M. Turhan Tan

Cengiz Han


Скачать книгу

yıldan beri Türk elinde bir kaynaşma, bir anlaşma yapmak isteyen, bunun için de senin soyuna dayanmayı kuran babam, bu doğumu bir tutamak saydı, dört tarafa bir masal uçurdu. Sanki sen bir eli yumuk olarak doğmuşsun. Eben elini açınca bir parça pıhtı kan görmüş. Moğol ulusunun en akıllısı babam değil mi ya. Hemen o, bu kan pıhtısını alıyor, evirip çeviriyor, babana müjde veriyor; ‘Bu çocuk ulu hakan olacak, yeryüzünün hepsini alacak!’ diyor.”

      “Bu da mı yalan Gökçe!”

      “Yalan ya. Ana karnından yeni fırlayan tayların koşucu olup olmadıkları bile ilk günden anlaşılmaz. Nerede kaldı ki insan yavrusunun hakanlığa yükseleceği doğumunda belli olsun. Fakat dedim ya, kafası aydınlanmayan adamlar, bu masallara çabucak inanır.”

      “Peki, dileğiniz neydi, baba oğul niçin yalanlar uyduruyorsunuz, hele benim adımı ne diye yalanlarınıza temel yapıyorsunuz?”

      “Babam da ben de Türk elini bir beyin buyruğu, bir bayrağın gölgesi altında görmek isteriz. Türk, altından üstündür. Altın hakanları yıllarca alt etmiştir. Gene öyle olmalı, el birliğiyle yücelmelidir. Bunun için de kanı yüksek, bileği sağlam bir adam ortaya atılmalıdır. Biz, seni seçtik.”

      “Diyelim ki dediğiniz oldu, dileğiniz yerini buldu. Siz, ne kazanacaksınız?”

      “Onu şimdi değil, bütün Türklerin biricik hakanı olduğun gün sor.”

      “O güne erişeceğinize inanıyor musun?”

      “İnanmasam şu kurt inine kapanmazdım, şu kılığa girmezdim, yarı aç, yarı tok yaşamazdım. Alageyik çocuğu değilsem de çok ünlü bir kişinin oğluyum, ben de kılıç kuşanırdım, ata binerdim, uşak kullanırdım.”

      “Peki, Türk birliği için çalıştığına, beni de yükseltmeye savaştığına inanayım. Bütün Türkleri kendimize nasıl uyduracağız? Daha dün üç küçük ulusun önünde bozulduk. Koca koca uluslar, bize boyun mu kırarlar?”

      “Pagadurlar (bahadırın Türkçesi) yenile yenile yenmeyi öğrenirler. Karıncalar bile düşe kalka yol almayı öğreniyorlar. Onun için dünkü bozgundan içlenmeye yer yok. Elverir ki bundan sonra adımını ölçülü atmayı beceresin.”

      Ve birdenbire hatırlamış gibi sordu:

      “Sözü değiştirmek iyi değil amma öğrenmek istiyorum. Ben savuştuktan sonra sen, savaş yerinde ne yaptın?”

      “Ne yapacaktım, ilkin sana adamakıllı atıp tuttum, sonra kılıcı çekip ileri atıldım. Delikanlı Cebe ile Söbütay karşıma çıkıp ve beni zorla alıp düşmanlar arasından çıkarmasalardı geberip gidecektim.”

      “Tek başına büyük yiğitlikler gösterdiğini duydum. Nasıl kurtulduğunu ağzından işitmek istiyordum.”

      “İşte onu da işittin. İçine serinlik geldi mi?”

      “Serinlik gelmedi, üşümek geldi!”

      “Neden?”

      “Savaşlarda iyi bir başbuğ olamayacağını anladım da ondan!”

      “Bunu nereden anladın?”

      “İyi bir başbuğ, ordusunu kurtarmaya savaşır. Bunu yapıp yapamayacağını da bir bakışta anlar ve o vakit kendini kurtarmaya çalışır. Sen, erimiş bir ordunun yıkımı sırasında kendini ortaya atıyorsun. Bu, ölüyü diriltmek uğrunda ölüme atılmak demektir.”

      “Fena mı, erlik böyle olmaz mı?”

      “Erlik başka, başbuğluk başka. Sen, çok cesur bir çeri olabilirsin. Fakat şu yaptığın işe bakılırsa çok kötü bir başbuğ olacaksın. Onun için sana öğüt veriyorum: Ordular hazırla, ordular besle ve kullan. Lakin bu orduların savaşa girişinde işi, senden iyi becerenlere bırak. Varsın onlar, senin uğruna didinsinler. Ad, gene senin olacak, değil mi?.. Yeter.”

