Francois Mauriac

Kara Melekler


Скачать книгу

bahsetmek istediğini bilmiyorum…”

      Fakat derhâl aklına birçok isim geldi.

      Kuvvetli bir sesle, “Herhâlde…” dedi. “Eğer bu mösyö benden intikam almak istiyorsa karşısında yalnız beni bulmayacaktır. Sen bununla övünebilirsin.”

      “Çocuk! Hayır, fakat sen beni kim sanıyorsun?”

      Dişlerini göstermemek için ağzını kapamış, boğazından gülüyordu:

      “O defterlerini açtığı gün ben çoktan son günleri geçirmek için tedariki görmüş olacağım. Senin dediğin gibi bu mösyö evvelden benim bütün şartlarımı kabul ediyor, beni ecnebi bir memlekette ufak ve sakin bir yerde yaşatmayı üzerine alıyor… İnanmıyor musun?”

      “Hayır, çünkü doğru olsaydı sen çoktan beri bunu kabul etmiş olurdun… Şüphesiz benim güzel gözlerim için reddetmemişindir.”

      “Hayır, yavrum. Bu şüphesiz! Fakat ben buraya alışmışım… Seyahat beni açmaz… Yalnız Paris’te iyi yaşanılır. Görüyorsun ki ben övünmüyorum! İkimizin anlaşmamızda benim menfaatim var! Fakat bunu sen de istemelisin… Zarif ve nazik olmalı.”

      Hiddetlenmeden rahatça konuşuyordu. Bu kabil pazarlıklara çok alışmıştı. Gabriel mütereddit bir sesle sordu:

      “Söylediğin adam Marki midir?”

      “Senden bir şey saklamak mümkün değil… Düşün biraz: Karısının mektupları, senin ona ödettiklerin ve bir de yalnız para olsa… Hem bu kadının, onun elinden aldığın ve bu suretle mahvettiğin bu kadının onun için ne olduğunu da biliyorsun. Bu yüzden kızının izdivacı bozuldu… Küçük kız asabından rahatsız oldu, deli gibi bir şey. Onu bir tedavi evine kapadılar…”

      “Bu işe beni sevk eden sensin…”

      Ve birdenbire ilave etti:

      “Bir başkası onu mahvederdi… Bundan bahsetmeyelim.”

      “Sen bahsediyorsun… Öyle ise?”

      Değişik bir sesle cevap verdi:

      “Ben yarın Liogeats’e gireceğim… Haydi, şimdi çekil buradan. Fakat biliyor musun, ben sana inanmam… Marki de Dorth bir rezalet çıkmasından çok korkar. O payını aldı, senin gibi bir kadınla münasebete girişmemek için üstüne para verir.”

      Buna kızmadı:

      “Beni kabul ettiğini mi zannediyorsun? Hayır, her şey vasıta ile görülüyor, o seni ele geçirmek istiyor, Fakat sessizce ve gürültüsüzce…”

      Kadını kapıya doğru itiyor, o, dayanıyordu:

      “Niçin bir telgraf göndermiyorsun? Benim şimdi paraya ihtiyacım var.”

      “Hayır, ben komisyon parasını konuşmalıyım. Özellikle Andrés’in izdivacından emin olmam lazımdır.”

      Güve yemiş eski bir kürke sarıldı:

      “Sana bir hafta mühlet veriyorum. Eğer pazartesi günü bu saatte… İtiraf et ki ben iyi bir kızım!”

      Gabriel yalnız kaldığı vakit pencereyi açtı ve rutubetli havayı teneffüs etti. Sanki odanın bir köşesinden biri kendini çağırmış gibi hızla döndü. Oda boştu, Fakat Aline’in kokusuyla ve o şişman vücudun buharlaşmasıyla doluydu. Pencereyi kapadı ve yüksek sesle:

      “Kimse yok.” dedi.

      Avare gözleri duvarlarda, tavanda, halıda dolaşıyordu; ta ki birdenbire hummalı bir acele ile şapkasını ve pardösüsünü aldı. Ve tekrar rastgele yürüdü. Bu saatte tenha rıhtımları geçti ve çok yorgun olmakla beraber yine çabuk adımlarla, genç gibi ve hemen kanatlanmış gibi yürüdü.

      II

      Uzun bir düdükten sonra ufak tren hareket etti ve Liogeats garı önünde durdu. Beş veya altı yolcu indi. Saat akşamın onu idi. Gabriel şapkasını gözlerine indirerek biletini memura verdi ve gazeteleri satın almak için gelmiş birçok halk ile dolu bekleme salonundan geçeceği yerde garın etrafını dolaştı. Bir bıçkı evinin kereste yığını arasından mehtapla aydınlanan yola çıktı.

