Osmanlı birliklerini zor durumda bıraktı. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim de şehirdeki ordu birliklerinin başına geçmek zorunda kaldı. Şehirdeki direniş üçüncü günde ancak kırılabildi. Buna rağmen Tomanbay yakalanamadı.
Yavuz Sultan Selim, Ridaniye’de kazanılan zaferden ancak 22 gün sonra Kahire’ye girebildi. Bu arada Tomanbay’ın yakalanmamış olması büyük bir tehdide dönüştü. Bunun üzerine 15 Mart’ta onu yakalamak için peşine düştü ve 30 Mart’ta yakalayabildi. İki hafta kadar Tomanbay’a iyi davranan Yavuz Sultan Selim, Mısır’da kesin hâkimiyet kurmasının yolunun Tomanbay’ın idam edilmesinden geçtiğini düşünerek 13 Nisan’da halkın gözü önünde onu idam ettirdi. Böylece Kahire’de tam anlamıyla egemenlik kurdu. Mısır valiliğini önce Yunus Paşa’ya havale ettiyse de 29 Ağustos’ta bu göreve Hayır Bey’i getirdi.
Halifeliği İstanbul’a Getirdi
Kahire’de 10 Eylül’e kadar kalan Yavuz Sultan Selim bu süre zarfında daha çok Nil’in ortasındaki Ravza Adası’nda ikamet etti, burada bir köşk yaptırdı, pencerelerindeki Arapça şiirleri bizzat kaleme aldı. Burada iken kendisine karşı bir suikast girişiminde bulunuldu. Yine bir gün sandaldan sahile çıkarken Nil Nehri’ne düştü ve güçlükle kurtarıldı. Bu arada gelişi geciken ve zorlukla İskenderiye’ye ulaşabilen donanmayı görmek için 28 Mayıs 1517’de İskenderiye’ye kadar gitti, şehri dolaşıp avlandıktan sonra 12 Haziran’da Ravza Adası’na döndü. Burada iken Mekke şerifinin oğlu Ebu Nümeyy’i kabul etti ve 6 Temmuz 1517’de Haremeyn’in himayesini resmen üstlendi.
Yavuz Sultan Selim, İstanbul’a dönerken içlerinde Abbasi Halifesi Mütevekkil Alellah ve yakınlarıyla Kansu Gavri’nin oğlu Muhammed’in bulunduğu bazı önde gelen kimseleri, Mısırlı din bilginlerini, sanatkârları, bir kısım tacirleri, mukaddes emanetleri ve ele geçirilen malzemeleri de beraberinde götürdü.
İki Yıl Bir Ay Sonra İstanbul’a Döndü
Geldiği yolu takip ederek Kahire’den İstanbul’a dönen Yavuz Sultan Selim, Şam’da Muhyiddin Arabî’nin mezarını buldurarak türbe, yanına cami ve tekke yaptırdı. Beyrut ve Sayda taraflarındaki İbn Haneş isyanıyla ilgilendi ve Şam bölgesinin beylerbeyliğini Canbirdi Gazali’ye verdi. 22 Şubat 1518’de Halep’e geldiğinde bazı rivayetlere göre Şah İsmail meselesini halletmek için hazırlıklar yapmaya başlamış ve iki ay kadar burada kalmışsa da yeniçerilerin baskısı yüzünden İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır.
İki yıl bir ay süren seferden sonra 25 Temmuz 1517 tarihinde Topkapı Sarayı’na giren Yavuz Sultan Selim, buna rağmen İstanbul’da fazla kalmadı ve bir hafta kaldıktan sonra Edirne’ye gitti. Edirne’de kaldığı sürede çeşitli ülkelerden gelen elçileri kabul etti. Uzun müddet av partileri düzenletti. Yanına getirttiği oğlu Süleyman ile görüştükten sonra onu Manisa’ya yolladı. Burada kaldığı süre içinde bir yandan bölgeyi dolaşırken, diğer yandan Avrupa’da papanın önderliğinde gelişen yeni bir haçlı seferiyle ilgili hazırlıkları dikkatle izledi. Mısır seferi sırasında Macarların Osmanlı sınırlarına yönelik niyetleri konusunda sınır boylarındaki beylerden çeşitli haberler alınmıştı. Ancak haçlı seferi kararının fiiliyata geçirilmesi çeşitli problemler yüzünden mümkün olmadı.
1519 yılının Nisan ayına kadar Edirne’de kalan Yavuz Sultan Selim, Avrupa devletlerinin haçlı ittifakı arayışlarına karşı yeni bir sefer için hazırlığı başlattı. İstanbul’a döndüğünde donanmanın hazırlıklarını yakından takip etti. Tarihçiler, bu hazırlığın sebebinin Rodos Adası’nın fethedilmesi olduğunu kaydetmişlerdir. Bir kısım tarihçi de İran’a sefer yapmak amacını taşıdığını belirtmiştir. Ancak toplanan danışma meclisinde Rodos’a sefer yapılması uygun görülmedi. Danışma meclisinde Anadolu’daki karışıklıklar nedeniyle Şah İsmail’e karşı yürümenin daha öncelikli olduğu yolunda fetva çıktı. Yavuz Sultan Selim bu duruma öfkelenerek seferden vazgeçti ve Edirne’ye gitmek için 18 Temmuz 1520’de İstanbul’dan ayrıldı.
