haber vereceğini vadetmiştin.”
Genç kız başta aramızda geçenleri teyze kızına anlatmış olduğumu ve Adila kendinin de nişanlandığını bildirerek böyle cevap vermiş olduğunu zannetti.
Mathilde gülerek: “Her birimiz bir taraftan saadete nail olduk. Fakat Adila çabuk nişanlının ismini söyle… Ben tanıyor muyum?”
“Güzelim anlamıyor musun? Burada odanın içinde duruyor…”
İhtiyatlı konuşuyordu. Mathilde tekrar tekrar:
“Ne? Bu bir latife mi?” dediğini rüyada gibi işitiyordum.
Bunun bitmesini bekliyordum. Ne zaman ki genç kız bana hitap etti:
“Bu doğru değil, değil mi Gabriel?”
Kekeledim:
“Ümit ederim ki doğru değildir…”
O vakit Adila bir ders okur gibi mutedil bir sesle benim inkâr edemeyeceğimi, ikimizin de birbirimize söz vermiş olduğumuzu temin etti.
Mathilde bana yavaşça soruyordu:
“Seninle eğleniyor mu? Cevap ver! Cevap versene!”
Ben belirsiz bir ret hareketi yaptım. Mathilde’in kesik kesik sözlerini onların manasını anlamaksızın işitiyordum.
Şuursuz uzun bir zamandan sonra kesik bir sesle onun ne demek istediğini anladım:
“Her şey anlaşıldı: Sen benim bu kadar budala olacağımı zannetmiyordun. Hâlbuki onun başarısından emindin… Mühim olan senin aileye kabulündü. Sen bu hesabı yaptın ha Gabriel? Sen bu hesabı yapabildin!”
Mathilde’in “Kim seni buna muktedir zannederdi…” dediği vakit Adila’nın bakışını asla unutamayacağım.
Gerçi benim hayatımı tanıyan herkes için Mathilde’in hiddet ve alınganlığına gülmeden katılmamak mümkün değildi.
“Korkma, onu elinden almaya kalkmayacağım!” diye haykırıyordu. “Sen de bilirsin ki bu kolay bir şeydir! Lakin onu iyi sakla ihtiyar kadınım.”
Adila bu sırada duvardan ayrıldı ve gözleri yarı kapalı çabucak dedi:
“Maksat ben değilim… Fakat bizim bir ufak oğlumuz var. Adı Andrés’tir. Beş yaşındadır.”
Mathilde şaşkın bir tavırla mırıldanıyordu: “Sen… Bir çocuk?” ve gülüyordu.
Nihayet sallana sallana odadan çıktı ve koridorda düştüğünü işittik. Ben atıldım. Ancak Adila beni sertçe itti. Bu dakikada ona meydan okumak tehlikeli olurdu. Teyzesinin kızının yanında diz çökmüş, onun başını tutuyordu. Ben onu o hâlde bıraktım ve arkama dönmeksizin merdiveni indim. Ayaklarımın altında su birikintilerinin soğuğunu hissediyordum. Yolun beyazlığı önümü aydınlatıyordu. Fakat bazen onu kaybediyor ve çamlara çarpıyordum. Şüphesiz bu an, hayatımın kendimi öldürmeye en müsait anlarından biri oldu. Fakat içimden sabırsız bir ses, sanki beni orada görmeyi ümit etmeyen birinin sesi “Hayır, sen çok korkaksın!” diye tekrarlıyordu. Çünkü benim alçak ve yüreksiz olduğum doğrudur ve bizim bütün kötülüklerimiz arasında özellikle bunun bizi kurtardığı vakidir. Gece ıslanmış, karnım aç, ellerim kanlı. Fakat kendim heyhat! Canlı… Pek canlı olarak döndüm.
Rahip Efendi acele etmeliyim, yoksa sonuna kadar beni takip edecek kuvvetiniz olmayacaktır. Ertesi gün Mathilde tekrar gitti. Adila yine Liogeats’te bulduğum kayıtsız, muti, mütevekkil kız olmuştu. Lakin evlenme merasimimiz köyde icra olunamadı: Dul kadınlar ve harp malulleri tarafından dehşetli mektuplar aldım. Şatonun penceresi altında gürültü patırtı yaptılar. Geceleyin otomobille kaçmaya ve bir uzak istasyondan şimendifere binmeye mecbur oldum. Adila Paris’te beni buldu; orada yalnız şahitlerimizin huzurunda evlendik. Birkaç hafta sonra Mathilde de Symphorien Desbats ile evleniyordu.
