benim odamda bulunduğunun farkında değil misin, elmasım?”

      “Kendimi odamda, kendi yatağımda yatıyorum zannediyorum.”

      “Burası da senin odan yavrucuğum! Gül… Oyna… Bu gece seninle sabaha kadar sevişip eğleneceğiz!”

      Genç kız, gümüş bir tepsinin içinde yattığını hissederek, “Beni böyle çırılçıplak siz mi soydunuz?” diye sordu.

      “Niçin soruyorsun?”

      “Utanıyorum.”

      “Kimden?”

      “Sizden…”

      Çıplak kız ellerini yüzüne götürdü.

      “Benim elbisem nerede?”

      “Ne yapacaksın elbiseyi? Sen ve ben birbirimizi bütün ayıplarımız ve bütün güzelliklerimizle seyredelim. Cenabı hak bizi elbise ile yaratmadı ya!”

*

      Behram Ağa kapının önünde daha fazla durmadı.

      “Ya ben rüya görüyorum yahut Hoca çıldırdı!” diyerek kapının önünden ayrıldı.

      Derin bir hayret ve şaşkınlık içinde yürüdü.

      Behram Ağa, Hocanın odasında gördüğü rezaleti Kösem Sultan’a nasıl anlatacaktı?

      Gümüş tepsinin içinde yatan genç kız, Valide Sultan tarafından üç ay önce Padişaha sunulan, on beş yaşlarında, körpe ve ince belli bir Çerkez dilberiydi.

      Sultan İbrahim, Telli Haseki’den gizli olarak arasıra bu kızla buluşup eğlenirdi.

      Behram Ağa, Hocanın taparcasına sevdiği kızı tanımıştı. Kösem Sultan’a, kapının anahtar deliğinden gördüklerini anlatırken, “Çok utanıyorum, Sultanım!” dedi, “Gençliğimde görmediğim şeyleri Hoca Efendinin odasında gördüm.”

      Valide Sultan bu duyduklarına önem vermemiş gibi göründü.

      “Hamza’yı sormadın mı?”

      “Kapıyı çalmaya cesaret edemedim.”

      “Benim dediğimi niçin aynen yapmadın?”

      “Sultanım! Odanın kapısından benim gördüklerimi siz de görseniz, hayretinizden küçük dilinizi yutardınız! Hoca Efendi soyunmuştu. Kapıyı açıp benimle görüşecek halde değildi. Gözlerimi kapadım. Tüylerim ürperdi. Hocanın gittikçe incelen sesini işitmemek için odasının önünden uzaklaştım. Beni mazur görünüz Sultanım! Bu gece Hoca Efendiyi göremeyeceğim.”

      “O halde, yarın sabah erkenden sokağa çık ve Hamza’nın nerede yaşadığını öğrenmeye çalış.”

*

      O gece Kösem Sultan öfkesinde uyuyamadı. Behram Ağa’yı başından savdıktan sonra, Hocanın yaptığı rezaleti gözünün önüne getiren Valide Sultan, buna nasıl göz