Namık Kemal

Cezmi


Скачать книгу

imdatlarına gelen Osman Paşa, Behram Paşa ve Ahmet Paşa tümenlerinin toplamından yine de yüzde yetmiş fazlaydı. Türklerin ellerindeki ateşli silahlar işlemez hâle gelince, İranlılar çoğunluklarına güvendiler; ordumuzla göğüs göğüse gelmekten çekinmediler.

      Osman Paşa, Derviş Paşa’ya benzemezdi. Derviş Paşa, insan kıyafetinde bir aslansa, Osman Paşa da aslan saldırışında bir insan olduktan başka, askerlik ve savaş bilgileri bakımından zamanındaki komutanların hepsinden üstündü, iş kılıca dayandığı sırada dahi, elindeki kuvvetleri büyük bir ustalıkla kullanarak düşmanın çoğunluğunu hükümsüz bıraktı.

      Öğleyin başlayıp güneş batıncaya kadar süren savaşta, Osman Paşa sanki bir yıldırım kesilmişti. Bizim için nerede bir tehlike belirse, hemen Hızır gibi oraya yetişiyor ve yalnız tehlikeyi önlemekle kalmıyor, orada galebe de sağlıyordu.

      Derviş Paşa, öyle kendinden daha kıdemli, kendinden daha muktedir bir komutanın savaş alanına gelmesi üzerine, komutayı Özdemiroğlu’na bırakmış, yarasını tedavi ettirmek için bir çadıra çekilmişti. Bununla beraber, savaşın o faslında da düşmanın hücumlarına şiddetle karşı koyan ve düşman dayatmasına karşı en şiddetli hücumları yapan askerlerimiz, yine Derviş Paşa tümeninden sağ kalanlardı; onların en seçkini, en önde gideni yine Cezmi’ydi.

      İki taraf askerlerinin birbirine iyice karıştığı, savaşın en çok kızıştığı sırada Cezmi, sol bacağından bir kargı yarası almış, fakat onun da acısına alışmış olduğundan, savaşı artık hiç mühimsememeye başlamıştı. Hele Derviş Paşa’yı o müthiş tehlikeden kurtarmaya muvaffak olduktan sonra, dövüşmeyi âdeta cirit oynamaktan daha kolay görecek kadar nefsine ve talihine güveni artmıştı.

      Derviş Paşa çadıra çekilince, Cezmi de hemen, cesaretinin ganimeti olan şahbeğendiyi, atı vurulmuş bir çadır uşağına emanet ederek kendi küheylanına atladı, meydana atıldı ve savaşa katıldı. Gösterdiği bahadırlık ve ustalığa yalnız bizimkileri değil, karşı tarafın kahraman-sever kişilerini bile hayran bıraktı. Elindeki hamiyet kılıcı, buluttaki yıldırımlar gibi, düşman topluluklarının her birine çarptıkça şimşekler çaktırıyordu.

      Sırası düştükçe at, silah kullanmakta öyle harikalar gösterdi ki, Osman Paşa gibi vazifesinden başka hiçbir şeyi gözü görmeyen, olanca dikkatiyle savaşı idare etmekte olan ciddi bir askeri bile, vakit vakit âdeta tertibatını unutturacak kadar hayranlıkla kendisini seyretmek zorunda bıraktı.

      Güneş artık batmak üzereydi. İki tarafın askerleri son bir defa daha birbirine karıştı. Türklerin renk renk bayrakları, İran topluluklarından meydana gelen karaltılar içinde yer yer birçok eleğimsağma peyda etmiş gibi garip şekiller gösteriyordu.

      İranlılar; hava iyice kararıncaya kadar bulundukları yerlerde ister istemez dayanmak zorunda kaldılar; nihayet karanlıktan faydalanarak tabana kuvvet kaçtılar. Savaş alanında beş bin kadar ölü ve yaralı ile bir o kadar da esir bıraktılar.39 Çadırlarını, silahlarını, katırlarını ve diğer savaş araçlarını galiplere terk ederek becerebildikleri kadar uzaklara kaçtılar. Ordularının kılıçtan arta kalmış perişan birliklerini bütün bütün dağılmaktan ancak bu suretle kurtarabildiler.

