Mikâil Bayram

Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim


Скачать книгу

Teymiyye’dir. Sufî çevrelere karşı muhalefetiyle bilinen İbn Teymiyye, dine hizmet ettiğini düşündüğü Şeyh Adî’ye karşı değerlendirmelerinde daha yumuşak davranır.

      Şeyh Adî’nin vefatından sonra bu irşad ve tebliğ görevini yeğeni Mübarek devraldı ve Kürtlerin Müslümanlaştırılması sürecine öncülük etti. Mübarek, aynı zamanda ilk Kürtçe eser veren şahsiyet olarak da bilinmektedir; yaradılışla ilgili kaleme aldığı kaside tarzında bir eser günümüze kadar gelmiştir.

      16.

      Abdülkadir Geylânî (1077 – 1166)

      Geylânî, öncelikle Kadiriyye tarikatının kurucu piri olarak bilinir. Adından da anlaşılacağı üzere Geylanlıdır. Geylan, İran’ın kuzeyinde, Hazar Denizi’nin güneyinde yer alan Deylem’in yakınlarında bir yerleşim yeridir ve günümüzde Gilan Ostanı olarak da bilinir. Eğitimini Geylan’da aldı ve kültürel olarak zengindi, bu bölgede Müşebbihe mezhebi çok güçlüydü. Müşebbihe’nin özelliği, Allah’ı şahsiyetleştirme düşüncesidir, Zerdüştlük’ün bir kolu olan Zervânîlerin bir alt yorumudur.

      Geylânî işte böyle bir coğrafi bölgede ve çevrede dünyaya geldi ama gençliğinde Bağdat’a gitti. Geylânî, Bağdat’a gelince Suhreverdîler ile tanıştı (Suhreverd günümüzde Tahran’ın güneyinde yer almaktadır.), her iki tarafın da İran kökenleri nedeniyle bu hemşerilik bağlarından da faydalanmış oldu. Geylânî de Bağdat’ta Hanbeli çevrelerle bir arada bulundu (Müşebbihe mezhebinden olanlar amelde Hanbeli’dir.).

      Geylanî, Bağdat’taki faaliyetleri esnasında Kadirîlik ekolünü kurdu. Yani İranî bir kültür atmosferi içinde bu tarikat oluştu, zaten tarikatın zikir usul ve erkanı da bütünüyle İran kökenlidir. Geylânî, Bağdat’ta geniş bir nüfuza sahipti, kurduğu tarikatta eski İran kültürel unsurlarını kullandı (zikir, sema vs.). Abbasî Devleti’nin otoritesi ve gölgesi altında faaliyetlerini yürüttü. Abbasîler, fütüvvet teşkilatını İslam dünyasına yayarken, Kadirîler de bu teşkilat içinde güç kazandı; Kadirîlik yolunun takipçileri fütüvvet teşkilatı içinde önemli bir rol ifa etmekteydiler.

      Geylânî’nin en önemli özelliklerinden biri de çok miktarda halife3 yetiştirmiş olmasıdır, Bağdat merkezli olarak bu halifeler çevreye yayıldılar. En fazla yayıldıkları ve yerleştikleri bölge Van Gölü çevresidir; Bitlis, Siirt, Çatak, Hakkâri civarında geçmişten beri nüfuz ve etki sahibidirler. Günümüzde hâlen Bağdat’ta Geylânî Camisi ve yanındaki tekkede bu ekol sürdürülür ve her cuma günü Kadirî örfüne göre zikir ve sema yapılır. Tarikatın en önemli özelliği, zikir esnasında kendilerinde taşkınlık belirtilerinin olması ve cehrî (sesli) zikirle cezbeye kapılmaları olup, tarikatın ritüelleri ve öğretisi bağlamında bu husus önemlidir. Bağdat’ta bulunduğum 1969-70 yıllarında, bir iki sefer bu zikirlere şahit olmuş ve bizzat yerinde takip etmiştim.

      17.

      Ahmed Yesevî (… – 1166)

      İslam dünyasındaki tasavvuf hareketi doğduğundan beri İranî bir devlet olan ve Abbasîlerle de yakın ilişkide olan Samanoğulları’nın gölgesinde teşekkül etti. Horasan bölgesindeki Samanoğulları memleketi, hem geçiş güzergâhı olması hem de İran millî kültürünün etkisiyle tasavvufla özel bir ilişki kurdu. İbrahim Ethem, Suhreverdîler, Bâyezid-i Bistâmî, Ebu’l-Hasen Harekanî, Hallâc-ı Mansur gibi tasavvufun kurucu isimleri bütünüyle İran kökenlidir. Tasavvufi zümreler bu siyasi atmosfer içinde gelişme istidadı gösterdi. Bu zümreler dönem dönem Saffarîler, Deylemiler gibi mahallî İslami devletlerin hizmetine girdiler; dinî ve ahlaki eğitimde rol aldılar, askerî sınıfın oluşumunda işlev gördüler (Necmeddin Kübra ve taifesi, Gucdevânî). Bu süreçte, İslam’a yeni girmiş olan ve tabiatları itibarıyla da tasavvufa meyilli olan Türkler de bu kültürle tanışmaya başladı. Türkler de İslamiyeti büyük ölçüde İranlılardan aldı ve öğrenip benimsedi. Hem coğrafi yakınlık hem de kültürel yakınlık ve tasavvufa da yatkın oldukları için İran etkisi, Arap etkisine nazaran, Türklerde daha belirgindir.

