Ахмет Мидхат

Hüseyin Fellah


Скачать книгу

eli bağlandıktan sonra eşkıya, gemiyi soymak hususunda asla acele etmedi. Niye acele etsinler? Mal kendilerinin değil mi? Ne zaman isterlerse alabilirler. Özellikle gece yarısı bu işin hiç zamanı değildir. “Sabah ola hayrola.” dediler.

      Şalopanın ilk defa olarak zuhuruyla hacıların ellerinin bağlanması arasında bir buçuk iki saat kadar zaman geçmişti. Ondan sonra ortalığın karanlığı bir yarım saat kadar daha devam edip sonra doğu ufku kızarmaya başladı.

      Bu kızıllığın sabah ve güneş alameti olmadığı malumdur. Malum olmasa bile kızıllığın sebebi bir çeyrek sonra ortaya çıkmıştı. Yarı çap derecesinde kalan mübarek ramazan ayının evvelemirde bir ucu uzakta dağ üzerinde yanan ateş gibi sönük sönük parlamaya başlayıp bir çeyrek zaman sonra ise ufuktan âdeta uzaklaşmış idi.

      Hava pek berrak olmayıp birazcık dumanlı olduğundan ayın deniz üzerine saçtığı ışık, kalplere tatlılık verecek kuvvet ve letafette değildi. O baygın çizgilerin ışığı, insana ağırlık verdiği gibi bu ışık arasında hac gemisinin güvertesi dahi bütün bütün acınacak bir suret tasvir ederdi.

      Birbirinin karşısına oturmuş boyunlarını bükmüş eli bağlı yürekleri dağlı karı ile kocanın bu hüzün kaplamış hâllerini görmekte ne safa ümit edebilirsiniz? Hâlbuki Okyanus Şeytanı üzerinde bu gibi rikkat verici temaşalar birden ziyade idiler. Hele lokanta sandığıyla orta direk arasında Şehlevend’in validesini görmüş olsa idiniz hâline ağlardınız. Başka yolcuların hiç olmazsa dert ortağı olmak üzere yanlarında birer kimsesi vardı. Bizim biçarenin ise Allah’tan başka kimsesi yoktu. Kaptanı hatıra getirmeyiniz. Aldığı tavsiye üzerine kaptan karıcığa iltifat etmiş idiyse de şimdi kendisi dahi bütün yolcular gibi eli bağlı bir hâlde bulunduğundan himayesinde olana değil, kendi nefsine bile bir çaresi yoktu. Gemiler iki saat kadar bu surette çalkandı. Hatta kaza ve kadere tam olarak teslimiyetten başka bir çareleri kalmayan yolculardan pek çoğu uykuya varıp Allah bilir ama nice korkunç rüyalar ile azap çekmekte idiler. Bu aralık haydut gemisi tarafından patlayan bir iki el tabanca ve düdük sesi ve atılan naralar hacı gemisini dahi telaşa düşürdü. Hacı gemisini beklemekte bulunan dört kişiden ikisi yine bu gemiye uzunca bir ip ile bağlı bulunan şalopayı alıp karşıya götürdüler. Beş dakika sonra yine döndüler ki bu dönüşte şalopa içinde bulunan dokuz kişiden üçü yine hacı gemisine çıktıktan sonra altısı Latin yelkenini fora ederek doğu tarafına doğru yol verdiler.

      Altıncı Kısım

      Şalopa doğu tarafına doğru yol verdikten sonra hacı gemisi içinde bulunanların dahi hep o tarafa dikkat nazarlarını çevirecekleri besbellidir.

      Ne gördüler?

      Ta uzakta beş altı mil mesafede bir koca gemi ki batı rüzgârına borda vererek yıldız tarafına doğru gitmekteydi. Hacılar bu gemiyi seyretmekte iken gemi içindeki beş haydut bir yere gelerek içlerinden iri ve siyah bıyıklı birisi diğer dördüne şu emri verdi:

      “Giden şalopa eğer iki havai fişek atarsa görünen gemi zor durumda kalan bir gemi demek olacak ki o zaman bizim gemi de bir havai atacak. Biz de ona bir havai ile cevap vereceğiz. Sonra bizim gemi önde ve bu gemi bir mil kadar arkada olarak görünen gemi üzerine yürüyeceğiz. Bizim gemi iki çanak maytabı yakarsa biz de yakıp bu geminin yolcularını da küpeşteye dizerek alay göstereceğiz. Anlıyor musunuz? Eğer görünen gemiyi bu suretle korkutabilirsek ne âlâ. Korkutamazsak bizim gemi cenge başlayacak. Biz o zaman sokulmayıp uzaktan seyredeceğiz. İşte Candanbezdi Reis’in emri budur. Fişekleri maytapları da getirdik, şuraya koyduk.”

