Омер Сейфеддин

Seçme Hikâyeler


Скачать книгу

Seyfettin’in hayat hikâyesine baktığımızda onun Yunanlılara esir düştüğünü ve bir yıl kadar tutsak kalmış olduğunu görürüz. “Forsa”nın da kelime olarak manası tutsaklıkla ilgilidir. Belki de Ömer Seyfettin hikâyesine bu adı, bu maksatla vermişti.

      Ömer Seyfettin “Ruzname”sinde18

      “Yanımdaki kaçak zabit benden şikâyet etti. Beni Marko kışlasındaki odadan çıkartıp askerî hapishaneye soktular. Kapıda bir süngülü duruyor, tıkıldığım locanın enliliği ancak iki metre. Pencere, tavana yakın… Tam bir kürek mahkûmuna layık bir yer… Sabredelim ve yakında kurtulacağımızı ümit edelim.” (4 Şubat 1328) diyerek kendini Kara Memiş gibi bir kürek mahkûmuna benzetmişti. Kara Memiş de Ömer Seyfettin gibi kurtuluş ümidiyle yanmıştı da yandığından kurtuluş rüyalarını görmüştü.

      “Kara Memiş Kırk sene görülen bir rüya yalan olamaz!’ diyordu. Kulübe duvarının dibine uzandı. Yavaş yavaş gözlerini kapadı, ilkbahar bir ümit tufanı gibi her tarafı parlatıyordu. Martıların Geliyorlar, geliyorlar, seni kurtarmaya geliyorlar!’ gibi tatlı seslerini dinleye dinleye daldı. Duvar taşlarının arasından çıkan kertenkeleler üzerinde geziniyorlar, çuvaldan esvabının içine kaçıyorlar, gür beyaz sakalının üzerinde oynaşıyorlardı. İhtiyar esir, rüyasında ağır bir Türk donanmasının limana girdiğini görüyordu.”

      Kara Memiş’in rüyaları gerçekleşmişti; Türk gemileri gelmiş, onu kurtarmıştı. Ömer Seyfettin’i de esaretten kurtaran “Necat” isminde bir vapurdu.19

      Burada ister istemez aklımıza şöyle bir soru geliyor: Ömer Seyfettin bu hikâyesini kendi esaret hayatından etkilenerek mi kaleme almıştır? Bu hikâyenin kaleme alınışında muhakkak Ömer Seyfettin’in geçirdiği esaret günlerinin etkisi vardır. Burada asıl önemli olan; Ömer Seyfettin’in kendi kurtuluşunu özlerken gönlünü bir Türk levendinin ömür boyu esaret zincirlerine bağlı olarak kalmasına razı olmayacak kadar Türklük ülküsüyle doldurulmuş olmasıdır.

      Hikâyede Kara Memiş’in yaptıkları anlatılırken

      “Daha yirmi yaşındayken Tarık Boğazı’nı geçmiş, poyraza doğru haftalarca, aylarca, kenar, kıyı görmeden gitmiş, rast geldiği hücra adalardan cizyeler almış, irili ufaklı donanmaları tek başına hafif gemisiyle berbat etmişti. O vakit Türk elinde namı dillere destandı. Padişah bile kendisini saraya çağırtmış, maceralarını dinlemişti. Çünkü Hızır Aleyhisselam’ın gittiği diyarları dolaşmıştı. Öyle denizlere gitmişti ki üzerinde dağlardan, adalardan büyük buz parçaları yüzüyordu. Oraları tamamıyla başka bir cihandı. Altı ay gündüz, altı ay gece olurdu! Karısını işte bu, senesi bir büyük günle bir büyük geceden ibaret olan başka cihandan almıştı.” denerek kutup bölgesine varılıyor. Böylece o zamanki mevcut Osmanlı sınırının dışına çıkılmış oluyordu. Hikâyede belirtildiğine göre burası Kuzey Kutbu’ndadır. Cebeli Tarık Boğazı’nı geçtikten sonra poyraza doğru haftalarca gitmiş olması, kuzeye gittiğinin işaretidir. Yine buz dağlarının olması ve altı ay gece altı ay gündüzün yaşanması da kutupların özelliklerindendir.20

      Hikâyede, Ömer Seyfettin, Kara Memiş için “Hızır Aleyhisselamın gittiği yerleri dolaşmıştı.” derken mevcut Osmanlı sınırını zorlamış, yani o zamanki Osmanlı sınırının dışına çıkmıştır. Bu çıkış Ömer Seyfettin için bir özlemdir. Bu özleme bir hayal olarak bakabiliriz. Ama şunu da unutamamak gerekir ki;

      “Mes’uddur o insan ki yaşar hatırlarla.”

