Necib Âsım Yazıksız

Türk Tarihi


Скачать книгу

gidersen öleceksin. Ötüken toprağında oturup kervanlar, kafileler gönderirsen. Ötüken ormanında kalır isen orada ne zenginlik ve ihtişam ve ne de çeşitli kederler ve elem vardır. Ebedî bir devleti burada muhafaza edeceksin, diyor. O mahsulsüz memleketi bütün kuvvetiyle seviyor ve devletinin ilelebet bekasını arzu ediyor.

      Kuteybe bin Müslim’den rivayeten Cahiz: Bir Türk, bağlı bir deveden ziyade vatanı için inler, diyor. Zira: Deve Basra arkalarından Umman’dan her bir dağı aşarak, her bir ovayı geçerek mekânına gelinceye kadar ancak bir defa yürüdüğü yolları koklamak ve meskenine varıncaya kadar Umman ile Basra arasındaki mesafe ne kadar uzak olsa bile vatan ve yatağı olan yerine kendisine mahsus olan koklama, şiddetle koklama ile tabiattan delil toplar.

      Vatana muhabbet ve onu koruma belirtileri az önce anıldığınca bütün insanlarda mahfuz ise de Türklerde zikrettiğimiz aleniyete dayanarak daha şiddetli olup diğer bir kaza, gecikme ve niyetten evvel onları dönmeye davet eder.

      Türkler öyle bir kavimdir ki: Kuşatılmışlık, uzun müddet yerleşik yaşama ve harekette azlık ile acze duçar olur. Bünyelerinin aslı hareket üzerine kurulmuş olup sükûnet için onlara nasip ve zevk yoktur. Nefsani kuvvetler, bedenî kuvvetlerinden daha iyi olup onlar ateşli, hararetli, meşguliyet, dikkat ve zekâ sahibidirler. Hatıraları çok, hatları seri olmadığından yetinmeyi, acz ve uzun müddet yerleşik olmayı, izansızlığı ve rahatı esirlik bağı gibi görürler. Kavimleri karşı karşıya getirmek, milletinin iyi askeri olduğu hakkındaki şöhretini muhafaza etmek için ölür, öldürür. Kabile hissi bunlarda pek zayıf olduğundan aşiretleri sürekli karılıp karıştığı hâlde millet hâlindeki umumi birliktelikleri, askerî terbiye ve birlikte kazandıkları galibiyetlerin hikâyeleri sayesinde metanet kazanmışlardır. İşte bir sancağın altında toplanma tutkusu Türk ve sonra Moğol namını yüceltmek için çalışmak ve sipahilik buradan gelir. Bir Türk aşireti, bir siyasî organizasyon ve birlikteliği ancak savaş ile temin ederdi. Yağma kazancı veya ödenek olmadığı zaman o birliktelik takım takım dağılır ve yeniden daha kuvvetli birisinin başına toplanır ve savaşın oluşturup dağıttığı bu birlikteliklerin adı bile onlarla birlikte kaybolur giderdi.

      Etnografik bağlantısı olmayıp bir askerî topluluk hâlinde bulunan Hun ve Türk hükûmetleri gibi topluluklar dağılıp parçalanmaya mahkûm olur denemez. Bunların bağları çözülür. Bu Türk kavimleri birer alaydır, büyük milletleri miralaylarının namını taşır. İşte Özbekler, Çağataylar vaktiyle böyle birer alay idi.

      Kültigin yazıtlarında mezar kitabeleri, birer askerî vukuat jurnalidir. Hükümdarlar, harpleri hakkında malumat veren birer kumandandır. Bunlar hizmetlerinin durumunu, katettikleri mertebeleri sayarlar. “Yirmi dört yaşında iken Tarduş kavmi üstüne şad oldum. Amcam kağan ile birlikte ona doğru, Nehr-i Ahzar ve Şantung Ovası’na kadar harp ettik. Geriye Demir Kapı’ya kadar sefer ettik. Gökmen’in öte tarafında Kırgız memleketine kadar sefer ettik. Toplam otuz beş sefer edip yirmi üçünde düşmanla vuruştuk.

      Otuz bir yaşında Çaça senüngke süngüştümiz. Eng ilki Ta-dıkıng Çorıng boz atıg binip tegdi. Ol at anda ölti. İkinçi İşbara Yamtar boz atıg binip tegdi. Ol at anda ölti. Üçünç Yeğen Silig Beging Kidimlig torug at binip tegdi. Ol at anta ölti. Kültigin yazıtlarından aldığımız bu ibarenin manası:

      Otuz bir yaşında iken Çaça generaline karşı savaştık. En evvel Tadıkıng Çorıng ismindeki kır ata binip hücum etti. O at orada öldü. İkinci İşbara Yamtar ismindeki boz ata binip hücum etti. O at orada öldü. Üçüncü Yeğen Silig Bey’in Kidimlig ismindeki doru atına binip hücum etti. O at orada öldü. Savaş meydanında düşen atların isimleri, pehlivanların medhi açısından zikredilir.123

      Yabancılar nezdinde gerçekleştirilen hizmetler de nam ü şan ve fayda sebebi olduğundan unutulmaz: O Çinlilere süvari götürdük… Piyade büsbütün aman diledi… Türklerim, milletim için çok mal kazandım.

