Mahmut Yesari

Bağrı Yanık Ömer


Скачать книгу

Süleyman, elini göğsüne bastırıp selam verdikten sonra dizlerini tutarak çömeldi. Bakır Efe’nin karşısına oturdu, omuzlarını çökerterek hürmetle kamburlaştı. Bakır Efe’nin alnında küçük katmercikler peyda olmuştu. Kuşağının arasından bir tabaka çıkardı. Süleyman’ın önüne attı:

      “Sar bir cığara… Ne âlemdesin?”

      Sarı Süleyman, Bakır Efe’nin tabakasını alırken boynunu büktü:

      “Hep bildiğin gibi ağa… Kasabaya da indiğin yok… Bozpınar Çiftliği’ne gittin sandıktı…”

      Bakır Efe, Süleyman’ın söz söylemesinden hemen anlamıştı.

      Sarı Süleyman bilhassa araya sora bulmuştu. Bundan da mutlak bir maksadı olmalıydı. Yoksa o boşuna yorulmaz, bir fesat kokusu almadan kendini sıkıya koymazdı. Sarı Süleyman yutkunuyor, eğilip bükülüyordu.

      Bakır Efe, Sarı Süleyman’ın kıvranışına sinirleniyor fakat hiç renk vermiyor, onun açılmasını bekliyordu:

      “Sen pek bu taraflara düşmezdin, ne oldu böyle? Hangi dağda kurt öldü?”

      Sarı Süleyman, belli belirsiz kekeledi:

      “Topalların Hasan dayı, camızlarını satılığa çıkarmış, emmim de almayı kurmuş. Bu sabah ‘Süleyman…’ dedi. ‘Var bir yol camızları gör… Ne eder?’ dedi. Hasan dayının ağılına vardım, birini gözüm tutmadı. Senin bağın önünden geçerken uşaklardan birine sordum, buralarda dedi. Nasıl iyisin ya ağa?..”

      Sarı Süleyman yalan söylüyordu. Bakır Efe, bu yalanı onun göz bebeklerinde okuyordu.

      “Çok şükür, iyiyim…”

      “İyi gördüm ya… İçerim ferahladı… Hasta filan olma da…”

      Bakır Efe, cevap vermiyor, dudaklarında renksiz, iğreti bir gülüşle durgun durgun bakıyordu.

      “Hacı Salih tutturmuş, gezdiği, dolaştığı yerde ‘Bakır Efe, rahatsız olmalı, çarşıya dükkânlara uğradığı yok.’ dedi. ‘Haydi bunak, sen de ağzını hayır aç…’ dedim. Doğrusu ilk günler içime inanmak gelmiyordu…”

      Sarı Süleyman’ın, boğazına tükürük kaçmış gibi yutkunması Bakır Efe’ye şüpheli görünmüştü.

      “Taştan değilim ya… Sen niye inanmıyordun…”

      Süleyman durakladı, diliyle dudaklarını ıslattı:

      “Niye susuyorsun?”

      “Hiç… Sanki… Hanya… Sağlık, hastalık hepimiz için… Şayet rahatsız olacak olsan konağın hâlinden de belli olmaz mı?”

      Bakır Efe, vücudunun her taratma ince ince iğne uçları batırılmış gibi titredi, ürperdi. Sarı çıyan zehrini akıtmaya başlıyordu. Bu başlangıcın sonunu Emine’ye bağlayacaktı. Bakır Efe, daha bunu işitmeden kalbiyle seziyordu. Sarı Süleyman, Efe’den korktuğu, çekindiği için açıkça söyleyemezdi. Ama o şekilde anlatacak, o tarzda söyleyecekti ki Bakır Efe’yi kahretmeye kâfi hatta belki de fazla gelecekti. Tok bir sesle sordu:

      “Bir adam hastalanırsa evinin neresinden belli olur?”

      Bunu Sarı Süleyman’a cesaret vermek için şaka eder gibi alay yollu sormuştu. Sarı Süleyman, inik kirpikleri arasından Efe’yi süzdü, tarttı.

      “Elbette ağa… Hastası olan evde şenlik olur mu?”

      “Demek bizim ev şenlik içinde?”

