Mahmut Yesari

Bağrı Yanık Ömer


Скачать книгу

da…”

      “Kuruntuya saldın bizi…”

      Ömer, küskün küskün duruyordu, cevap vermedi.

      “Haydi, anan siniyi hazırladı, çorba soğumasın…”

      Ömer sininin kenarında anasıyla babasının ortasına oturmuş, vakit vakit anasına bakıyor ve bu bakışlarla onun yüreğindeki zehirleri içmek, sızıları dindirmek istiyordu.

      2

      Bakır Efe’nin hakkı vardı; Efe yerden göğe kadar haklıydı. Emine’ye kaç kere söylemiş, Ayşe kahpesini eve sokma, yanına varma, yüz çevir, konuşma diye sıkı sıkı tembih etmişti. Emi-ne’ninki münasebetsizlikti. Ayşe’nin ne kahpe ne oynak ne fettan, cıvalı olduğunu da herkesten iyi biliyordu. Ona yüz vermesi hatta eve çağırması kocasının damarına basmaktan başka bir niyetle değildi. Emine kocasını çileden, dinden, imandan çıkarmak için elinden geleni yapıyor, fırsat kaçırmıyordu. Bakır Efe de fark etmişti… Azdıkça azıyor, Emine’ye bir ettiğini bırakmıyordu. Hacı Şakirgillerin güveysi Sarı Süleyman artık diline dolamıştı, üste üstlük kim bilir neler de uydurup bire bin katacaktı.

      Bakır Efe, dövmekle değil öldürse Emine’den hiddetini alamayacaktı. Canına tak demişti. Emine’den ayrılacaktı. Bakır Efe bu ayrılmanın kolay olmadığını biliyordu. Emine ile evlendikleri zaman bütün malları birleştirmişlerdi. Sonra bazılarını satmışlar, yerine bir başka bağ, başka tarla almışlardı. Emine’nin Aldağ eteklerindeki ağılını bozmuşlar, davarları bir dam altında toplamışlardı. Yalnız tarlalar, bağlar, bahçeler değildi, çarşıdaki dükkânlarla, kasabadaki evler de hep böyle birbirine karışmıştı.

      Bunları ayırmak, arada hak geçirmemek mesele idi. Bakır Efe, bütün bu müşkülleri, bütün bu güçlükleri düşündükçe keyifleniyor, için için seviniyordu. Çıkacak güçlük, pürüz ve ilişik nispetinde, iki tarafın davası ateşlenip alevlenecekti. İki taraf da her ne bahaya olursa olsun bu işten ayrılmak isteyeceği için adam sen de diyecekti ama arada menfaati olanlar, bütün anlaşma yollarını keseceklerdi. Bakır Efe’nin sevindiği de bu idi. O bütün müşküllere omuz silkecek, bütün zararları sineye çekecek, neden fedakârlık etmek lazımsa edecekti ve buna karşılık bir… Bir tek şey isteyecekti: Ömer’i…

      Ömer onda kalacaktı… Bakır Efe düşüncelerini hep bu ibre üzerinden yürüterek ayar ediyor, ona göre istikamet veriyordu. Evvela tasavvurunu açmadı. Karısından korkmuyordu. Yalnız onun vaktinden evvel haber alınca bazı teşebbüslere kalkışmasından endişe ediyordu. Hatta Emine’nin şüphelenmemesi için mülayim davranmaya bile karar vermişti. Muvaffak olmak için de hiddetini yenecek, dişini sıkacaktı.

      Bakır Efe akşamları eve çok geç gelmeye başlamıştı. Eşe dosta gitmiyor hatta kahveye, çarşı pazara bile uğramıyordu. Ya bağda bir çınarın gölgesinde ya bir tarlada ağaç dibinde oturuyor, uçsuz bucaksız düşüncelere dalıyordu.

      Emine’ye “Boş ol!” deyip kapı dışarı etmek işten değildi fakat Ömer o zaman daha beş yaşında idi. Kadı, Ömer’in yedisine kadar Emine’nin yanında kalmasına hükmedecekti.

      Lakin Bakır Efe, bu iki sene içinde Ömer’siz ne yapacaktı? İşte asıl buna bir çare bulmak lazımdı. Emine’nin Fakı Hasan’ın kızı Ayşe ile konuşmasını hoş görmemekle beraber, için için seviniyordu. Kıvrak Ayşe ile düşe kalka eninde sonunda Emine de kötü yola dökülecekti. Bir yol başı havalandı mı artık gözüne ne çocuk görünürdü ne yurt ne ocak…

      Bakır Efe, kadıya varıp derdini açmak için fırsat kolluyordu. Günlerce, haftalarca düşündükten sonra kararını verdi. Emine’nin başında esen kavak yelleri büsbütün azsın, dalgalansın, kudursun diye onu kendi havasına bırakmak en kestirme yoldu. Bakır Efe’nin kararını, niyetini bilmeyenler Emine’nin, meydanı boş görüp doludizgin at oynatmasına şaşacaklardı,

      Herkes bir kulp takacak, Bakır Efe’nin mezhep genişliğine akıl erdiremeyeceklerdi. Bakır Efe, Ömer için her şeye katlanmaya razıydı. Emine ile uğraşmaktan yorulmuş gibi bir tavır aldı. Kollarını kavuşturdu, gözlerini yumdu ağzını kapadı, kulaklarını tıkadı…

***

      Bakır Efe’nin hâlindeki değişikliğe herkesten çok şaşan Emine’ydi. Ne olmuştu? Efe’nin karısını umursamayışı nedendi? Bu yırtıcı adamı hangi ifritin büyüsü, zehri sindirmişti?..

