Namık Kemal

Cezmi


Скачать книгу

annesinin mezhebini seçmişti. Fakat bu gerçeği Cezmi de bilmiyordu. Konuşmasının Pertev’le ilgili kısmı, onun üzerinde Şirvan elbisesi görmek meselesinden ibaretti. Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi, Cezmi nehre atıldığı zaman herifin kollarıyla başının bir kısmından başka bir yerini görmemiş ve bittabi cinsiyetini, milliyetini fark edememişti.

      Osman Paşa, bu izahat üzerine Pertev’in idamından vazgeçti. Cezmi’nin fedakârlığı paşaların ne derece takdirini çektiyse, bu fedakârlığın sonucu olan başarısı da o derece gıptalarını davet etti. İçlerinden Halep Beylerbeyi Mehmet Paşa, sevap ortağı olma gayretiyle söze başladı:

      “Diğer esirler arasında da Sünni bulunmak ihtimali vardır. Bundan başka, Sünni olmayanların hepsinin isyana katıldıkları da sabit değildir. ‘Affetmek zaferin zekâtı’ olduğuna göre, onlar da af buyrulsa daha münasip olmaz mı?” dedi.

      Osman Paşa da:

      “Allah cezasını versin, Cezmi zaten hem bu işteki tutumu hem de buradaki sözleriyle emrimizin yerine getirilmesini engelledi. Bundan böyle kimse idam edilmesin.” cevabını verdi.

      Böylece, Cezmi’nin başladığı ve Mehmet Paşa’nın da tamamladığı insanca aracılık sayesinde, iki bin kadar zavallı, cellat elinden kurtulmuş oldu.

      Başta Osman Paşa olmak üzere, kahraman askerlerimizin gayretiyle kazanılan Çıldır Savaşı, Gürcistan’ın istilasına başlangıç olduğu gibi, Kınık Savaşı da bütün Şirvan mülkünün Türk topraklarına katılmasını sağlamıştı. Bu başarı üzerine Özdemiroğlu’na vezirlik rütbesi verildi; Şirvan askerî valiliğine ve komutanlığına tayin edildi.

      Ordu komutanı Lala Mustafa Paşa, Erzurum’a döndü. Osman Paşa da yanında kalan on bin kadar askerle, Şirvan kalelerini onarttı; nüfus ve arazi sayımı yaptırdı; o civarların emniyet ve asayişini sağladıktan sonra İran’a geçerek Karadağ ve Mogan taraflarını da itaat altına aldı; Şamahi’yi il merkezi yaparak orada yerleşti.

      Osman Paşa, ordusu ile birlikte Şamahi’ye varınca, komutanlar ve diğer yüksek rütbeli askerler, birer eve misafir edilmişlerdi. Bu arada Pertev de, hayatını kurtaran Cezmi’yi kendi evine misafir etti.

      Pertev, soluk sarı benizli, çini mavisi gözlü, az çiçekbozuğu, burnunun ucu aşağıya, ağzının iki yanı yukarıya meylederek ok ve yay şekli almış, boynunun kısalığı ve kemiklerinin de aşırı kalınlığı, vücudunda tenasüpten eser bırakmamış, gayet çirkin bir şeydi. Fakat babası Mirza Ömer, ela gözlü, al yanaklı, kır sakallı, vücudu düzgün, kalbinin saflığı yüzüne vurmuş gibi nur yüzlü, mübarek bir ihtiyardı. Kız kardeşi Ayşe ise Tanrı’nın tezgâhında sanki güzellik örneği olarak yapılmış, tahrirli mavi gözlü, üzerine yaldız serpilmiş gibi parlak, sarı saçlı, sarılığıyla beraber gayet gür kaşlı, ağzı burnu ufacık, vücudunun her tarafı birbirine gayet iyi yakışmış, melek gibi bir kızdı. Fakat daha on iki yaşında ve zayıf yapılı olduğundan, güzelliği bir bakışta göze çarpacak kadar gelişmemişti.

      Mirza Ömer, fakir bir adam olduğu için, yemeği karısı pişirir, evin diğer işlerini de oğlu ile kızı görürlerdi. Bu suretle kız her akşam Cezmi’nin yanında bulunur, Cezmi ise gayet neşeli ve şakacı bir insan olduğundan, çocukla pek çok şakalar yapardı. Ayşe’nin zekâsı da, güzelliği kadar parlak olduğu için, Cezmi’nin şakalarına masumca, fakat zekice karşılıklarda bulunarak evin neşesini arttırırdı. Beş on gün içinde Cezmi ile Ayşe sıkı fıkı ahbap olmuşlardı.

      Cezmi, Mirza Ömer için Tanrı’nın özel bir ihsanıydı. Pertev’in hayatını kurtardıktan başka, Osman Paşa’ya olan yakınlığı dolayısıyla, gelebilecek fenalıklardan koruyor ve misafir olarak bulunduğu bu evde, zenginliğinin kuvvetiyle, bayağı ev sahipliği yapıyordu.

