M. Turhan Tan

Cengiz Han


Скачать книгу

Naymanlarda -bütün Türk uluslarında olduğu gibi- etek öpen ağız, topuk yalayan dudak yoktu. Türkler, hanların ve han hatunlarının önünde sadece ulcaşıyorlardı, kendi babalarına ve analarına yaptıklarından fazla bir saygı göstermiyorlardı. Güncü Hanım, bu saygısızlıktan da için için müteessirdi. Naymanları ve bütün ulusları kendi önünde diz çöker görmek istiyordu. Bunun için ise her şeyden evvel bir Mete bulmak lazımdı!..

      Kocası filhakika cesurdu, yiğitti. Fakat bir Mete olmaktan, hatta Meteliği düşünmekten çok uzaktı. Salt Naymanları idare ile uğraşırdı. Engin hülyaları olmadığı gibi heyecanlı rüyalar da görmezdi. Giydiği posta kaniydi, yediği at pastırmasıyla doyuyordu.

      Bunu, bu miskin kanaati yana yana sezen Güncü Hanım, bir aralık ümidini analığa bağlamıştı. Bir erkek çocuk doğurmak ve o çocuğu bir Mete olarak yetiştirmek!.. İşte onun ümidi bu idi. Lakin baht, yıllar geçtiği hâlde ona analık zevkini de tattırmıyordu. Mete’nin karısı olamayan Güncü, Mete’nin anası da olamıyordu.

      Bu talihsizlik onu günlerce ve günlerce ağlatmıştı. Çok defalar loş köşelere çekilir, Kırkkızlar masalını, Çinli hiyaları ve bunlara benzer masalları imrene imrene düşünürdü. Bu masallara ve onun inanışına göre yeryüzünde yılda bir defa, aşk gecesi yaratılıyordu. Bu aşk gecesinde kadın her neye dokunsa gebe kalırdı. Fakat 360 gecenin içinde o geceyi bulup feyzinden istifade etmek müşküldü ve bütün yıl, geceleri uykusuz geçirmek de imkânsızdı.

      Günler işte böyle tatsız geçerken Güncü’nün kaynatası iş başından çekildi, kocası hanlık postuna oturdu. Fakat bu değişiklik Naymanların hayatında bir yenilik yaratmadı. Gene kulaklarda çınlayan koyun melemesi, kısrak kişnemesi, deve böğürmesi idi. Gene yulaf unundan bulamaç yahut kuru et yeniyordu ve sade kımız içiliyordu. Yeni hükümdar bu değişikliğin şerefine güzel karısına bir gerdanlık bile vermemişti. O güzel gerdan, yarım ay gibi gene çıplaktı.

      Güncü postuna sarılıp yaşayan kocasını biraz canlandırmak için ilk mevzu olarak din meselesini seçti ve onu, Naymanların bir türlü ısınamadıkları Hristiyanlık aleyhine teşvik etmeye başladı. Bundan sonra maksadı Budistliği o kabileye yeni baştan kabul ettirmek ve Çinlilerle din birliği kurmaktı. O, uzak bir hülya da olsa bir gün Çin ülkesine akın edileceğini, orada bir şey kazanılacağını umuyordu, bu kuruntu sebebiyle de şimdiden Çinlilerle Naymanların dindaş olmasını istiyordu.

      Köşlük Han kendisiyle el birliği yaparak babasına oyun oynayan papazdan kurtulmak için karısının bu fikrini beğendi, Meryem’in ve İsa’nın resimleriyle beraber bütün papazları Nayman toprağından çıkarttı. Fakat bu hareket beş on çadırda olsun, galeyan uyandırabileceği için ulus halkını oyalamayı da ihmal etmedi, komşu bir iki kabile ile anlaşarak Moğollar aleyhine harp açtı. Çünkü Moğollar, son günlerde dikkate değer faaliyetler gösteriyorlardı. Dört tarafa baskınlar yapıyorlardı.

      Kocasıyla beraber savaşa giden Güncü, Moğollarla müttefiklerinin ne yaman çarpıştıklarını görmüş ve kendi hülyasını ancak bu yiğitlerin tahakkuk ettirebileceğini için için düşünmüştü. Hatta gök gürlemesinden ürküp suya giren Moğolların bu münasebetsizliği yüzünden Temuçin ordusunun bozulması üzerine kocası sevine sevine yanına gelip de “Güncü! Yendik, savaşı kazandık!” diye bağırınca onun boynuna sarılmamış, put gibi sessiz ve hareketsiz kalmıştı. Köşlük Han ummadığı bu kayıtsızlığa karşı titizlenerek sormuştu:

      “Ne o Güncü, somurtmuşsun. Yoksa yanlış bir iş mi yaptık? Yavları9 yenmek gücüne mi gitti, biz mi yenilmeliydik?”

