Ebubekir Hâzim Tepeyran

Küçük Paşa


Скачать книгу

de var.” diyenler eksik değildirler!

      Şu pek kötü hâller meydanda iken maarife, diyanete ne kadar hizmet edildiği iddia edilebilir?

      V

      Salih, kırk günlük olduğu hâlde geldiği bu konakta, süt kardeşi Haldun ile beraber büyümekte, Haldun’a mahsus iltifatlara tam müsavat derecesine varmamak şartıyla iştirak etmekte idi…

      Haldun, 20 aylık olduğu gün, babası Dilaver Bey mirliva rütbesiyle taltif olundu. Konakta bir paşa daha peyda olmasından doğan iltibası kaldırmak için Suat Paşa’ya “Büyük Paşa”, “Büyük Paşa Efendi’miz” denmeye başlandı. Suat Paşa’ya küçük kardeşine karşı iltibası def için değil, ilmini, ahlakını takdiren her zaman “Büyük Paşa” denebilirdi. Selime “Paşa Efendi’miz” demeye bir türlü alışamadı. Paşa Efendi der ve şu kadar ki, buna Anadolu âdeti veçhiyle bir de “Ağa” ilavesiyle “Paşa Efendi Ağa” denmediğinden hürmetin noksan kaldığına canı sıkılırdı. Haldun, Suat Paşa’ya: “Paşa Baba” dediği için hitap inhisarına aklı ermeyen Neferzâde Salih de “Paşa Baba” diyordu. Buna, hanımefendiyle Dilber’den başka kimse ilişik etmiyordu.

      Hanımefendi, köylü çocuğun ağzının toplanmasını Nevnihal’e hatırlattığı gibi, Dilber de Selime’ye “Büyük Paşa Efendi’mize Salih’in ‘Paşa Baba’ demesi çirkin oluyor” demişse de Selime:

      “Ne göreyim, ben öğretmiyorum ya, Haldun Bey’e baharak o da öyle çağırıyor; uysal it ineği, onun arhasından gidiyor, güpürtüye (gürültüye) ürüyor.” diye cevap verdi.

      Suat Paşa’nın ölen karısından da, şimdiki Naime Hanım’dan da çocuğu olmadığından, Haldun’un “Paşa Baba” demesi, baba olmak iştiyakını okşuyordu. Haldun, iki yaşında memeden kesilmişse de sütninesine pek ziyade alışmış olduğu için, Selime, hudutsuz müddetle alıkonmakta idi. Suat Paşa’nın iki kadeh konyakla biraz keyiflendiği bir akşam, büyük küçük hanımlarla Dilaver Paşa da hazırken, Haldun’u takiben içeriye giren Salih bütün hareketlerini taklit ettiği süt kardeşinin “Paşa Baba!” diyerek paşanın kucağına atıldığını görünce, o da “Paşa Baba!” diye paşanın dizi üstüne çıkmakta gecikmedi.

      Salih’in şu cüreti orada bulunanların hemen hepsine farklı derecelerde tesir etti. En ziyade Haldun’un dadısı Dilber’in gayretine dokunduğundan, zavallı çocuğu meşhut bir cürüm işlemiş gibi kolundan tutup şiddetle çekti, indirdi; âdeta sürükleyerek kapıdan çıkarmakta iken çocuğun gitmek istemeyerek ağlaması paşanın hassas kalbine dokundu; Dilber’i tekdir etti. Diğer cariyeleri, hatta Selime’yi de çağırtarak:

      “Köylü, şehirli, insanlar birdir.” dedi. “Allah’ın indinde bir Müşir Paşa ile bir asker neferinin değil, -çünkü askerlik büyük şeydir- bir dilencinin farkı yoktur. Çocuk, Haldun’u takliden bana (baba) demekle kıyamet kopmaz değil, hiçbir şey olmaz. Baksanıza, bundan daha çirkin olsun, bu yaşıma kadar bir çocuk babası olamadım. Bundan böyle çocuğun yanıma gelip gitmesine, ‘Paşa Baba’ demesine sakın ilişik etmeyiniz; hatta cümleniz şahit olunuz, ben onu evlatlığa kabul ettim; hakkında öz evladım gibi muamele ediniz.”

      Selime ile Nazikter, Nevnihal, pek memnun oldular; diğerleri muhtelif derecelerde taaccüp ettiler. Naime Hanım, başına soğuk su dökülmüşe döndü, bozuldu. Pek açık olan iğbirarını belli etmemek için sahte bir sevinçle dudakları titreyerek: “Mademki siz evlatlığa kabul ediyorsunuz, benim de evladım olmuş demektir.” diyebildi.

