Зия Гёкальп

Çınaraltı Konuşmaları


Скачать книгу

çalışkanlığı ise her yerden ziyadedir ve o hâlde niçin askerî ve siyasi hayatta olduğu gibi iktisadi hayatta da büyük bir muvaffakiyet gösteremiyoruz?”

      Şu cevabı aldım:

      “İktisadi muvaffakiyetlerin sırrı bu saydığınız şeyler değildir.

      Vakıa klasik iktisat kitapları, istihsal için yalnız üç amil gösterir: Tabiat, say, sermaye. Fakat bence, istihsal için bu üç amil kâfi değildir.

      Filhakika, bizde tabiat çok zengin. Sermayeyi ve mütehassıslarla ameleleri de gerek hariçten ve gerekse dahilden tedarik edebiliriz. İstihsal sahasında amil mevcut olduğu hâlde niçin hiçbir iş yapamıyoruz? Demek ki bunlardan başka, mühim bir amil vardır ki henüz eksiktir. Amillerin en ehemmiyetlisi olan bu dördüncü unsur ‘teşkilatçılar’dır. İktisat sahasında bunlara ‘müteşebbisler’ adı verilir.

      Filhakika, bizim memleketimizde tabiat zengin olmakla beraber, sermaye ve say da yok değildir. Fakat müteşebbislerimiz azdır. Ve onlar da küçük çaptadırlar. Biz ekseriya, memleketimizde sermaye yok, mütehassıs yok diye şikâyet ederiz. Hâlbuki her şeyden evvel bizi iktisatta geri bırakan büyük müteşebbislerimizin yok olmasıdır. Müteşebbis, alelade çalışkan bir adam değil, herhangi bir sermaye sahibi de değil, yaratıcı bir adamdır. Bu yaratıcı adamın yalnız bir kuvveti vardır: O da teşebbüsünde muvaffak olacağına payansız bir iman ve ümide malik olmasıdır. İman ve ümit. Bu ruhi kuvvetler, yalnız iktisat sahasında değil, başka sahalarda da büyük teşkilatçılar vücuda getirmiştir.

      Mesela, başımızda Gazi Paşa gibi İsmet Paşa gibi büyük teşkilatçılarımız olmasaydı gösterdiğimiz askerî ve siyasi mucizeler husule gelebilecek miydi? Hiç de zannetmem. Millî Müzemizi kendi başına yalnız bir teşkilatçı sanatkârımız vücuda getirmedi mi? Hilali Ahmer Cemiyeti’nin bu kadar faydalı işler görebilmesi, başındaki teşkilatçılar sayesinde değil midir? Bu teşkilatçıların hepsinin yaratıcı olması, iman ve ümitlerinin payansız ve layemut olmasının neticeleri değil midir? Şüphesiz, Avrupa’da ve Amerika’da böyle teşkilatçı ruhlar azdır. Mesela bir Mussolini’nin zuhuru İtalya’yı keşmekeşten kurtardı. Bir Lenin’in teşkilatçılığı Rusya’daki bir devletin esaslarını kurdu. İmansız ve ümitsiz bir Wilson ise cihan sahnesine çıkardığı prensiplere hayat veremedi. Çünkü evvelkilerde iman ve ümit olduğu hâlde, bu hasta ruhta bu kuvvetlerin ikisi de mevcut değildi.

      Hakiki imanla gerçekli ümidin yaratıcı olması, bu iki kuvvetin istilakâr bir hassaya malik bulunması sayesindedir. Bu kuvvetler, iptida, bir ferdin ruhunda doğar. Fakat bir kere doğdular mı artık hiçbir kuvvet onları durduramaz, bir an içinde birçok ruha sirayet ederler ve çok geçmeden bütün bir heyeti, bütün bir milleti, bütün bir ümmeti, hatta bütün bir medeniyet dairesini istilaları altına alırlar. Peygamberler, buna en nezih misaller değil midir? Onlardaki iman ve ümit kuvvetleri değil midir ki bugün hâlâ yüzlerce milyon insanı arkalarında koşturuyor.

      Türkler pek yakında, bu ruhi kuvvetlerin askerî ve siyasi feyizlerini gördüklerinden, bunların mucizevi tesirlerini kabul için tarihî ve içtimai delillere muhtaç değildirler.

      Fakat bugün Türkleri şaşırtan, dünkü askerî ve siyasi mucizelerden sonra iktisat sahasında değil, mucize ve harikalar, hatta en yabancı muvaffakiyetlere bile nail olamamalarının sebebini bir türlü anlayamamalarıdır. Evet, o sahalardaki o büyük kudretin yanında, bu sahadaki iktidarsızlık nereden geliyor? Şüphesiz, öteki sahalarda teşkilatçılarımız mevcut olduğu hâlde, bu son sahada henüz bir teşkilatçımızın yetişmemesinden!”

      “Acaba iktisadi teşkilatçılarımız zuhur ederlerse, sermayemizin ve tekniklerin bu fıkdanı devrinde ne iş yapabilirler?”