      Güzel kadın bu sitemli sözlere cevap olarak bulutla örtülü gökyüzünü göstermişti ve şu sözü söylemişti:

      “Onları yenen şu bulutlardır. Gök gürlemeseydi, sen böyle övünemezdin. Beni dinlersen sus: Yenen övünsün!..”

      O günden beri Köşlük’le karısı dargındı, hele Temuçin’in üç beş kişi ile koca bir ordunun arasından fırlayıp çıkmasını Güncü Hanım, kendi kazandıkları zaferden daha üstün bulduğu ve bu hükmünü de söylemekten çekinmediği için araları büsbütün açılmıştı.

      İşte bu sıradadır ki Yilon Buldok’tan bir heyet çıkageldi. Moğollar beyi Temuçin’den selamlar, senalar ve hediyeler getiren bu heyet, dokuz kişiden ibaretti. Köşlük Han’a dokuz at, dokuz çadır, dokuz kılıç hediye getirmişti. Naymanlarla Moğolların sulh yapmalarını teklif ediyordu.

      Son yıllarda Türk ulusları arasına anlaşılmaz bir heyecan aşılayan Moğol beyinin, Altaysu savaşından dolayı öç almayı düşünecek yerde böyle barış teklif etmesi Köşlük Han’ın hoşuna gitti. Fakat Merkitlerle, Oyratlarla da aynı zamanda sulh yapılması lazım geleceğini ileri sürdü.

      Temuçin’in adamlarıyla Köşlük arasındaki müzakere ve münakaşayı, hükümdar sıfatıyla, Güncü Hanım da dinliyordu. Her iki taraf resmî ağız kullandıkları için muhavere,10 güzel kadına haz verecek mahiyette değildi. Fakat Köşlük’ün kendi fikrinde ısrar etmesi üzerine heyet reisinin söylediği bir söz, Güncü’yü tepeden tırnağa kadar titretti ve yüzünü kıpkırmızı yaptı. Moğol diplomatı şöyle demişti:

      “Oyratlarla da seni kırmamak için barışırız. Lakin Merkitlerle asla! Çünkü onlar, bizim beyimizin eşini çaldılar, yurtlarına götürdüler. Şimdi biz de yüreğimizdeki yaranın eşini onların yüreğine açacağız. Başka türlü yapamayız.”

      Ve sonra, Güncü Hanım’ın güzel gözlerine gözünü dikerek ilave etmişti:

      “Eğer Merkitlerin han karısını veya kızını kaçırırsak onlar övünsünler. Çünkü biz Temuçin’in bir gün altın hakana da üst geleceğine inanıyoruz. O gün, kaçırdığımız kadınların da kızların da ayağını Çin hanları öpecek. Merkitler bunu düşünsünler de alacağımız öçten huylanmasınlar!..”

      Köşlük Han, kendi teklifini reddetmekle kalmayarak müttefiklerinin namus evine el atacaklarını da söylemekten çekinmeyen Moğol heyetine fena hâlde kızdı. Hele onların başı olan diplomatın Temuçin için söylediği sözlerden büsbütün sinirlendi:

      “Öyle ise…” dedi. “biz de sizinle yav kalalım. Çin hakanını beyinizin alt ettiği gün belki yavlıktan çıkarız; eşiğinize yüz sürüp yalvarırız, barışıklık isteriz. Şimdilik siz bildiğinizi işleyin. Biz, bildiğimizi işleyelim.”

      Köşlük Han, Temuçin’in hediyelerini de geri gönderecekti. Güncü Hatun söze karıştı:

      “Ulu han!” dedi. “Biraz geniş yürekli ol. Dün ünlü kılıcınla sırtına dizi dizi yara açtığın arık Moğolları kendinle bir tutma. Sen bir dağsın, Temuçin kiçik (küçük) bir kaya. Olsa olsa senin eteğine sığınabilir, tepene çıkamaz.”

      Ve sonra ilave etti:

      “İznin olursa yarın bu elçilerle bir de ben görüşüp konuşayım. Bizim Nayman yurdunun havasında, suyunda civilerin nefesi vardır. Elçiler hele dinlensinler, ciğerlerine yurdumuzun havası dolsun, kursaklarına suyumuz girsin. Göreceksin ki akılları başlarına gelir, dilleri değişir.”

      Günlerden beri kendisine sırt çeviren, somurtan ve dargın duran güzel karısının bu sözleri, Köşlük Han’ın yüreğine sevinç, sinirlerine sükûnet getirdi. Eğer Güncü, Naymanlarla Moğolların o dakikada ittifak etmesini ve dünkü müttefiklere harp açılmasını isteseydi, Köşlük Han onun güzel yüzü suyu hürmetine hemen “Peki!” diyecekti. Hâlbuki karısı böyle ağır bir iş istemiyordu. Sadece elçileri