      Candanbezdi Reis’in şu emrini işiten birkaç hacı, “Canı çıksın hınzırın, canı!..” demişler idiyse de bu sözü âdeta kendi kulakları dahi işitemeyecek kadar yavaş söylemiş olacakları apaçık ortadadır. Şalopa doğu tarafına doğru yol verdikten bir saat sonra havai fişeğini fırlatmıştı. Beş nefer haydut, “Durunuz bakalım, bir daha çıkacak mı?” derlerken bir dahası ateşlendi. Bunu müteakip haydut gemisinden de bir havai atıldığı gibi hacı gemisindeki haydutlar da bir tanesini attılar. Sonra birkaç yelkeni fora ederek önleri sıra gitmekte olan haydut gemisinin bir mil kadar gerisinden gittiler.

      Daha yolda giderlerken beş nefer haydut, elleri bağlı olan hacıların hepsini ve gemi tayfasını ayağa kaldırıp başlarında sarık olmayan kadınlara da koca sarıklar sardıktan sonra hepsini küpeşte etrafına dizmişler ve her kim yerinden kımıldanır ise o anda canının alınacağını anlatmışlardı.

      Bu suretle haydut gemisi, görünen gemiye bir buçuk mil kalınca iki maytabı yaktığı gibi hacı gemisindeki haydutlar da tam iki buçuk mil mesafeden maytapları yaktılar. Lakin görünen gemi, hacı gemisi kadar gevşeklik göstermeyip bu maytaplara cevap olmak üzere haydut gemisi üzerine sekiz topa birden ateş vermiştir.

      Beş nefer haydut birbirine, “Ya Venedikli ya İtalyan! Çünkü toplarının patlayışından öyle anlaşılır!” dediklerinden hacılar, “Venedikli olsun, İtalyan olsun, aman ya Rab, şu gemiye zafer ver de biz de kurtulalım!” diye kalplerinden dua ederlerdi.

      İki gemi cenge tutuştular. Öte taraftan şalopanın içinde bulunan bir tek ufak top da aralıkta bir patlardı. Muharebe yarım saatten fazla uzadığı hâlde ateş kesilince hacıların cüreti artıp bir ikisi, “Haydi bari biz de şu beş melunun haklarından gelelim de firar edelim, birbirimizin ellerini çözebiliriz.” demişlerdi.

      Ah! Keşke dememiş olaydılar! Bu söz haydutlardan birisinin kulağına gitmekle derhâl söz söylendiği yerde duran adamlardan on kadarını çırılçıplak soyduktan sonra, “Aman ben söylemedim, ben ağzımı bile açmadım, merhamet ediniz!” diye haydutların ellerini ayaklarını öpmek için davranarak ettikleri yürekler paralayan istirhamlara kulak bile vermeyerek hemen oldukları yerden denize atıverdiler.

      Bunu gören sair hacılarda ses çıkarmaya mecal mi kalır?

      Öte tarafta muharebe hâlâ devam etmekte iken haydutlar gemisinden hacı gemisine bir sandal geldi. İçinden beş nefer haydut daha çıktı. Bunların getirdiği emir üzerine Arap gemisinin kaptanından barutun ve kurşunların bulunduğu yer haber alınarak zaten haydutlar aleyhine görülmüş olan tedariklerle hacı gemisi dahi Venedik veyahut İtalyan gemisi mi olduğu henüz hükmedilemeyen gemi üzerine top atmaya ve attıkça yavaş yavaş yaklaşmaya başladı.

      Bir de Venedik gemisinin bir güllesi de hacı gemisinin ta ortasına düşmesin mi? Bunu dört gülle daha takip ettiyse de onlar aşıp gittiğinden bir zarar verememişlerdi.

      Vay hacılardaki korku! Vay kadınlardaki çığlık!

      Gerçi gülle güvertenin bir miktar yerini sakatladı ise de insanca bir zarara yol açmamıştı. Haydutlar da kadınlara hitaben, “Her kim sesini çıkarırsa derhâl denize atılır!” diye tehdit etmeleriyle can korkusundan tir tir titremekte bulunan biçareler seslerini de çıkaramamaya mecbur oldular.

      Öncelikle, “İtalyan olsun, Venedikli olsun aman ya Rab şu gemiye zafer ver de biz de kurtulalım!” diye dua eden hacıların bu defa, “Haydutlar belki canımıza kıymazlar. Aman ya Rab! Haydutları muzaffer et de varsın malımız gitsin bari canımız kurtulsun!” diye duaya başlamış oldukları başkaca ve özel olarak dikkate şayan bir durumdur.

      İşte İslâm âlimlerinden, duaya icabet meselesinde, itiraz vadisine ayak atarak büyük büyük sözler söylemiş olanların özellikle bu gibi durumları da nazar-ı hikmet ve dikkat önüne alarak söz söylemiş olacakları aşikârdır.

      Şimdi bu muharebe üzerinde birkaç yürekten, birkaç türlü dualar ediliyor. Bunların hangisi kabul olunacak? Herifin dediği gibi kaçan da dua ediyor, kovalayan da. İkisinin de duası kabul edilecek olsa kaçanın kaçabilmesi ve takip edenin de muvaffak olması lazım gelirdi ki bu iki