Şemseddin Sami

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat


Скачать книгу

genç bilirken elli elli beş yaşında olduğunu anladığı gibi, meyus olup kendi kendine, “Elli sene… Ah, elli sene! Ne vakit gaşti!” diyerek içini çekmeye ve dualar okumaya ve hanım yine dikişe başladı.

      Talat Bey kapıdan girip “İşte ben gidiyorum anne.” diyerek annesinin elini öptü.

      “Nasılsın oğlum, baş ağrısı hafifledi inşallah?”

      “Demin gibi değil.”

      “Oh, hamdolsun!”

      EVLİLİK

      Talat Bey çıkıp gittiği gibi dadı elli yaşını, mezarını, nekiri, hepsini unutup şu şekilde söze başladı:

      “Gal, hanim, bana bir karre gonul yab. Şu şocuğu evlendirelim; bir galin eve gatirelim. Ah ganc adem başka. Talat Bey burada, o güler; Talat Bey gıder, o cehennem olur. Sen ihtiyar, ben ihtiyar, ihtiyar gulmez ki; ah, ihtiyar ne gulsun! Bugun burada, yarın mezarda… Ay, ben de ihtiyar!.. Elli yaşında adem ihtiyar değil mi? Onun işun, ben gorur başimda bayaz saş şok. Aaaa, bugun baş taradim, şok bayaz saç duşdi!”

      “Eee, ne yapalım dadı? Gelinler çarşıda satılmaz ki çıkıp bir gelin satın alalım. Her şeyin vakti, saati var.”

      “Aaa nişun? Heb âlem nasil yabar, biz de oyle yabar. Sen feraceyi al, ben de başortisi alir, bugun bir mahalle, yarın bir mahalle gazer, gorur, kız bagandi, alir.”

      “Aaaa dadı! Beni kızdırırsın. Yirmi bir sene var, beraber yaşıyoruz; tabiatımı anlamadın mı? Hiçbir defa sormadın: Merhum kocam beni öyle mi almıştır? Ben bir kızı bir kere görmekle ne tanıyacağım? Çehresini bile anlayamam. Sonra, gelin yalnız güzel mi olmak lazım? Ben, bir kız, akıllı olmadıkça, iffetli olmadıkça, tabiatı iyi olmadıkça hiç onu kendime gelin yapar mıyım? Sonra, benim beğendiğimi, senin beğendiğini oğlum beğenir mi bakalım? Hep, âlem nasıl yaparsa biz de öyle yapalım, diyorsun; lakin görmez misin ki halkın çoğu bugün evlenir, yarın kocası karısını yahut karısı kocasını bırakır, bin türlü rezalet olur. Olacak a, görmedik bilmedik bir kız alırlar, hiç sormaksızın bilmediği bir kocaya verirler; acaba çocuk o kızla uyuşabilecek mi? Beğenecek mi, sevecek mi, kız da onu isteyecek mi? Babası, anası buralarını hiç düşünmüyorlar.”

      “Kız ne bilir, şocuk ne bilir? Onlar cahil; ana, baba onlara nasil emreder, onlar oyle yabar.”

      “Aaa, yok dadı, öyle değil… Baba, ana evlatlarının iyiliğini isterler değil mi?”

      “Haa oyle ya, ana var ki kendi avladina fenalik ister? Allah esirga!”

      “Ha, öyle olduğu vakitte baba, ana evlatlarına nasıl iyi olursa öyle yapmalıdırlar. Koca karısıyla, karı kocasıyla ömür geçirecekler, ev idare edecekler, evlatları olacak, büyütecekler, terbiye verecekler. Birbirleriyle sevişmedikçe, uyuşmadıkça nasıl olur? Bu, bir gün değil, iki gün değil, bir ömürdür. Bir evdeki koca ile karı arasında muhabbet yok, o eve Allah imdat eyleye! Sonra evlatları ne terbiye alacaklar, orasını düşünmeli artık… Hele hamdolsun, yüz bin kere hamdolsun o saate. Ah! Ben de senin dediğin gibi evlenecektim, dadı, ah!.. İşte on üç sene var ki merhum kocamı kaybettim, o vakit ben kırk yaşında bir karıydım, lakin bin kere şükür, yirmi üç yirmi dört sene beraber yaşadık… Ah, o ne yaşayış, o ne yaşayış! Sen gördün a, bir kere o benim gönlümü kırmadı, bir kere ben onun hatırını bozmadım. Bizim eğlencemiz ev idi. Ne onun Kalpakçılar’da gezmeye ne benim Kâğıthane’ye gitmeye hevesim vardı. Biz birbirimizle konuşmakla eğlenirdik, biz kendi sohbetimizden hoşlanırdık. Hele Talat dünyaya geldikten sonra… Ah! O ne saadet, o ne devletmiş! Çocuk ne kadar sevilirmiş! Ama her çocuk öyle değil; her ana ve baba çocuğunu öyle sevemez, birbirini sevmeyen koca, karı çocuklarını mı sevecekler? Talat iki yaşına geldi, başka bir seviş, başka bir eğlence; beş yaşına vardı, bir başka muhabbet! Lakin ah!.. Kader istemedi, kısmet değilmiş… Ah, ne olurdu kocam bir on beş senecik daha yaşasaydı! O vakit kucağında oynattığı Talatçığın bugün okuyup yazdığını, mektebe, kaleme gittiğini, böyle babayiğit olduğunu göreydi, o da memnun olaydı!..”