      Sağ elinde tuttuğu çanta hiç ağır değildi. Bu yola Büyük Cadde deniyordu; çünkü şimdiden uykuya dalmış olan köyü çepeçevre kuşatıyordu. Solda çamlık başlıyordu; süt gibi beyaz gece, onların tepesinden dere gibi dökülüyor, kabuklu kütükleri boyunca akıyor ve yerde karmakarışık çalılıklar arasına serpiliyordu. Sağ tarafta, köy dereden ve çayırlardan yükselen sis içinde saklı idi ve ormandan daha sessiz görünüyordu, çünkü ormanda bazen kısa bir hıçkırık gibi bir ses işitilir veya dalından kopan bir kozalak düşerek yere çarpardı. Fakat pek yorulmuş insanlar inlerinde uyuyorlardı ve bu ağır sürünün karışık nefesleri hissedilmiyorlardı.

      Yol Balion deresinden geçer. Gabriel suyun çakıllar üzerinden aktığını, ilk çocukluğunda işittiğinden beri kesilmemiş olan bu gürültüyü dinliyordu… Bu cihan, bizim hakkımızda hüküm vermeyen, bununla beraber bize tesir yapmaktan geri durmayan ve bizde teessüfler, teessürler uyandıran bu madde… Bu gecenin derin ve tatlı şuursuzluğu!

      Gabriel adımını yavaşlatıyordu. Bu ayın beyaz yolu üzerinde bulundukça çakıl yığınlarıyla kırılan gölgesi toprak için itiraf çılgınlığında bulunduğu genç rahibin gölgesinden daha çirkin gelmeyecekti. Yolun dönemecinde onun çirkin ve miskin evi görünüyordu.

      Çocukken bir deli gibi koşmuş olduğu Liogeats’in bu yolu, onun memlekete ne yapmaya geldiğini bilmiyordu. Bakalım kendi de bunu biliyor muydu? Bütün teşebbüslerinin gayesi karışık ve karanlık değil miydi? Balizaou ile Cernes’i satmak için gelmişti. Fakat istemeye istemeye birkaç an içinde kararlaştırılmış olan bu seyahat başka zaruretlere tekabül edecekti. Dünyanın bu köşesinde gizli ve yerine getirilmesi mümkün olmayan bir şey için gelmişti. Bu köşedeki elli sene evvel o fakir yatak odalarının birinde böyle bir gecede dünyaya gelmişti. Tecrübesi onu aldatmıyordu: Hayatında bu ani ve evvelce tasarlanmamış seyahatler, daima bir tasavvurun icrasına delalet ediyordu. Kendini yumulmuş bir el içinde tutulan bir taş gibi hissedilmeyecek kadar sallanıyor gibi hissediyordu. Evet, bir çocuk elinin masum bir hayvana atacağı o çakıl taşı gibi hareketsiz, hiçbir vakit bu akşamki kadar bu müthiş uysallığı duymamıştı.

      Balion’dan yükselen sise rağmen parmaklığa dayanarak bu şeffaf dumanın üzerine eğildi. Suyun akışına dikkat etti. Suda bir koku vardı: Bu çamur veya ıslak yosun kokusu değildi. Bu öyle anlaşılamaz bir koku idi ki, çocukluğundan beri bunu tanırdı. Kirli çocukluğu! Bununla beraber bu gece, onda iyilik ve sevgi kuvvetlerini harekete getiriyordu. Birdenbire talihinde yazılı olmayan bir harekette bulunmak, bir iş yapmak istemişti. Fakat bu ıssız yol üzerinde bu uykuya dalmış âlemde yapmaya heves edilecek tek bir fiil yoktu. Çukur kenarında hiçbir yolcu yatmıyordu ki onu kaldırıp yaralarını tedavi etsin. Hatta uyuşmuş bir kuş bile yoktu ki göğsünde ısıtsın…

      Bununla birlikte şu vardı: İçinde duyduğu bu arzu… Bu faydasız arzu… Cehennemin kaldırımlarını döşediği söylenen bu niyetlerden biri vardı. Kâinat kendinde geriye dönüyordu: temiz ve rutubetli süt renginde bu gölge, geçmiş zamanda Du Buch’un küçük kızlarıyla beraber ıstakoz avlarken çıplak ayaklarının çiğnemiş olduğu bu hafızasız kıyılar arasında körü körüne akan bu su… Bereket versin ki bir bulutun örttüğü bu çayırların hafızası yoktu.

      Üşümeye başladığından yürümeye koyuldu. Yolun bir dönemecinde caddenin şatoya giden yola geldiği mahalde papazın evinin miskin duvarlarını gördü. Genç bir adam orada uyuyordu. Hayatını nakletmek istediği bir adam. Ne delilik! O da şimdi siyah elbisesini atmış, kendine eziyet veren bütün ruhani idaresi altındaki