Лев Толстой

Kreutzer Sonat – Niçin?


Скачать книгу

zaruridir. (sigarasını hırsla çekerek) Bir erkeği veya bir kadını, yaşadığı müddetçe sevmek bir mumun bitmeden ebediyen yanması demektir.”

      “Fakat siz şehvani aşktan bahsediyorsunuz. Ruh birliğine ve ideal uygunluğuna dayanan karşılıklı bir sevgi olamaz mı diyorsunuz?”

      “İsterim olsun, fakat o hâlde bir arada yatmak ne oluyor? Kaba söylediğim için affınızı dilerim, fikir birliği, ideal birliği yatak birliğini hiçbir vakit icap ettirmez.”

      Bunu söylerken kır saçlı mösyö sinirinden gülüyordu.

      Avukat: “Fakat hadiseler size hak vermiyor, izdivaç mevcuttur. Biz onun varlığını tasdike mecburuz. Bütün beşeriyetin değilse bile büyük bir ekseriyetin bu kaideye uyduğu malumdur. Pek çok aile yuvalarının namuskâr bir bağlılıkla uzun müddet bir arada yaşadığı görülmüyor mu?”

      Sinirli mösyö yine alaylı bir bakışla bıyık altından gülerek “Pardon…” dedi. “Siz diyorsunuz ki evlenmenin temeli aşktır. Ben şehvani aşktan başka bir aşkın varlığından şüphe ettiğimi söyledim. Siz bu aşkın varlığına delil olarak evlenmeyi gösteriyorsunuz. Fakat bugünkü evlenmelerin temelinin yalan olduğunu görmüyor musunuz?”

      Avukat: “Müsaade buyurun, ben geçmiş zamanda ve şimdiki hâlde izdivacın mevcudiyetini ileri sürdüm.”

      “Fakat onun varlığına neden iman ediyorsunuz? Şu sebeple ki izdivaçta mukaddes bir şey, Cenabıhak huzurunda akdedilmiş bir bağ görülegelmiş ve görülmekte bulunmuştur, böyle düşünenler için şüphesiz o vardır, mevcuttur. Fakat bizim için hayır, biz ki evlenmede sadece çiftleşmekten başka bir şey görmeyiz, bizim için o, düzenbazlık veya zorbalıktan başka bir şey değildir. Aldatma siyaseti her zaman geçiyor? Kadınla erkek herkese karşı karı koca gibi yaşıyorlar. Hâlbuki aslını ararsan onlar da poligami ve poliandri, yani erkeğin birçok karıları, kadının da birçok kocaları vardır. Bu fena bir şey olmakla beraber iki tarafın rızası ile olursa pek o kadar mesele yoktur. Fakat kadın ile erkek bütün ömürlerini bir arada geçirmeyi resmen taahhüt ettikten sonra daha ikinci aydan itibaren birbirlerine hıyanetlik eder ve ayrılmak isterler de yine bir arada yaşarlarsa işte o zaman cehennemî bir hayat başlar. İşte o zaman içki, ölüm, başkasının canına kıymak… Hepsi, hepsi bu girdabın içinde kaynaşır.”

      Bu sözleri gittikçe artan bir hızla, ateşlenerek, kimseye ağız açtırmayarak bir hamlede söyledi.

      Herkes sıkılıyor gibi susmuştu, çok hararetlenen ve artık tatsızlaşmaya başlayan bu münakaşaya nihayet vermek ister gibi avukat “Evet…” dedi, “izdivaçta da kötü hâller oluyor.”

      Bunun üzerine sinirli mösyö vakarlı bir sesle birdenbire şu suali sordu:

      “Şüphesiz beni tanıdınız, öyle değil mi?”

      “Hayır, henüz bu şerefe nail olamadım.”

      “Şeref o kadar büyük değil. Ben Pozniçev’im. Hani şu demin dokundurmak istediğiniz kötü izdivaç hâllerinden birine maruz kalan adam. O adam ki (hepimize ayrı ayrı bakarak) böyle bir hengâmede karısını öldürmüştür!”

      Ne söyleyeceğimizi bilmeyerek hepimiz susuyorduk, kendisine mahsus sinir geğirmelerini duyuyorduk.

      “Zaten ehemmiyeti de yok.” dedi. “Sizi rahatsız etmek istemem.”

      “Ne münasebet, rica ederim.”

      Bunu söyleyen avukat neyi rica ettiğini kendi de pek bilmiyordu. Pozniçev ona kulak asmayarak arkasını döndü, gidip yerine oturdu.

      Avukatla madam kendi aralarında sessizce konuşmaya başladılar.