      Saliha Hanım bu noktaya geldiği gibi gözleri yaşla dolar, dudağı titremeye başlar, boğazı tıkanır; mendilini çıkarıp gözlerini siler. Biraz sonra gözlerini silerek, sesi titreyerek:

      “Ah Talatçığım, bugün hasta hasta kaleme gitti! Ah oğlum ah!

      Ah, çocuğuma bir şey olursa, ah bir hasta düşerse?.. Ah biçare ben!

      Allah kerem eyleye!”

      “Aaa hanim, nişun oyle soyler? Sen şocuk gibi oldi, Allah emanet! Şocuğun bir şeyi yok, biraz baş agrisi, baş agrisi de değil a gançlik işte, gançlik hukmini yabacak. Ah hanim, heb ben sebeb oldi, seni ağlatti. Amma hanim, ben şok merak etti… Sen heb halk gibi evlenmedi, nasil evlendi? Başka evlenmek nasil? Ben anlamaz.

      SALİHA HANIM’IN HİKÂYESİ: ÇOCUKLUK AŞKI

      Aşağıda anlatılacak hikâyenin mealinden anlaşılacağına göre aşk ve muhabbet güneşinin henüz ergenlik yaşına varmamış çocukların kalplerine dahi doğabildiği okurların garipsemesine ve hayretine sebep olmasın. Çünkü aşk bir tabii hâldir ki insanoğlunun her bir kısmında, yani erkeğinde dişisinde, ufağında büyüğünde, sabisinde ergeninde, gencinde ihtiyarında, fakirinde zengininde, akıllısında ahmağında, âliminde cahilinde, medenisinde bedevisinde zuhur eder. Herkesin gönlü aşk ile yoğrulmuştur. Beşikte olan çocukların gönülleri dahi aşktan çok uzak değildir. Hele yetişme çağındaki çocukların gönlünde çok kere aşk ve muhabbet galeyan eder. Onlar dahi severler, sevilirler. Gönüllerinde bir duygu hissederler. Lakin biçareler o muhabbetin nedcn geldiğini ve bir güzelliğin gereği olduğunu anlayamazlar. Aşk işitirler ama aşk denilen şeyin hemen hissettikleri duygu olduğunu bilmezler. İşte tabiat bütün insanoğluna aşkı eşitçe taksim edip hiç kimseyi mahrum bırakmamıştır. Akılsız, ilimsiz, hilmsiz,1 faziletsiz, sabırsız, merhametsiz, hayâsız adam bulunur, lakin aşksız adam bulunmaz. Aşk ve muhabbet herkesin kuvvesinde mevcut olup ancak bir çekici kuvve olmadıkça ortaya çıkamaz. İşte bazı kimselerin aşkta şöhretli olduğu ve bazısının tesirsiz gibi göründüğü bu sebebe dayanır. İnsandan başka, bazı sair hayvanların dahi aşktan uzak olduğunu iddia etmeye cesaret edemeyiz.

      Şu mülahazayı bırakıp asıl mevzuya gelelim:

      Saliha Hanım Ayşe Kadın’ın zorlaması üzerine, aşağıdaki gibi kendi başından geçenleri gâh ağlayarak ve gâh gülerek anlatmaya başladı.

      “Babam anam genç evlenmişlerse de birçok zaman Cenabıhak evlat vermedi. Sonra, anam kırk yaşındayken ben dünyaya geldim. Beş yaşına bastığım gibi, babam mektebe götürdü. Dört sene okuduktan sonra, benden iyi bilenler bazısı çıktılar, gittiler; bazısını geçtim, hasılı mektepteki kızların derste birincisi oldum. Babam anam böyle okuyup yazdığımı gördükleri gibi beni o kadar severler idi ki tarif olunmaz. Az zamanda ben mektepteki kızların ikinci hocası oldum.”

      Saliha Hanım okuryazar bir kadın olmakla, söylediği söze biraz terim karıştırdığından Ayşe Kadın, hanımının hep söylediğini anlamayıp ancak ikinci hoca olduğunu işittiği gibi “Maşallah hanim, maşallah! Adem ufak akilli, buyuk da akilli. Amma ufak akilli değil buyuk da…” demeye başlar başlamaz, Saliha Hanım, “Sözümü kesme, dinle ne söyleyeceğim.” dedi. “Mektepteki oğlanlardan ise en iyi bilen ve hepsinden büyük Rıfat Bey’di.”

      “Kim Rıfat Bey? Bizim merhum efendi?”

      “Evet ama sözümü kesme dedim, hepsini söyleyeceğim.”

      “Subhanallah!”

      “Rıfat Bey ile bir derste idik, beraber okurduk. Ben onu çok severdim.