      “İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.”

      Bizim edebiyatımızdan “hayal” oldukça fazla işlenmiştir. Divan edebiyatı şairimiz Nedim, “olmuş sana” redifli gazelinde:

      “Yok, bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim

      Bir perî-suret göründü hayal olmuş sana”

      diyerek sevgiliyi hayal etmiştir. Yahya Kemal’in “Mehlika Sultan” adlı şiirinde Mehlika Sultan’a aşık olan yedi genç, hayal âlemine dalarlar. Peyami Safa’nın “Yalnızız” adlı romanın da bahsi geçen “Simeranya” hayalî bir dünyadır, ama o dünya Peyami Safa için bir özlemdir.

      Ömer Seyfettin için de Hızır Aleyhisselam (Barboros) gittiği yerlere gitmek -o günler için- bir hayaldir, kendisi oralara gidememiştir ama -hikâyesinde- kahramanını oralarda dolaştırarak bu özlemini gidermiştir.

      “Eğer sen istersen o bir hayal değildir.”

      “Türk tarihi, hudutları aşma ihtirasının bir ifadesidir. Hakikaten, Türk tarihine umumi olarak bakınca, onda maddi ve manevi sahada bu uygunluğun hâkim olduğunu görürüz.”

      Hudutları zorlama ihtirasının ilk gerçekleştiği eser, Ergenekon Destanı”dır. Ergenekon’a sığmayan Türklük, Ergenekon’da demirden dağları eriterek “Ergenekon Destanı”nı yaratmıştır. Oğuz Kağan:

      “Daha deniz, daha müren (nehir)

      Güneş bayrak, gök kurıkan (çadır)”

      derken, Bilge Kağan; “Üstte mavi gök, altta yağız yer”den bahsederken mekânı kaplamak ihtirasıyla doludur. “İslamiyetten sonraki, hem maddi hem manevi sahada hudutsuzluğa gitmiştir.” Yunus Emre kâinatı feth etmek ve onun üstüne çıkmak isteyen bir akıncıdır. Ahmet Yesevi Hazretleri’ni 21 yetiştirdiği müritlerini dünyanın dört bir yanına -bilhassa batıya- göndermiş olması, Türk’ün millî tarihindeki hudutları aşma ve nizam-ı âlem ülküsünü gerçekleştirme iştiyakından başka nasıl izah edilebilir.

      Piri Reisin -o zamanlar- bilinen dünyanın dışındaki yerleri de haritasında göstermesini Türk’ün bilinen dünyadan taşma isteğinin bir neticesi olarak kabul ederken Uluğ Bey’in dünyayla değil de uzaydaki cisimlerle ilgilenmiş olmasını da Türk’ün arza sığmayarak uzaya taşma isteğinin bir delili olarak kabul edebiliriz.

      Görülüyor ki mevcut hudutları zorlamak, Türk’ün yaradılıştan getirdiği bir özelliğidir. Türk milleti tarihinin ilk günlerinden beri Türk cihan hâkimiyeti mefkûresini gerçekleştirmek için yaşamıştır. Ömer Seyfettin’in de bu hikâyesinde mevcut hükümleri zorlaması cihanşümul olan bir özlemden başka bir şey değildir.

      Aynı özlemi, Yahya Kemal’de “Açık Deniz” adlı şiiriyle görüyoruz. O da “Açık Deniz” sembolü ile duygularına cihanşümul bir mahiyet veriyor ve mevcut hudutların dışına çıkma arzusunu:

      “Mademki deniz ruhuna sır verdi sesinden. -Gel, kurtul o dar varlığının hendesesinden!” diyerek dile getiriyor.

      Türk’ün hudutları aşma ihtirası, İstiklal Marşı şairimiz Mehmed Akif’te daha bir manalıdır. Mehmed Akif hudutları aşma ihtirasını istiklal tutkusu ile birlikte ele almıştır. Türk için her şey demek olan “istiklal”in, Akif’te bu milletin hudutları aşma ihtirasını da beraberinde getirdiğini görüyoruz. Mehmed Akif’in bu duyguları bizim için millî yemin olmuş da biz o gün bugündür yeminimizi her fırsatta haykırmışız;

      Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım.

      Hangi çılgın, bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

      Kükremiş sel gibiyim! Bendimi çiğner, aşarım;

      Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

      Yönlerin -doğu, batı, kuzey, güney- Türk milletinin mitolojisinde mühim yerleri vardır. Türkler zaman