      Ben Pozniçev’in karşısında oturuyor ve ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Ortalık kararmaya başladığı için bir şey okumak zordu. Uyur gibi gözlerimi kapadım. Bu hâlde yeni bir istasyona vardık.

      Avukatla madam vagonlarını değiştirdiler. Yazıcı da hemen uykuya daldı.

      Pozniçev durmadan sigara içiyor ve önceden demlendirdiği çayını yudumluyordu.

      Gözlerimi açıp kendisine baktığım zaman öfkeli, âdeta beni azarlarcasına “Kim olduğumu anladıktan sonra…” dedi. “artık benimle bir arada yolculuk etmek hoşunuza gitmiyor, değil mi? Ben yerimi değiştirebilirim.”

      “Hayır, katiyen böyle bir şey düşünmedim.”

      “Öyle ise lütfen… Biraz koyucadır ama…”

      Benim için bir fincan çay koyarken “Yalnız söylemesini bilirler!” dedi. “Söyledikleri ise yalandan başka bir şey değildir!”

      “Neden bahsediyorsunuz?”

      “Hep aynı şeyden… Onların aşklarından… Uykunuz var galiba?..”

      “Hayır, hiç uykum yok!”

      “O hâlde bu aşk yüzünden nasıl oldu da elimden o kaza çıktı, bunu size anlatayım ister misiniz?”

      “Elbette… Size zahmet olmazsa eğer…”

      “Zahmet mi?.. Benim için bu hususta susmak bir zahmettir… Fakat çayınızı içsenize!.. Fazla koyu değil ya?..”

      Filvaki çay bira gibi idi. Böyle olmakla beraber yine bir bardak içtim. Bu aralık bir kontrol memuru geçti. Pozniçev onu sinirli bir bakışla teşyi etti2 ve o gidince hikâyesine başladı.

      III

      “Peki, anlatayım… Fakat hakikaten bu sizi alakadar ediyor mu?”

      Pek merak ettiğimi tekrar temin ettim.

      Sustu. Elini alnına götürdü.

      “Bir kere anlatmaya başlayınca hepsini söylemek lazım.” dedi. “Ben niçin ve nasıl evlendim? Evleninceye kadar nasıl bir hayat geçirdim, bunları söylemeliyim:

      Ben emlakimle geçinirim. Tahsilimi üniversitede bitirdim ve asalet mareşali oldum. O zamana kadar geçirdiğim hayat, mensup olduğum sosyal tabaka insanlarının hayatı idi. Ben de etrafımdakiler gibi intizamsız bir ömür sürüyor ve kendimi namuskârane yaşayan ahlakı düzgün bir delikanlı sayıyordum.

      Bir Don Juan değildim. Gayritabii temayüllerim yoktu ve kendi seviyemdeki diğer akranım gibi eğlence ve sefahati hayatımın başlıca gayesi telakki etmiyordum. Sıhhatime zarar vermeyecek surette istediğim zaman zevk ederdim. Sadece sevişmek veya dünyaya bir çocuk getirmek suretiyle istikbalime engel olacak kadınlara yanaşmazdım. Kazara böyle bir şeyler olsa bile onu anlamazlığa gelir, umurlamazdım. Seciye sahibi olduğuma hükmeder ve bununla gurur bile duyardım.”

      Durdu. Sinirli geğirmelerinden biri daha duyuldu. Galiba aklına yeni bir şey geldiği vakit böyle oluyordu. Daha yüksek perdeden “İşte…” dedi, “irat ve akar alçaklığı burada başlıyor!

      Ben fuhşun sırf maddi münasebetlere münhasır olmadığını, maddi reziletin3 de mutlaka fuhuş olması lazım gelmeyeceğini ve hakikat hâlde fuhuş denilen şeyin kendisiyle cinsî münasebette bulunulan kadına karşı ahlaki münasebet hududunun aşılması demek olduğunu anlamıyordum. Beni mağrur eden işte bu husustaki kayıtsızlığım idi!

      Bana sevgisinden dolayı teslim olan bir kadına para vermediğim için ne kadar üzülmüş olduğumu hatırlıyorum. Bir daha görüşmemek üzere ona parasını göndermedikçe içim rahat etmedi.”

      Yüzüme baktı. Apansız:

      “Öyle başınızı sallayarak beni tasdik etmekte ne mana var! Siz, hepiniz, mösyö, hepiniz aynı fikirdesiniz; meğerki Anka gibi misli görülmemiş bir kuş olasınız! Hoş, ne ehemmiyeti var? Affedersiniz, fakat inanınız