      Nazikter’in işaretle ihtarı üzerine, Selime, paşanın, hanımların eteklerini dinî bir vazife ifa ediyor gibi samimi hürmetle öptü ve arka arka yürüyerek kapıya çarpıp hayli gürültü ile paşayı güldürdü ve çıktı. Bu geceden itibaren cariyeler, uşaklar, Salih’e “Salih Bey” demeyi edep ve terbiye icabı saydılar; Selime bile öyle diyordu. Anadolu’nun en kötü, en küçük bir köyünde Selime gibi bir kadından doğup da böyle büyük bir konağın küçük beyi olmak, Rumeli’nin küçük bir kasabasında dünyaya gelip de Mısır’a hidiv olmak kadar nadir bir talih lütfu idi. Garip tesadüflerden olarak Salih Bey, burnunun ve çenesinin biçimi, söz söylerken dudaklarının hareket tarzları ile Büyük Paşa’yı andırır, gözlerinin renk ve şekli, kaşlarının kurumu ile de biraz Naime Hanım’a benzerdi.

      Bu andırıştan, benzeyişten bahse evvelce kimsenin dili varmaz, varamaz idiyse de Salih’in evlatlığa kabulünden sonra Nevnihal bunu hanıma söylemek saygısızlığında bulundu. Her neresiyle olursa olsun Salih’in az çok paşayı andırmasında, hatta tam müşabehetle benzemesinde bile hiçbir önem yoksa da pek düzgün boyu, azasının tenasübü, güneş ziyası gibi parlak, ipek kadar yumuşak saçları, gül renginde dudakları arasında tebellür etmiş birer gülümseme gibi dizilen beyaz, muntazam dişleri, siyah kirpikli, sema renkli gözleri, alelhusus bütün simasının güzellik nâzımı gibi yükselen burnu, Havva kızlarının pek azına nasip olduğuna kanaatten hasıl olan gurur hisleri bu güzel burnun ucunda toplanmış gibi görünen Naime Hanım’a, emsalsiz güzelliğinin en mühim imtiyazı, daha doğrusu görenleri teshir için pek füsunkâr iki tecelligâhı olan gözlerinin hemen aynına bir köylü çocuğunun da malik olması, pek fena tesir etti.

      Paşanın evlatlığa kabul ettiğini söylediği anda herkese daha güzel görünmeye başlayan bu köylü çocuk, hanımefendiye her zamankinden daha müstehrek görünmüştü.

      Hanımın güzel sözleri Salih’in her yerinde bir başka türlü çirkinlik buluyor, her hâlinde sinire dokunur bir kabalık görüyordu.

      Zavallı çocuğun biricik kabahati hanımefendinin rahminde tekevvün etmek şartıyla paşanın sülbünden gelmemek, onun kucağında büyümemekti. Naime Hanım şöyle düşünüyordu: Ölen ilk karısından da çocuğu olmadığına nazaran kısırlık kusuru, kendisinde değil, paşada idi; fakat bunu herkes bilir mi? Paşa kim bilir ne kadar şiddetle baba olmak istiyordu ki, böyle bir köylü çocuğun “Paşa Baba” demesinden lezzet alıp avunmaya çalışıyor; er geç çocuğu olmayacağından katiyen emin olmasa, böyle köylü bir sütninenin çocuğunu evlatlığa kabul ile yüksek şanına halel verir miydi? “Kısırlık kusuru paşadadır.” diye konağın kapısına bir levha asılamayacağına göre, bu uğursuz çocuk: “Hanımefendi kısırdır, hanımefendi kısırdır.” diye mücessem bir ilan gibi daima içerde, dışarda dolaşıp duracak.

      Hanımın düşündüğü belaların en büyüğü atiye ait. Paşanın âdeta öz evladı gibi sevmeye başladığı Salih’i kendisine varis tanıması, öyle vasiyet etmesi ihtimali ne kadar kötü bir ihtimal?

      Bu ihtimal, pek kıymetli bir yün kumaş içine sokulan güve gibi hanımın kalbini kemirmeye başladığından, Salih’in koca konak içindeki varlığı ne kadar küçük olursa olsun, hanımı, nasılsa gözüne girmiş bir sinek, kulağına kaçmış bir pire gibi izaç ediyordu.

      VI

      Salih, Haldun’dan ancak 42 gün büyük olduğu hâlde cüssesine nazaran bir yıl daha büyük zannolunurdu. Haldun, Salih’in tabii hakkı olan ana sütünü gasp etmekle onun büyümesine mani olamamıştı.

      Hilkatin her şeyle gıdalanmaya mecbur bir köylü midesiyle teçhiz ettiği Salih, soğuk-sıcak, bazen bozuk sütler de içirilmiş olduğu hâlde, Haldun’dan daha kuvvetli, sıhhati daha mükemmeldi.

      Salih’in, pek küçükken Selime’nin çiğneyerek iğrenç bir merhem haline getirdikten sonra bir tülbent parçası içine koyup (Sormuk) adıyla ağzına soktuğu, saatlerce emdirip avuttuğu kuru üzüm usaresinden faydalanmış olması muhtemeldir.

      Salih’in, anası gibi her türlü illetten masun olduğu, hekim muayenesi ve Babıali’nin muhaberesi ile müspet