      Pertev de, kendisi için hayatını iki defa tehlikeye atmış, onu cellat elinden kurtarmış, sonra da pek çok ihsanlarda bulunmuş olan Cezmi’ye karşı taparcasına saygı gösteriyordu.

      Cezmi ise ev halkı içinde en fazla Ayşe’ye iltifat ediyordu. Bu hâl, Mirza Ömer’in gözünde, Cezmi’nin Pertev’i kurtarmasından daha büyük bir nimet hükmündeydi. Çünkü, karakterlerindeki aykırılık dolayısıyla ihtiyar, Pertev’den pek hoşlanmaz, fakat Ayşe’yi çıldırasıya severdi.

      Mirza Ömer, Cezmi’nin çocuğa teveccüh ve yakınlık gösterdiğini gördükçe, sevinçten deli oluyordu. Ayşe, o yaşa gelinceye kadar Kur’an-ı Kerim ve din dersleri okumuş, istidadı sayesinde, gördüğü her yazıyı sökmeye başlamıştı. Cezmi’nin ara sıra komutanlık dairesine gidip gelmekten başka bir işi olmadığı için, bu çocuğun öğrenimini ilerletme işini eğlence kabilinden üzerine almıştı. İhtiyar İranlı, bunları gördükçe sevincinden bayılma derecesine gelir ve ara sıra onların sohbetlerine katılır:

      “İnşallah büyüsün de size vereyim.” gibi şakacıklar da karıştırırdı.

      16

      Osman Paşa, böylece Şamahi’ye yerleşmiş, oralarını Türk bayrağı altında tutmaya kesin olarak azmetmişti. Hatta Sokullu’nun, o zamanlar Bahr-i Şirvan denilen, Hazar Denizi’yle Karadeniz’i bir kanalla birleştirme fikrine paralel olarak, Hazar Denizi’nde bir donanma tedarikine bile girişmişti.

      Fakat Özdemiroğlu’nun bu azim ve teşebbüsü ile, oraların eski hâkimi olan Eriş Han Şirvan’dan umudunu kesmedi.

      Tebriz Hâkimi Emir Han ve Gence Hâkimi İmam Kuli Han’la da birleşerek ve başına yirmi beş binden fazla asker toplayarak, Türk ordusu Erzurum’a döndükten sonra, Eriş Nehri’nden beri tarafa tecavüze başladı.

      Emir Han ile İmam Kuli, önce on beş bin kişilik bir tümenle Eriş Kalesi üzerine düştüler. Kale Komutanı Beylerbeyi Kaytaş Paşa, yanında bulunan bin kadar askerle, kendilerinin on beş misli, bu İran tümenine karşı durmaktan çekinmedi. O da, Derviş Paşa kadar fedakâr ve hamiyetli bir askerdi. Fakat binicilikte Derviş Paşa derecesinde mahir olmadıktan başka, askerleri de, ocaklara yeni girmiş acemi erattı. Bu savaşta İranlılar, paşayı ve askerlerinin çoğunu şehit ettiler. Kalenin de bazı taraflarını yağmaladıktan sonra yine Eriş Han kuvvetlerine katıldılar.

      Yirmi beş bin kişilik bu İran ordusu, 986 (1570) ramazanının dokuzuncu günü Şamahi’ye gelerek Osman Paşa’ya meydan okumaya başladı.

      Paşanın yanındaki kuvvet, topu topu on bin kişiydi. Fakat bu tümen, Türk askerlerinin en tecrübeli, en seçkin kahramanlarından mürekkepti. Gerek nefislerine itimatları, gerekse komutanlarına emniyetleri son derece yüksekti. Bundan dolayı, paşa, düşmanla meydan savaşına girmekten çekinmedi.

      O gün ve ertesi gün sabahtan akşama kadar savaş devam etti. Akşam olunca, davul çalınarak ateş kesiliyor, iki tarafın askeri birbirinden ayrılıyor, ertesi sabah yine bütün şiddetiyle başlıyordu.

      Daha önceki gibi bu savaş da biteviye sürüp gidiyordu. Yalnız bu defa hücum İranlılarda, savunma Türklerdeydi. Osman Paşa yine her zamanki gibi, tabiyedeki53 ustalığı ile düşman çoğunluğunu etkisiz bırakıyor; askerlerimiz de gösterdikleri kahramanca gayretlerle şan üstüne şan kazanıyorlardı.

      Cezmi ise, bugünkü generallerin emir subaylığı gibi, öteye beriye habercilik hizmetinde bulunuyor; komutanlık emirlerini daha aşağı rütbedeki ilgili subaylara ulaştırıyor ve gerektikçe toplayabildiği ufak tefek müfrezelerle düşman alaylarına duman attırıyordu.

      Ramazanın 11’inci ve savaşın 3’üncü günü İranlılar “ya ölüm, ya zafer” azmiyle hücumlarını o kadar sıklaştırdılar ve şiddetlendirdiler ki, askerlerimizi birkaç yerde mevzilerinden söküp atmaya muvaffak oldular.