      “Hem kılıç eri değilim dersin hem savaş işine karışırsın. Bana benden iyi bir başbuğ göster de ağzını öpeyim.”

      “Ulus işi; komşularla yerinde bozuşmak, yerinde anlaşmak işi başka. Bunları sen, hele benimle anlaşırsan, herkesten iyi yaparsın. Çünkü sende başka bir yaratılış var. Bakışın bile adam korkutur. Fakat ordu başbuğluğuna yaramazsın, ordu bozarsın!”

      “Benden üstün bir başbuğ göster diyorum! Sen sözü gene benim üstümde dolaştırıyorsun.”

      “İşte Söbütay, işte Cebe!”

      “Cebe’nin ağzı süt kokuyor, öbürü de aşağı yukarı toy bir yiğit. Bunların iyi başbuğ olacaklarını nereden anladın?”

      “Son savaşta sana uyup da kılıç sallayacaklarına seni terkiye vurup savuşmalarından anladım. Bu, tam başbuğ görüşüdür!.. Sen, onları yanından ayırma. Birini sağ kolun, öbürünü sol kolun say!..”

      “Buna da peki. Şimdi sen, Türk birliğini nasıl kuracağımızı söyle.”

      Ulu Gökçe yerinden kalktı, taş odanın bir köşesinde duran kurt yenikli bir tahta sandığa yanaştı, oradan bir kitap aldı. Bu, Uygurca yazılmış bir tarihti. Gelip Temuçin’in karşısına oturduktan sonra kitabın sahifelerini karıştırdı, uzun ve çok uzun bir hikâyeye girişti. Hararetle, heyecanla, bazen gözü sulanarak, bazen yüzünde alevler dolaşarak anlatıyordu: Türk nedir, nasıl üremiştir, nerelere yayılmıştır, neler yapmıştır, ne ülkeler almıştır, ne saltanatlar devirmiştir?..

      Temuçin, hazla ve coşkun bir sevinçle onu dinliyordu. Şimdiye kadar bu çıplak adamın bu kadar bilgiç olduğunu öğrenmemişti. Onun babası, Minigilik İçige, Moğol diyarının en akıllı adamı idi. Hatta kendine Türk birliği hülyasını aşılayan da o idi. Fakat Ulu Gökçe’yi, bir büyücü olarak tanıyordu ve onun Moğollar, Konkratlar, Konkmarlar üzerindeki nüfuzunu kıskanıyordu. Şimdi bu çıplak adamın çok şeyler bildiğini görerek şaşırıyordu, sözlerinden ise tatlı bir heyecan alıyordu.

      Gökçe’nin belki iki saat süren millî hikâyelerinden sonra Temuçin sordu:

      “Bu ulu Türk’ü, çok engin Türk elini bizim küçücük Moğol ulusu kucaklayabilecek mi?”

      “Moğol, Türk denizinde bir köpüktür, efsunlu bir köpük. O deniz bu köpükle dalgalanacak. Şimdi sen, benimle antlaş.”

      “Ne yapayım?”

      “Benim sözümden dışarı çıkmayacaksın.”

      “Peki!..”

      “At karnına gir desem gireceksin.”

      “Peki!..”

      “Öyle ise ilk iş olarak yarın Naymanların yurduna gideceksin Köşlük Han’ın karısını kaçırıp buraya getireceksin, kendine eş yapacaksın.”

      “Bu, kötü bir iş. Güçlüğü de caba.”

      “Bak, ilk adımda sözüme uymamazlık gösteriyorsun. Bu, seni çıkarmak istediğim tahtı şimdiden tekmelemek demektir.”

      “Sözünü tutmamazlık etmiyorum. Yalnız bu işi hem kötü hem güç buluyorum.”

      “Merkitler senin karını kaçırmadılar mı, sen de Nayman beyinin karısını kaçır ki, ödeşmiş olasınız. Bunu yaparsan Nayman ulusu, Köşlük Han’dan iğrenir, sana imrenir. Bunun sonu da o büyük ulusun Moğol bayrağı altına girmesi olur.”

      Temuçin, derin derin düşündü. Merkitler elinde kalan güzel Börta’nın öcünü almak için onların müttefiki olan Naymanlar beyine, aynı cinsten bir yara açmayı pek haklı buldu ve müspet cevap verdi:

      “Peki. Post elden çıksa da bu işe girişeceğim.