      “Allah ağzının tadını bozmasın…”

      Bakır Efe, Sarı Süleyman’a gözlerini dikti:

      “Bizim evde ne gördün, ne duydun? Onu söyle…”

      Sarı Süleyman’ın bağa kadar taban tepip Efe’yi araması, Emine’nin her günkü densizliklerinden birini gammazlamak için olmadığı, olmayacağı muhakkaktı. Bakır Efe, ciğerini okumak ister gibi Süleyman’a tekrar baktı ve bir an düşündü. Sarı Süleyman yalancı, düzenbaz bir adam fakat her ne ahlakta olursa olsun gene kendi adamlarındandı. Emine ile Emine’nin kardeşleriyle amansız bir kavgaya tutuşacağı bir zamanda Süleyman gibi ikiyüzlü bir silahı atmak, körletmek budalalıktı. Sarı Süleyman icabında bin türlü işe koşturulabilirdi. Bakır Efe tekrar etti:

      “Bizim evde ne gördün, ne duydun? Her şeyi olduğu gibi söyleyeceksin, anlıyor musun, olduğu gibi… Hem yalnız onu da değil… Köyde, kasabada ne duyuyorsan, ne biliyorsan, hepsini birer birer söyleyeceksin…”

      Efe’nin sesinde tatlı bir sertlik, emreden bir hâkimiyet vardı. Sarı Süleyman durdu, esmer kuru yanaklarına soluk bir pembelik çökmüştü.

      “Hiç çekinmeden söyle… Doğruyu söylersen yok, yok… Tavladaki atlarımdan en iyisini, en güzelini seç, al, senin olsun… Sana bir ev de bağışlarım… Eğer yalanını tutacak olursam vay hâline! Elimden kurtulamazsın!”

      Sarı Süleyman, Efe’nin şakası olmadığını biliyordu. Onun ağzından söz bir kere çıkardı. Lakin işittiklerini, bildiklerini, gördüklerini, onu kızdırmadan nasıl söyleyecekti?..

      “Haydi, seni dinliyorum…”

      Sarı Süleyman’ın yanaklarındaki soluk pembelik sararmıştı:

      “Ağa, eğer bir hilaf4 diyorsam bir tek kızımın ölüsünü öpeyim!”

      Bakır Efe, tiksinmiş gibi yüzünü buruşturdu fazla devam etmemesi için eliyle durdurdu:

      “Sen yalan söylersin, söylemezsin, bunda çocuğun günahı ne? Çocuk üzerine ant verilmez, yemin edilmez… Şimdi anlat…”

      Sarı Süleyman korkak korkak anlattı:

      “İki gün evveldi, çarşı boyunda Çengi Raziye’ye rastlamıştım, telaşlı telaşlı gidiyordu. ‘Nereye?’ dedim. ‘Bakır Efe’nin konağına.’ dedi.”

      Bakır Efe ayağa kalkıvermişti. Sol elini kalçasına dayadı, sağ eliyle bıyıklarını kavradı:

      “Çengi Raziye’yi mi? Yanında başkaları var mıydı?”

      “Civcik Zehra ile Bozpınarlı Naile vardı.”

      Hem söylüyor hem toparlanıp ayağa kalkıyordu. Bakır Efe, gözlerini kırpıştırıyor, bıyıklarını çiğniyordu. Yenmeye uğraştığı bir gayzla homurdandı:

      “Çengi Raziye’nin yanında Civcik Zehra ile Bozpınarlı Naile vardı öyle mi? Sen gözlerinle gördün mü?”

      “Gördüm ağa…”

      “Bizim eve girdiklerini de gördün mü?”

      Sarı Süleyman bir an düşündü.

      Bakır Efe, elini uzattı, Süleyman’ın omzuna koydu:

      “Buraya kendi ayağınla geldin. Elbet bunda bir güttüğün iş var. Şimdi elim yakanda… Söyleyindi bakalım, o karılar için mi Raziye’nin peşi sıra gittin de bizim eve girdiklerini gördün, yoksa bizim evi gözetlemek için mi? Benden hiç korkma… Eğer bana hizmetin geçer, yardımın dokunursa bu işte kârlı çıkarsın.”

      Sarı Süleyman, kasabada öyle şeyler duymuştu, herkesin ağzında öyle rivayetler dolaşıyordu ki birini söylemek Bakır Efe’yi kudurtmaya yeter de artardı bile… Hafifleterek söylemek lazımdı:

      “Vallahi ağa, Raziye’nin sözüne inanamadım… Hele Bozpınarlı Naile’nin senin kapından içeri girebileceğini hiç aklım kesmedi…”

      Bakır Efe,