İskender Fahrettin Sertelli

Telli Haseki Hümaşah Sultan


Скачать книгу

dünyayı görecek zamanı yok. Elmasımı elde edebilmek için ne mümkünse yaptım. Padişaha köpeklik dahi ettim. Kösem Sultan’la aram açıkken onun da gönlünü hoş ederek tekrar sevgisini kazandım. Cinci Hoca’yı da hoş tuttum. Düşüncelerini, içini anlayamadığım yalnızca bir kadın kaldı: Telli Haseki. Bu kadın benden ne istiyor bilmiyorum. Ve zannederim ki, bu vicdansız kadın benim başımı yemeden rahat etmeyecek. Bunu takdir etmiyor değilim. Fakat Nuruhayat’ıma kavuşmadan ölmek istemem. Ah, onu bir kere daha görmek mutluluğuna bir kavuşabilsem…”

      Mehmet Paşa’nın gözleri sulanmıştı.

      Divan Kâtibi Hüseyin Efendi, Sadrazamın Nuruhayat için güçlü kuvvetli bir delikanlıymışçasına içli içli ağladığını görünce, hayretle dudağını bükerek başını önüne eğdi.

      Amberizade, yetmişlik bir adamın, bir genç kız için bu derece yanıp tutuştuğuna ilk defa şahit olmuştu.

      “Devletlim,” dedi, “sizin bu derdinize deva bulacak kimse yok mu?”

      “İstanbul’un altını üstüne getirdim Hüseyin! Fakat Hamza’yı ele geçiremedim. Bu mesele hakkında Padişahtan ferman bile aldım. O çapkını yeniçeriler nerede görürlerse yakalayıp bana getirecekler.”

      “Nuruhayat’ın ona kaçmasına nasıl izin verdiniz Paşam?”

      “Kızın üstüne on tane kilit vurdum, yine para etmedi. Fırsat bulup kaçtı.”

      “Gönül bu… Demek ki Hamza’yı çok seviyormuş.”

      “Zannetmem. Nuruhayat’ın bana karşı fevkalâde saygı ve sadakati vardı.”

      “Onun Hamza’yı sevmesine size duyduğu saygı ve sadakat engel olamaz ki… Efendimize saygı ve sadakat gösterdiği halde, aynı zamanda da Hamza’yı sevebilir! Ve kadınlar severlerse her şeyi göze alırlar.”

      “Senden teselli bekliyorum, Amberizade. Senin bu konuda tecrüben fazladır.”

      “Gerçek sevgide akıl ve mantık aranmaz ama, kulunuz gençliğimde bu işin mantığını kurmuş ve soğukkanlılığım sayesinde çok önemli ve olumlu sonuçlar elde etmiştim.”

      “Yani bu yaştan sonra bana soğukkanlılıkla beklemeyi mi tavsiye ediyorsun?”

      “Mademki kulunuzdan teselli umdunuz… Efendimize bundan başka bir deva tavsiye edemeyeceğim.”

      “Soğukkanlılıkla beklemek… Hem de bu yaştan sonra, öyle mi?”

      “Niçin garip buluyorsunuz Paşam?”

      “O kadar garip ki… Damarları ince bir iplik gibi kurumuş ihtiyarlara beklemek tavsiye edilir mi?”

      Amberizade gülerek, “Bendeniz de sizin, damarları halat gibi kuvvetli genç bir kıza bu yaştan sonra âşık olmanızı çok garip buluyorum. Nuruhayat’ın yaptıklarını anlayışla karşılayınız Paşam!”

      Sadrazam, çubuğunu çekerek mırıldandı.

      “Kendisinden teselli istediğim adama bak… Bana neler söylüyor!”

      Bu sırada Sadrazamın oda hizmetçisi elinde bir mektupla içeri girdi ve mektubu uzatarak, “Bunu biraz önce kapıya bırakmışlar,” dedi.

      Veziriazam mektubu açtı. Önce imzayı okudu. Mektubun altında Nuruhayat yazıyordu.

      Sevinçle yerinden kalkarak hizmetçinin koluna sarıldı.

      “Bu mektubu getiren adamı görmemişler mi?”

      “Hayır Efendim! Tanımadıkları bir adam onu karanlıkta kapı nöbetçisine bırakıp gitmiş.”

      Hizmetçi odadan çıktı.

      Mehmet Paşa gözlüğünü düzelterek, “Önce bir felâket haberi getirdin ama,” dedi, “sonu iyi çıktı. Ayağın uğurlu imiş. Ben sana, Nuruhayat beni unutmaz, sever, dedim de sen inanmadın!”