      Bütün tarikatlarda ve tasavvufta silsileler Hz. Ali’ye (Serçeşme) dayandırılır, bu da herhangi bir delilsiz hüccetsiz ortaya çıkmış olmasına rağmen başlı başına İran etkisine bir örnektir. Tasavvuf hareketi içinde zamanla hâcegân denilen bir zümre belirdi; bu zümrenin ilk kurucusu Hâce Yusuf Hemedanî’dir. Hemedanî tasavvuf tarihinde ilk defa tasavvufi silsileyi Hz. Ebubekir’e bağladı ve İran etkisindeki Hz. Ali silsilesine meydan okudu. Böylece, Nakşibendîlik ekolünün kaynakları içinde Hz. Ebubekir’e dayandırılan bir gelenek oluştu. Ahmed Yesevî işte bu atmosferin içinde dünyaya geldi.

      Yesevî’nin babası Aslan Baba ve onunla aynı dönemdeki Abdülhalık Gucdevânî’yi de bu çerçevede zikretmek gerekir. Tasavvuf terminolojisinde bunlara “hâcegân taifesi” denilir ve hepsi de “Hâce” unvanıyla anılır ve bu yolun serçeşmesi de Hâce Yusuf Hemedanî’dir.

      Bugünkü Kazakistan’ın Türkistan bölgesinde tedrisata başlayan Yesevî, halifelerini Diyar-ı Rum’a (Anadolu) gönderdi. Kazakistan’da olmakla birlikte Oğuz kökenlidir. Halifeleri olan Şeyh Haydar, Lokman-ı Perendeh gibi mutasavvıflar kendilerini Yesevî’nin takipçisi sayarlar ve irşad için Anadolu’ya gelmişlerdir. Türkmenler arasında da Yesevî’den el almış pek çok şeyh Anadolu’ya geldi ve burada yeni bir koloni oluşturdular.

      Anadolu’nun bu şekilde Türkleşmesi ve İslamlaşması bahsinde, Osmanlı tarihçisi Firdevsî-yi Rumî’nin, Anadolu’nun üç ayrı zamanda fethedilmesine dair tespitini de zikretmekte fayda görüyorum:

      i) Emevîler ve Abbasîler Bizans’la sınıra ribatlar (askerî karargâh) kurmuştu ve buraya Türk kökenli askerler gönderirlerdi; bunlar zaman zaman Anadolu içlerine akınlar yapıp yağmalar düzenlerdi, bu dönemde Kırşehir’e kadar gelen Türk askerler vardı. O dönemki hudut Tarsus-Maraş-Malatya hattıydı (Suğur).

      ii) Selçukluların askerî güçle Bizans’ı Malazgirt’te bozguna uğratması ve Anadolu’yu fethetmesi (11. yüzyıl). Bizans’la yapılan anlaşmada, Kızılırmak sınır teşkil olundu.

      iii) Ahmed Yesevî ve diğer Türkmen dervişler (Ebu’l-Vefa Bağdadî vd.) büyük kalabalıklar hâlinde Anadolu’ya dökülüp geldiler. Anadolu’da belli yörelere yerleşerek buralarda yerleşim alanları (koloniler) meydana getirdiler. Ömer Lütfü Barkan bu öncüleri “kolonizatör Türk dervişleri” olarak isimlendirir. Örneğin, Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali, Ebu’l-Vefa Bağdadî’ye intisap etmişti. Şeyh Evhad’ud-din el-Kermanî de “Şeyh-i Türkman” olarak bilinen, Yesevî ekolüne mensup bir dervişti; Ahi Evren de Kermanî’nin talebesiydi.

      18.

      Gazneli Mahmud (971 – 1030)

      Mahmud, Gazneliler Devleti’nin ikinci hükümdarıdır.

      Gazneli Mahmud büyük bir üne sahip olmuş, Hindistan’a seferler düzenlemiş (Toplam 17 sefer), birçok fetihler yapmış, Hindistan’daki fetihlerinden büyük ganimetler elde etmiştir. Mahmud aslen Kırgızistan kökenli bir askerdir; Samanoğulları sarayında yetişmiş, o dönemde görevli bir validir, babası Sebük Tegin de aynı şekilde valilik yapmıştır.

      Babası Sebük Tegin’in ardından Gazne’ye Mahmud vali oldu; bu ikisinden önce oradaki vali yine Türk kökenli Alp Tegin’dir, Gazne’nin de fatihidir. Şair Muhammed İkbal, meşhur edip, Gazne’ye gidip Alp Tegin’in kabri başında bir şiir de yazmıştı (Ber Merkad-i Alptegin).

      Mahmud vali olunca en büyük emeli Hindistan’a hâkim olmaktı, bu amaçla defalarca askerî sefer düzenledi. Bir seferi çok dehşetlidir; Hindistan’ın orta yerindeki