Yavuz Sultan Selim, sırtında çıkan bir büyük ur yüzünden Çorlu’dan ileri gidemedi; hekimlerin müdahalesine rağmen hastalığı giderek ağırlaştı ve iki ay kadar burada ümitsiz bir tedavi gördükten sonra 21-22 Eylül 1520 gecesi sabaha karşı vefat etti.
Ölümü oğlu Süleyman’ın Manisa’dan İstanbul’a gelişine kadar gizli tutuldu. 1 Ekim’de İstanbul’a getirilen naaşı oğlu ve devlet adamları tarafından şehir girişinde karşılandı ve Fatih Camii’ne indirildi. Burada kılınan namazdan sonra bugünkü türbesinin bulunduğu Mirza Sarayı denilen yerde (Sultanselim) defnedildi. Üzerine geçici olarak bir çadır kuruldu, daha sonra oğlu Süleyman tarafından buraya bir türbe ve cami yaptırıldı.
8 Yıl Hükümdarlık Yaptı
8 yıl hükümdarlık görevini yürüten Yavuz Sultan Selim dönemi, Osmanlı Devleti tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Özellikle doğuya yaptığı seferler ve aldığı tedbirler, yaptığı düzenlemeler sadece dönemini değil, günümüz tarihini de etkilemiştir.
Şii tehdidine karşı Sünni anlayışı öne çıkarması, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirirken Memlûk Sultanlığı’na son verişi ile de İslam dünyasını tek bir bayrak altında toplama idealinin bir adımını teşkil etmiştir. Böylece Osmanlı Devleti halifeliğin vârisi hâline gelmiştir.
İstanbul’da iken Ayasofya’da düzenlenen bir törenle hilafeti halifeden devraldığı rivayetini tarihçiler şüpheli bulmaktadırlar. Yavuz Sultan Selim’in İslam dünyası üzerinde bütünleştirici bir lider sıfatını haiz olması dönemin bazı kaynaklarınca “hilafet tahtının sultanı” şeklinde anılmasına yol açmıştır. Resmî belgelerde, Mekke ve Medine’nin koruyucusu (hadimü’l-haremeyn) unvanıyla anılmıştır.
Batılı kaynaklarda daha çok merhametsizliği, kan dökücülüğü ile tasvir edilmişse de bazı elçilik raporlarında Yavuz Sultan Selim’in adaleti öne çıkartılmıştır. Âlimlerle sohbet etmeyi ve siyasi meselelerde bunların ve diğer devlet adamlarının görüşlerini almayı prensip edindiği anlaşılan Yavuz Sultan Selim’in çok okuduğu ve tarihe büyük merakı olduğu, Farsçayı çok iyi bildiği, Arapçaya ve Tatar lehçesine de aşina olduğu ifade edilir. Farsça şiirlerini ihtiva eden divanı basılmıştır. Türkçe şiirlerine de bazı tezkirelerde rastlanır.
Sohbet meclislerinde takdir ettiği âlimler arasında Zenbilli Ali Efendi, Kemalpaşazade, İdris-i Bitlisî, hocası Halimî Çelebi’nin başta geldiği, Tacizade Cafer Çelebi, Ahi Benli Hasan ve Revanî gibi şairlere değer verdiği bilinmektedir.
Halk arasında ismi, gözü pekliği ve sertliğinden ilhamla “Yavuz” şeklinde anılan bir padişah olarak adı türlü menkıbelere ve hikâyelere konu olmuştur. Hakkındaki menkıbelerin bazıları bir kısım yazarlarca tarihî bir gerçek şeklinde algılanıp nakledilmiştir. Bunların çoğu, onun diğer padişahlarla mukayese edilemeyecek ölçüde farklı tavırlarından kaynaklanmış olmalıdır.
Adı bilinen tek hanımı Hafsa Sultan’dır. Ayrıca Ayşe Hatun isimli birinden daha söz edilir. Kızları Beyhan Sultan, Fatma Sultan, Hafsa Sultan, Hatice Sultan, Şah Sultan, Hanım Hatun’dur. Bazı kaynaklarda Trabzon, Edirne, Şam ve Kahire’deki imar hareketleri dışında İstanbul’da kendi adını taşıyan caminin temellerini attırdığı, ancak tamamlatamadığı, tersaneyi genişlettiği, Sirkeci ile Sarayburnu arasında sahilde bir köşk yaptırdığı kaydedilir.
I. SÜLEYMAN (KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN) (1520-1566)
6 Kasım 1494 tarihinde Trabzon’da dünyaya geldi. Döneminde Batılı yazarlar tarafından “Muhteşem” ve “Büyük Türk”