      Silahlı kişilerden oluşan böyle bir toplulukta, her şeyden evvel askerî terbiye ile rütbe silsilesi teşkili önemli işlerdendir. Kağan nezdinde en asi ve suçlu olanlar kaçaklar ile üstüne itaatsizlik edenlerdir. Eski Hiung-Nuların kanununda da bunların en fena ve âdeta küfür derecesinde bir cinayet olduğu görülmüş idi. Milâdî yedinci ve sekizinci asır Türkleri, isyana terk nazarıyla bakarlar: Türgişler kağanı bizim Türk milletinden idi, hakkımızda olan cehaleti, hatası sebebiyle telef oldu. Bütün beyleri, buyrukları telef oldular. Etrafında bulunan halk cezasını çektiler (….) Bars Bey vardı. Bu kağanın unvanını vermiş idik. Yedi Kunçaygu adlı milletlerimizi kendisine vermiş idi. Kendisi hatalı bir işe girişti, bu kağan telef oldu, millet hizmetçi ve esir oldu.

      Firar ve isyanın önünü almak lazım olduğu gibi “toprak ve su, yer-su” devletsiz kalmamak için teşkilat ve idareye de bakmak gerektir. Hiung-Nular ve eski Türklerin idare tarzını tarif eden Çin tarihçisinin beyanatına uygun olarak Kültigin abidesinde büyük küçük yirmi sekiz memurun lakabı zikrolunmuştur. Bir kağan, diğerleri gibi yükselişe nail olmuş bir memurdan başka bir şey değildir: Ben yirmi sekiz yaşında kağan hizmetini ifa ettim. Büyük kağanın alt yanında diğer kağanlar ve bunlardan sonra şadlar vardır. Yazıtta yabgu şad, şadpıt beyleri, idikut, tigin, buyruklardan bahsediyor. Şu üç lakap ile lakaplandırılan birtakım hükümdarların isimleri geçecektir. Yazıtta itibar sahiplerine tarihimizde büyük tımar sahiplerine verilen “tarhan” lakabı da zikrolunmuştur. Hükümdarın maiyetine memur olan iki rütbeden, yani tamgacı (nişancı) alameti ile sübaşından (sefer kumandanı) bahsolunuyor.124 Bütün bu unvanlar askerî ve mülkîdir. Hiçbir yerde ruhban memurlardan, mezhep merasimlerinden, hususi sınıflardan bahsolunmuyor. Halk iki sınıftır: Beyler (liyakat ve itibar sahipleri), budunlar (yani avam; şimdiye kadar bu kitapta millet, kavim diye bir topluluğa delalet etmek üzere kullandığımız kelimeler hep budun kelimesinin Arapçadaki karşılıklarıdır. Meşhur Moğol hükümdarı Sultan Babür, Çağatayca yazdığı Bâbürnâme’sindeki hutbelerinde daima bu iki sınıfı birbirinden ayırt ederek: Beyler, yiğitler namussuz yaşamaktan, namuslu ölmek yeğdir. Beyler, yiğitler:

      Her kim dünyaya gelirse yok olacak

      Kalıcı olan Allah olacak…

      Her kim ki hayat meclisine giripdür

      Akıbet ecel peymanesinden içgüsidür

      Ve her kişi kim terik menzilige gelipdür

      Âhir dünya gamhanesinden geçgüsidür

      Yaman ad bile tirilgenden,

      Yahşı ad bile ölgen yahşırak

      Ölümden sonra kalan tek hayır namdır.

      İyilik uğruna ölürsem revadır.

      Tengri Teâla bu nev’saadetni bizge nasib kılıptur ve mundak devletni bizge karib eylepdür. Ölgen şehid, ötkürgen gazi, barça tengrinin kelamı bile ant içmek gerek. Bu fenadin yüz yandırur hayal kılmagay tabdındın canı ayrılmagunça bu muharebe ve mukateledin ayrılmagay 125 diyerek Rana-Sanga’nın iki yüz bin cengâveri üzerine on iki bin kahramanını saldırtmıştır. Bu askerî birlikte rütbe silsilesine riayet varsa da bir zadegân sınıfı yoktur. Kumandan hukuku tahakkuk ettiren bir memur olmaktan ziyade idareyi sağlamak durumunda olduğu gibi, kanunlar da bir ahlak kitabı olmaktan ziyade bir talimname, büyükler de zâdegânlıktan ziyade büyük birer memur idiler. Hatta Hiung-Nuların torunları Çin nüfuzundan başka tesir altında bulundukları zamanda bile Mandarinlik için olan asılsız bağlılıklarını muhafaza suretiyle Çinli olmaya devam etmişlerdir. Milletler arasında kimi zadegân hükûmeti,