      Niye ses çıkarmıyordu? Emine tek durmuyordu. Fakat kocası neden aldırış etmiyordu?.. Emine, Bakır Efe’nin durgunluğunu, bir fırtına başlangıcı sandı. Birkaç gün tetik bulundu, bekledi… Lakin Bakır Efe, hep aynı hâlde duruyordu. Onu gören, bir şey görmüyor, duymuyor, bilmiyor zannederdi.

      Bir hafta sonra Emine’nin korkusu gitti, düştüğü kaygının boşuna olduğuna hükmetti, kendine emniyet geldi.

      Bakır Efe yorulmuştu; Emine bunda karar kılıyordu. Ömer, sevinç içinde idi, yüreği ferahlanmıştı, yüzü gülmüştü. Kapının tokmağı vurulduğu zaman korku ve telaşla yerinden sıçramıyor, anasına misafir geldiği günler tasaya düşmüyordu. Akşamları karanlık basarken ıssız bağ yollarında boynunu bükerek ağlamıyordu.

      Ömer artık gülüyordu, kahkahalar atarak gevrek gevrek gülüyordu. Rengi yerine gelmiş, yanakları, dudakları kızarmış, düşük omuzları doğrulmuş, yaşla kararan nemli gözleri parlamıştı. Kapının çalınmasını beklemiyor, babasını yarı yoldan karşılıyordu. Ömründe en tatlı geçen bu günlerdi… İki kızgın alev arasında yanan yüreğine sular serpilmişti Babasını eskisinden daha çok sevmeye başlamıştı, anasına daha derin bağlanmıştı.

***

      Bakır Efe, Emine’nin her hareketini gözden kaçırmıyor, sezdirmeden onun peşini kolluyordu. Emine iyice gemi azıya almıştı. Kasabanın uygunsuz karılarıyla açık açık, kimseden çekinmeden konuşuyor, bağlara gidiyor, çengileri toplayıp dümbelek çaldırıyor, oyun oynatıyordu. Bir yandan seviniyordu.

      Ömer’in gözlerinin içi gülüyordu. Rengi uçuk değildi, sünepeliği gitmişti. O zamana kadar Ömer’i doğuştan miskin, cansız, yorgun ruhlu sanmıştı.

      Ömer de öbür çocuklar gibiydi. Ömer de sokaklarda, bağlarda, bahçelerde çığlık çığlık koşan, sıçrayan, gülen, bağıran bütün çocuklar gibiydi. Bakır Efe onu kendi kafasına göre yetiştirecek, bir yol Emine’nin elinden kurtarsa dileğini yerine getirecekti. Ömer de babası gibi, kasabanın bir anılır ünlü efesi olacaktı. Bakır Efe, oğlunda bu özü görüyordu. Ömer babasının oğluydu. Umulduğundan daha zorlu, daha yaman çıkacaktı. Bakır Efe’nin, buna imanı vardı.

      Emine çalgı çağnak arasında Ömer’i unutmuyordu. Nereye gitse Ömer’i de beraber götürüyor, kucağından bırakmıyordu.

      Bakır Efe için bu hâl, en çekilmez bir bela, yenilmez bir ağu idi. Fakat tırnaklarını avcuna batırıyor, öfkesini kalbinde boğuyordu. Köydeki, kasabadaki dedikodulara, mırıltılara göz, kaş oynatışlara, bıyık altından gülüşlere aldırmıyor, bir kaya sertliğiyle kayıtsız, dimdik duruyordu. Buna rağmen gene birçok şey tasarlıyordu. Ömer’i alıp başka bir yere gitmek aklından geçmişti. Fakat gittiği yerde para lazımdı. Tarlalar, ağıllar, bağlar, bahçeler birleştirilmemiş olsaydı varını yoğunu satar, Ömer’le birlikte kasabadan kaçardı. Şimdi ne mallarını satabilir ne de Ömer’i alıp kaçabilirdi. Emine’nin rahmetli babası köyün ağalarındandı. Hâlâ hatırı sayılıyordu. Emine’nin erkek kardeşleri de Bakır Efe’yi rahat bırakmayacaklardı. Köyde, kasabada onların da adamları vardı. Bakır Efe ile boy ölçüşebilirlerdi.

      Zaten Emine de bütün bunları bildiği,