      Osman Paşa, savaş alanından dönünce ilk işi Derviş Paşa’nın hatırını sormaya koşmak oldu. İki komutan, savaşa dair konuşmaya başladılar. Derviş Paşa, söz arasında bir münasebet düşürerek, Cezmi’nin kahramanlığını ve kendisini o müthiş tehlikeden nasıl kurtardığını anlatarak, bu gencin mükâfatlandırılmasını rica etti. Osman Paşa, bu sözlere karşı:

      “Ben de bugün kula atlı bir sipahi gördüm, paşalarımızdan ziyade işe yaradı. İnşallah ikisini birden mükâfatlandırırız!” deyince, Derviş Paşa, ordu içinde kula atlı bir adam olarak kendisini kurtaranın da yine aynı sipahi olduğunu söyledi. İnsan kıymetini çok iyi bilen Özdemiroğlu:

      “Öyleyse bu çocuk iki kat mükâfata layıktır.” diyerek Derviş Paşa’nın adamlarına Cezmi’yi hemen buldurarak kendi yanına göndermelerini sıkı sıkıya tembihledi ve çadırına döndü.

      Cezmi’yi bulup komutanın yanına götürdüler. Koskoca Paşa, hemen yerinden kalktı ve öyle tek atlı bir sipahiyi:

      “Gel oğlum!” hitabıyla kucaklayarak alnından öptü; taltiflere gark etti; başına kendi eliyle iki çelenk taktı,40 arkasına güzel bir hilat41 giydirdi; ayrıca beş yüz altın ile yine altın saplı bir kılıç ve zümrütlü bir hançer ihsan etti.

      Paşa, bunlarla da yetinmeyerek, başka bir isteği olup olmadığını sorunca Cezmi:

      “Paşamızın nusretinden,42 devletimizin devamından başka hiçbir ricam yoktur. Hem olsa bile söylemeye utanırım. Bendeniz İstanbul’dan bir kansız kılıç, bir soğuk tüfekle gelmiş, tek atlı bir sipahiyim. Savaşa yalnız bir kere girdim. Derviş Paşa’ya at yetiştirmek gibi ufacık bir hizmetle bu kadar ihsanlarınıza mazhar oldum ki, gerçekte bunların en küçüğüne bile layık değildim.” cevabını verdi.

      Gerçekten de, Cezmi’nin yukarıda etraflıca belirttiğimiz ahlak ve emellerine göre, gözünde para, kılıç, hançer, hilat vs. gibi şeylerin o kadar önemi yoktu. Fakat kazandığı çelenkler, gölgesi kimin başına konarsa bir devlet tacına erişmekle meşhur olan devlet kuşu sahiden mevcut olsa da onun kanadından yapılmış olsaydı, ancak bu kadar sevinebilirdi.

      Mamafih mükâfat bunlarla da kalmadı. Derviş Paşa ki, kahramanlığı kadar cömertliğiyle de dillere destandı; Cezmi’ye yarı mevcudunu vererek bol bol ihsanlarına gark etti. O zamanın iyi bir geleneğine uyarak öteki paşalar da birbirleriyle yarışırcasına, Cezmi’yi bol bol mükâfatlandırdılar; öyle ki, Cezmi, iki gün içinde orta hâllilikten zenginliğe yükseliverdi.

      Bütün bunlardan başka, Osman Paşa, Cezmi’nin hâllerinden ve konuşmasından onun kültürlü bir genç olduğunu sezerek, kendisini sipahilikten müteferrikalığa43 nakletmiş; öyle hem kalemi hem kılıcı ile hizmete muktedir, her türlü eğitime ve ilerlemeye istidatlı bu eşi bulunmaz genci tamamen kendi yanına almıştı.

      Cezmi de, Osman Paşa’nın maiyetinde feyz ve şöhret imkânlarını çok daha elverişli gördüğü için, bir yandan çok seviniyor, fakat bir yandan da kendi karakterine çok yakın bulduğu Derviş Paşa’dan ayrılacağına son derece üzülüyordu.

      14

      Yukarıda bahsettiğimiz askerî başarı, Gürcistan’da birçok reisin hükûmete itaati ve Ahıska’dan44 Tebriz’e45 kadar hemen bütün kalelerin zaptı veya kendiliklerinden teslimiyle sonuçlanmış, itaat altına alınmak sırası şimdi Şirvan’a46 gelmişti.

      Ordu komutanı o niyetle orduyu harekete getirerek “Kınık” nehrine yakın münasip bir yerde açık ordugâha geçti.

      Öte taraftan ise, Tokmak Han’ın tavsiyesi üzerine, Şah Muhammed Hüdâbende, Tebriz Hâkimi Emir Han’ı sınır boyundaki kuvvetlerinin umumuna komutan tayin etmiş, o da, maiyetine verilen Mogan47 Hâkimi Murad Han ve Nahcivan48 Hâkimi Şeref Han gibi yedi sekiz kişiyi de yanına alarak, Tokmak Han’la birleşmişti. Bu suretle sayıları yirmi bin kişiye yükselen İranlılar, “Kınık” nehrine dökülen çaylardan birini, “Koyungeçiti”