Evlenmede mallara iştirak usulünü istemiştim. Adila her istediğimi körü körüne kabul ediyordu. Andrés’in menfaatlerini düşünmeksizin ormanlarından bir kısmını kestirip paraya çevirmeye ve parayı benim adıma yatırmaya razı oldu. Örneğini verdiğim bir vasiyetnameyi imzaladı. Bununla beraber onun öleceğini hiçbir şey ihsas etmiyordu. Bahusus zannetmeyiniz… Benden şüphe etmeyiniz… Mütarekeden bir sene sonra gribe yakalandı ve hastalığın geçtiği gibi göründüğü bir zamanda telef oldu. O sizin tabiriniz veçhile iyi bir ölümle öldü. Fakat büyük fikirler ve hisler açığa çıkmadı. Bununla beraber kapıdan bir iki söz işittim: Yalnız beni düşünüyordu, çocuğunun ismini bile telaffuz etmiyordu… İtiraf ediniz ki nefsini azaba sokarak, mağfirete nail olmak fikri ve zaten bize tabi olmayan bir hayatın bu suretle feda edilişi tuhaf bir itikattır… Lakin ihtimal ki hakikat gariptir… Onun ölümüne ağladığımı ve hâlâ onu hayatımdan çıkmamış canlı bir mahluk gibi düşündüğümü söylersem bana inanır mısınız?
Tabii, ben serbest kalınca Aline benimle evlenmek istedi. Küreğe gitmeyi buna tercih ederdim. O da bunu çabucak anladı. O vakit tehditleri amansız bir şekil aldı. Symphorien Desbats’a müracaata mecbur oldum.
Siz onu tanırsınız. O zaman da zaten hasta idi. O, amiyane tabirle, hayat içinde boğulmuyordu. Eğer Mathilde benimle evlenmiş olsaydı herhâlde aşkı tanırdı… Şüphesiz uyanış dehşetli olurdu. Lakin birkaç hafta, belki birkaç ay zarfında o, aşkın ne olduğunu öğrenirdi. Onun izdivaç hayatının nasıl olabildiğini anlarsınız. Bununla beraber bir kızı dünyaya geldi. Catherine ismindeki bu çocuk doğduğu vakit kendi yerinde başkasını buldu; gerçi Adila öldükten sonra Mathilde bana bir mektup yazarak küçük Andrés ile kendisinin seve seve meşgul olacağını bildirmişti. Ondan beri daima onun eteği altında yaşadı.
Symphorien Debats beni ilk görüşte anladı. Gerçi hile ve dolaplarıma vâkıf olacak derecede muktedir değildi. O hakikaten benim gibi bir adam tasavvur edemez. Beni sadece alçak takımı gördü. Fakat onu alakadar eden kısımda beni böyle hükmetmesi lazımdı. Kanun, bir koca lehinde bir oğulu mirastan ne kadar mahrum etmeye müsait ise ben Adda’dan o kadar miras yemiştim. Aline’in ısrarları ve itiraf etmeliyim ki sürdüğüm hayat – amma ne hayat – çamlarımdan ne kalmışsa başta en ihtiyarlarını ve sonra en verimli olanlarını kesmeye beni mecbur ettiler. Bir gün Symphorien Debats beni Paris’te ziyarete geldi. Bana arazimi harap ettiğimi ve idare şeklini değiştirirsem bana yeterli bir gelir temin edeceğini söyledi. Öncelikle istediğim bütün parayı bana peşin verdi. Kendi ormanına bitişik olan benim ormanımı satın almak için çevirdiği dolaplardan size bahsetmeyeceğim. Andrés büyüdükçe o bir vasıta kullandı ki şüphesiz beni kendi nazarımda haklı gösteriyordu… (Sanki benim huyumda bir mahlukun böyle bir tecrübeye ihtiyacı vardı! Evet, oğlumdan bahsolunduğu vakit benim buna ihtiyacım vardır…) Özellikle karısı Mathilde’i teskin ediyordu. Çünkü Mathilde bana karşı Andrés’in hukukunu sanki kendi çocuğu imiş gibi koruyordu. Bugün Andrés’i öz kızı Catherine’e tercih ettiğini siz de iyi bilirsiniz. Kocasının benim daima paraya olan ihtiyacımı vesile ederek beni soyduğunu gördükçe ona karşı ne kadar kızdığını hatırlarım.
Fakat Debats arazimi ilk zuhur edecek talibe satmaktan kimsenin beni menedemeyeceğini söyleyerek onu susturdu. Ailenin elinden çıkarmaması daha hayırlı olurdu. Andrés’in zarar görmemesi için onu Catherine’e nişanlamaktan başka yapılacak bir şey yoktu. Bu suretle babası tarafından para karşılığında elden çıkarılmış olan mallarını izdivaç sebebiyle tekrar ele geçirecekti. Bu hesap anlamsız görünmüyordu. Çünkü Andrés ile Catherine, çocukluklarında birbirinden ayrılmazdılar. O hâlde Symphorien Desbats’ın hüsnüniyeti şüphe götürmezdi: Onun araziye muhabbeti ifraz ve taksimlerden dehşetine mucip oluyordu. Bizde de önceleri bu his, akraba arasında birçok izdivaca sebep olmuştu. Kısaca arazinin aile elinden çıkmaması için o bana bedellerini ödüyordu.