Namık Kemal

Cezmi


Скачать книгу

burada başlayan bazı Gürcü isyanlarının bastırılacağı söylentisi ortaya atılarak, ordu Üsküdar’a geçirildi.

      Yeniçerilerin türlü türlü kıyafetleri, sipahilerin kırmızı, sarı renklerle süslü bayrakları, bilhassa ordu komutanlığı karargâhına mensup olanların altın gümüş kakmalı silahları, at takımları ve telli, sırmalı cüppe ve kaftanları, Üsküdar sahrasını, bütün çiçekleri birden aşılmış bir tabiat bahçesine benzetmişti.

      Cezmi ise bu gürültülü gösterişler arasında, yüzünde zekâ ışıkları parıldayan mert tavırları ve göz alıcı gençliğiyle koca bir ordunun içinde en seçkin yaratık sayılacak kadar herkesin takdir ve iltifat dolu bakışlarını üzerine çekip duruyordu.

      O zamanlar şimdiki gibi hızlı giden taşıma araçları bulunmadığından, Erzurum’a ancak birkaç ayda varılabilirdi. Her şeyden önce beş altı yüz kadar düşman kellesi ordu komutanının ayakları ucuna yuvarlandı. Bu kelleler, Van Valisi Hüsrev Paşa’nın hediyesiydi ve Kürt reislerinden Mahmudî Hasan Bey’in himmetiyle elde edilmişti.

      İran hükûmeti, Türk ordusunun İstanbul’dan hareketini haber alır almaz, evvelce elçilikle İstanbul’a gelmiş olan ve gerek cesareti, gerek siyasetiyle İran’da olağanüstü bir ün kazanan Tokmak Han’ı Gürcistan muhafızlığına tayin eylediği gibi, Tebriz’deki askerine de, Allah Kuli Han komutasında, Van üzerinden Anadolu’ya hücum emrini vermişti.

      Van Valisi Hüsrev Paşa, İranlıların tecavüzünü ve komutanlarımızdan iki zatın bir kalede muhasarada kaldığını haber aldı ise de, buna karşılık olmak üzere girişilecek hareketi gereğine göre tertiplemek için Mahmudî Hasan Bey’i altı yüz atlı ile düşmanın kuvvet miktarını kesif için gönderdi. Bu müfreze düşman ordusuna yaklaşınca, İran kuvvetlerinin tahminen yirmi bin kişi kadar olduğunu gördü.3636 Yanındaki diğer komutanlar, durumu Hüsrev Paşa’ya bildirmek için geri dönmek teklifinde bulundularsa da Hasan Bey başını açarak:

      “Ben seksen yaşına geldim; bir kere düşmandan yüz çevirmedim; arkamı düşman göreceğine kara toprak görsün!” diyerek kılıcını çekti ve İran alaylarına doğru atını sürdü. Komutası altında bulunan askerlerin hepsi kendi aşiretinden, kendi yakınından oldukları için arkasından ayrılmadılar. Dörtnala İran karakoluna çattılar.

      O sırada Tebriz hanı da tesadüfen o karakolda bulunuyormuş. Bir avuç askerin koca bir ordu üzerine böyle doludizgin hücumu akıl kabul edecek şeylerden olmadığından, Mahmudilerin saldırışını, İranlıları Türk ordusunun kurduğu pusuya düşürmek için bir savaş hilesi sanır; büyük bir telaş ile geri çekilme emri verir. Askerin düzensizliği ve Türk süvarisinin arka arkaya hücumları, bu geri çekilişi kısa zamanda müthiş bir bozguna çevirir.

      İran kuvvetlerinin başında bulunan Allah Kuli Han, biraz kendisini toparlayıp da Türk askerinin ardının gelmediğini görünce, hiddet ve pişmanlığından tepeden tırnağa ateş kesilir; bozulan kuvvetlerini tekrar toplar; intikamını mükemmel bir şekilde almak için Van’ı kuşatmaya koşar.

      Mahmut Bey ise, düşmanın bu hareketini haber alır almaz, münasip bir yerde pusu kurar ve büyük bir ustalıkla İran ordusuna gece baskını yaparak birçok düşman askerini yine bir çırpıda tepeler. İki gün önce kazandığı güneş gibi parıltılı zafere bu gece de mehtap kadar parlak bir zafer ilave eder.

      12

      Cezmi, gerek yaradılışı ve gerek terbiyesi bakımından tam bir asker olduğu gibi, nefsine güveni de fazlaydı. Yararlığı sayesinde, arzuladığı terakkinin gerçekleşeceğine kuvvetle inanır ve hele genç olduğu için, terakkiden ziyade ün kazanmak sevdaları güderdi. Gerçi devletinin yolunda gerekirse canını bile feda etmeyi başlıca vazifelerinden biri ve belki birincisi bilirdi; fakat fedakârlığının da takdir edilmesini kendince vazifeye karşılık bir hak sayardı. Onun nazarında ikbalin en ziyade arzuya değer tarafı şöhretti.