      “Bunlar evvela, anonim şirketler yahut kooperatifler tesis ederler. Mademki bunların iktisadi iman ve ümitleri istilai bir feyze maliktir; bu tesisler üzerinde, umum halkın –vaktiyle, millî tehlike zamanında Gazi Paşa’nın arkasından gittikleri gibi büyük bir coşkunlukla– bu iktisat gazilerinin de arkalarından koşacaklarına hiç şüphe yoktur. Ondan sonra, sermaye ile teknisyenleri gerek hariçte, gerek dahilde kolayca bekleyebilirler.”

      “Fakat neden memleketimizde bu iktisat gazileri henüz yetişmiyor?”

      “Çünkü memleketimizde ‘askerî iman’ ve ‘siyasi iman’ eskiden beri tenmiye edildiği hâlde, ‘iktisadi iman’ henüz yeni başlamaktadır. Bizde yalnız ferdî menfaat duygularının iktisadi bir intibahı doğurabileceğini zannedenler hata ediyorlar. Dinî, ahlaki, hukuki, siyasi, bedii, lisani, felsefi intibahlar gibi, iktisadi intibah da yeni bir iman hamlesinin, yeni bir ümit hamlesinin feveranına muhtaçtır.”

      İnsanların bazen şu gayelere, bazen de başka hedeflere kıymet vermeleri, maşerî iman ve ümitlerindeki değişmelere tabidir. Türk milletinin şimdiye kadar iktisadi bir mefkûresi yoktu. Bu asırda, bir milletin hürriyet ve istiklalini temin eden, refah ve saadetini hazırlayan, şeref ve namusunu kurtaran amilin, başlıca iktisadi muvaffakiyetler olduğunu bilmiyordu. Bugün Türk milletinin ruhunda iki kuvvetli imanın tenebbüt etmeye başladığını görmekte müftehiriz: Bu iki iman, terbiyevi imanla iktisadi imandır. Fakat bunlar henüz yeni feyizlenmeye başladılar. Bu yeşil filizlerin, çok geçmeden şu kocaman çınar gibi Türk milletini, refahlı gölgeleri altına alacağını göreceğiz.

      Türk milletinin ruhu, öyle yerinde sayan milletlerin ruhu gibi kısır değildir. Türk milletinin ruhu manevi bir kimyahaneye benzer. Hangi his oraya girerse ümide, hangi fikir oraya dahil olursa imana munkalip olur. Hatta diyebilirim ki eğer, ahir zaman dini İslamiyet olmasaydı, yeni bir dinin meşimesi ancak Türk ruhu olabilirdi. Çünkü Türk milletinin ruhunda o derece coşkunluk ve taşkınlık vardır. Nasıl ki yeni bir ahlakın, yeni bir hukukun, yeni bir sanatın beşikleri de ancak Türk milletinin ruhu olabilir. Çünkü Türk’ün maşerî ruhu o derece feyizlidir.

      Ben ümit ediyorum ki yakında bizde de iktisadın gazileri o büyük teşkilatçılar, yani iktisadi müteşebbisler yetişecektir. Gençlerimiz bir kere bunu kendilerine en büyük gaye ittihaz etsinler, az zamanda muvaffak olacaklarına eminim. Hiç şüphem yoktur ki bugünkü Türk gençliği, hangi gayeleri istihdaf etse az zamanda, hedefe vasıl olur. Yalnız, Türk gençlerine, milletimizin hürriyet ve istiklalini tamamlamak için terbiyevi ve iktisadi mücahitler namıyla, daha iki büyük mücahit sınıfına muhtaç olduğumuzu ve bunları yetiştirmek için de kalplerimizi terbiyevi imanla iktisadi imana mukaddes bir mabet yapma iktiza ettiğini bildirmemiz kâfidir. Türk genci gayelerini bildikten sonra onlara ulaşmakta gecikmez.”

(Cumhuriyet, 15 Mayıs 1924)

      Aile Adları

      Dün meçhul filozofa, “Ailenin kuvvetlendirilmesi için ne yapmalı?” diye sordum. Şöyle cevap verdi:

      “Bence evvela aile adlarından başlamalıdır. Bütün medeni milletlerde her aileye mahsus bir unvan var ki ekseriya şahsi addan sonra gelir. Friedrich List, Victor Hugo gibi. Bu mürekkep isimlerdeki birinci kelime şahsi adı, ikincisi aile adıdır. Milletimizde ise bugün muntazam bir aile adı yoktur. Değil iki amcazadenin, hatta iki kardeşin bile aynı aileden oldukları isimlerinden anlaşılamaz. Sair milletlerde ise aile adı muntazam olduğundan, kim kimin akrabası olduğu kolayca anlaşılır. Bu isim iştiraki, akrabalar arasındaki tesanüt ve samimiliği de kuvvetlendirir.”

      “Bizde aile isimleri yok gibidir diyorsunuz. O hâlde bunları hangi kuvvet vücuda getirebilir?”

      “Nüfus kanunu bu işi yapabilir. Yeni nüfus kanunumuza şöyle bir ibare ilave edilebilir: Nüfusa tescil edilirken, her aileden bir aile adı kabul etmesi istenilir. Bir aile ismi gösteremeyenlere Kommon meclisince münasip bir aile ismi verilir. Bundan sonradır ki nüfus defterine her fert aile ismi ile beraber ailesinin sayfasına kaydolunur. Ondan sonra, resmî muamelelerde hep şahsi ismi ile beraber aile isminin beraber zikredilmesi ve yazılması şart kılınır. Bu suretle aile isimleri