      “Bu mektup onun el yazısıyla mı yazılmış?”

      “Hayır… Yazı Hamza’nın… Fakat imza yerinde onun başparmağının mürekkeple basılmış izi var. Nuruhayat yazmak bilmez. Fakat okumasını iyi bilir. Hamza’ya yazdırdıktan sonra herhalde okumuştur.”

      Amberizade, alaycı bir tavırla başını salladı.

      “Mademki okumayı biliyor, o halde mektubu okumadan adının altına parmağını basmasına imkân yoktur.”

      “Mektuptaki fikirler tamamıyla onundur Hüseyin! Nuruhayat çok zeki ve zihni açık bir kızdır. Hele izin ver de önce elmasımın mektubunu içimden okuyayım. Gereken yerlerini sana da gösteririm. Bu kız emin ol ki beni seviyor, azizim!”

      Sadrazam bu sözleri söylerken gözlüğünü burnuna yerleştirmekle uğraşıyordu. Mektubu gözüne yaklaştırdı ve hızla gözden geçirdi.

      Divan Kâtibi, Sadrazamın birdenbire değiştiğini görünce hayret etti.

      Mehmet Paşa’nın rengi sapsarı oldu ve elleri titremeye başladı.

      Mehmet Paşa’ya birdenbire ne olmuştu?

      Amberizade, Paşanın yanına koştu. Sadrazam gözlerini kapamış ve mektup elinden yere düşmüştü.

      Veziriazamın dudakları arasından bir kelime işitildi:

      “Su…”

      Hüseyin Efendi hemen Paşanın ağzına birkaç damla su akıttı ve şakaklarını ovuşturarak sedirin üzerine yatırdı.

      Mehmet Paşa baygınlık geçirmiş ve çenesi tutulmuştu.

      Divan kâtibi merakla yere eğildi ve Sadrazamı müthiş bir hayal kırıklığına uğratan bu esrarengiz mektubu aldı. Kekeleyerek okumaya başladı.

      Paşam!

      Sokaklarda dolaşan yeniçerilerin aylardan beri beni ve Hamza’yı aradıklarını görüyorum. Beni boş yere aratıyorsunuz! Sarayın bütün cellâtları karşıma çıksa, yine teslim olmayacağım. Siz, yakalansam bile, ancak benim ölümü görebilirsiniz! Ben ölünceye kadar Hamza’dan ayrılmamaya karar verdim. Sizden gördüğüm iyiliği unutmayacağım Paşam! Fakat aramızda bir sır olarak kalan bu gebelik meselesinin içyüzünü artık size bütün esrarıyla anlatmak isterim. Ben sizden değil, Hamza’dan hamile kaldım Paşacığım! Size ihanet etmek istemezdim.

      İhanet ettiğim için mutlu da değilim. Çünkü siz altmışı geçmiş bir erkek olduğunuz halde benden bir çocuk istemiştiniz! Bu çocuk sizin kanınızdan, canınızdan nasıl olabilir ki; her gece amber kullandığınız halde bu arzunuzu gerçekleştirmeye gücünüz yetmiyordu.

      İşte ben o zamanlarda karşıma çıkan Hamza ile sevişiyordum. Ve nasılsa ondan hamile kaldım. Günahlarımdan birini daha itiraf etmeye mecburum. Bir sabah da Cinci Hoca beni, bir fareyi kapana sıkıştırır gibi yakaladı ve afyonla sarhoş ederek yatağında bir kaç saat uyuttu!

      Fakat sizi şerefimle temin ederim ki, karnımda taşıdığım çocuk ne sizden ne de Cinci Hoca’dandır. O, aşkımın, Hamza’nın mahsulüdür.

      Bizi unutmanızı ayaklarınıza kapanarak rica ederim.

Nuruhayat

      Sadrazam Hasta!

      Mehmet Paşa, aradan birkaç gün geçtiği halde Nuruhayat’ın mektubundan dolayı duyduğu acıyı unutamıyor, sinirlerine bir türlü hâkim olamıyordu.

      Kendi kendine kalınca durmadan söyleniyor, “Kâfir kız!” diyordu. “Bunca seneden beri benim sayemde karnını doyurduğun halde Hamza gibi bir düzenbaza nasıl oldu da gönlünü kaptırdı? Ben bir evlât sahibi olabilmek için bütün erkeklik gücümle hareket ettiğimden o kadar eminim ki…