      Heyhat! O yaşta, o meziyette bir genç, bir zaman gelip de şöhreti ölümden daha fena göreceğini ve savaşa sadece ölmek arzusu ile giderek susadığı eceline bile kavuşmaktan mahrum kalacağını nereden keşfedebilirdi?

      İşte Cezmi, o samimi duygularının etkisi altında, bin türlü zafer hayali içinde ve yükseleceğine yüzde yüz inanarak mücessem bir ümit kesilmiş olduğu hâlde, İstanbul’dan çıkmıştı. Rüyalarında en büyük galibiyetlere hep kendisinin sebep olduğunu söylüyor, hülyalarında savaş alanına ilk önce at sürmek şerefini hep kendine yaraşır buluyordu.

      Erzurum’a varıp da, doğrudan doğruya devletin muntazam askeri olmayan bir aşiret müfrezesinin hem savaşı açmak hem de birbiri ardınca iki büyük zafer kazanmak şerefine kavuştuklarını işitince, kendi durumunu düşünerek çok üzüldü. O zamana kadar ordu komutanına bir nevi emir subaylığı yapmaktan başka bir hizmette bulunmamıştı. İlk çıkacak fırsatta, her ne şekilde olursa olsun, meydana atılmayı zihninde iyice kararlaştırdı. Şiddetli bir bekleyiş içinde hayli üzüntülü günler geçirdi.

      Birkaç gün sonra, keşif müfrezelerimizden elli altmış kişilik bir grup etrafı dolaşırken, Çıldır sahrasında Tokmak Han kuvvetlerine rastladılar; kendi sayılarının azlığına bakmaksızın uygun bir yer tutarak savaşa giriştiler. Bunu haber alan ordu komutanı, hem bu müfrezeyi kurtarmak hem de düşmanın durumunu etraflıca tetkik etmek için, o sıralarda Talia’da bulunan Diyarbakır Beylerbeyi Derviş Paşa’yı ileri harekete memur etti. Bu haberi arkadaşları Cezmi’ye ulaştırdılar.

      Haber Cezmi için en büyük müjde yerine geçti. Sabırsızlıkla beklediği gün gelmişti. Çünkü Derviş Paşa’nın maiyetinde bulunmak hemen savaşa girmek demekti.

      Derviş Paşa, Sokullu soyundandı; saldırdığı zaman şiddetle saldıran, temiz yürekli, genç bir kahraman olduğu gibi, binicilikte de diğer komutanlardan ve belki Türk sipahisinin hepsinden daha üstün sayılırdı. Dünyanın en iyi binicisi olan Arap atlıları bile, Derviş Paşa’nın ancak öğrencisi olabilir ve bununla övünebilirlerdi.

      Cezmi, aldığı müjdeli haberin heyecanı içinde hemen yerinden fırlayarak ordu karargâhına koştu. Ferhat Ağa ile şair Nev’î’nin tavsiye mektupları ve bunlara ilaveten kendisinin de sevimliliği ve zarafeti sayesinde karargâhın ileri gelen kişilerine kendini sevdirmişti. Derviş Paşa’nın maiyetine girmek ve onunla birlikte savaşa gitmek istediğini söyleyince, ağalar, ordu komutanından yalnız izin değil, Derviş Paşa’ya hitaben bir de kuvvetli tavsiye aldılar.

      13

      Her ne meslekte olursa olsun, birinci teşebbüs, birinci hareket vicdanda ne türlü teessürler, fikirde ne yolda tasavvurlar hasıl eylediği herkesin kendi nefsinde tecrübe ile bildiği hâllerdendir.

      Cezmi’nin mesleği olan askerlikte ilk teşebbüsün doğuracağı teessürlerin ve tasavvurların şiddeti ise hiçbir hâl ile kıyaslanamaz. İnsan ne kadar kayıtsız, ne kadar fedakâr ve kahraman olursa olsun, nefsini tehlikelerden korumak endişesini ortadan kaldırmak mümkün değildir. Buna acemilik ve tecrübesizlik de eklendi mi, dünyanın en zeki, en cesur insanları bile zihinlerinde bir duraklama, kalplerinde bir heyecan duymaktan kendilerini alamazlar.

      Gidilecek savaş alanı ise öyle bir sınav yeridir ki, ahirete en uzak mesafesi bir mermi menzilinden ibarettir.

      Uyuşmayanlar için insanı yok eden ölüm, düşmanın erlerinde değil, o erlerin gölgelerinde bile kendini gösterir; insan, bastığı toprakların her tarafını kendisi için hazırlanmış bir mezar sanır. Dünyanın ne kadar güzellikleri, hayatın ne kadar lezzetleri, kalbin ne kadar emelleri varsa, hepsi bir yere toplanır ve bir sinema şeridi gibi gözünün önünden geçer.

      İşte Cezmi, savaşa